Afganistan’ın son yarım yüzyılı büyük bir kaos, kargaşa ve savaş içinde geçti. Nesiller heba oldu. İnsanların hayatları mahvoldu. Ülke, ülke olmaktan çıktı… Şimdi dünya milletler ailesi tarafından tanınma ihtimali zayıf olan bir devlete doğru gidiyor…
Afganistan’ın işgali ve mücahit grupların direnişi Türkiye’de her zaman büyük bir heyecan ve sempati ile karşılık bulmuştur. Sonrasında ise o gruplar Sovyetleri kovmuş ama birbirine düşmüş ve ülkelerini bir türlü toparlayamamıştır.
Bunda etkili olan pek çok faktör vardır ancak, uzun yıllar devam eden savaş ve çatışmaların finansmanı için Afganistan’ın bir narkotik merkezine dönüşmesi, halkın işsiz, fakir, eğitimsiz, dünyanın geri kalanından kopuk hale gelmesi gibi bir gerçek de ortaya çıkmıştır.
Türkiye devlet olarak her zaman Afganistan’a destek vermiş, sıkıntılarını, sorunlarını aşması için yardımcı olmuştur. Ülke nüfusunun azımsanmayacak bir kısmı Türk soyludur. Ancak şurası muhakkak ki halkının tamamında da bir Türkiye muhabbeti, sevgisi vardır.
Taliban örgütü ABD’nin ülkeden çekilme kararı almasıyla birlikte her gün hızlı bir ilerleyiş göstermekte ve anlaşılan o ki çok kısa bir süre içinde ülke genelinde hakimiyet kuracak görünmektedir.
Pakistan, Çin ve Rusya’nın bu gelişmelere karşı Taliban’ın yanında durduğu da gözlenmektedir. Batı ülkeleri her ne kadar Taliban’ı tanımayacaklarını söyleseler de ilerleyen günlerde örtülü veya açık ilişki geliştirecekleri muhakkaktır. Çünkü şimdiye kadar bunun tersi hiç olmamıştır. Kimle görüşmeyeceklerini, tanımayacaklarını söylemişler ise onunla görüşüp tanımış, ilişki geliştirmişlerdir.
Türkiye’nin durumu ise Taliban’ın ilerleyişi ile diğer ülkelere göre daha fazla etkilenecekler arasındadır. Ülkeden yıllardan beri kaçmaya uğraşanların sayısı artmıştır ve hedeflerini Türkiye ve Batı ülkeleri olarak ortaya koymuşlardır.
Ülkemize girişleri düzensiz göçmen biçiminde olmakta, bu da mevcut Suriyeli sığınmacı sayısından ve uzayan misafirliklerinden dolayı bir antipatik havaya neden olmaktadır.
Ajitatif, provokatif söylemler ve siyasal hesaplar da devreye girince ülkemizde konu adeta bir ateş topu halinde ele alınmaktadır.
Biz bu dünyanın her yerindeki garip için gamlanırız, her yerindeki mazlum için hüzünleniriz, her elim hadise için yasa bürünürüz. Milletçe böylesi bir hasletimiz vardır. Bu da insan olmanın en şerefli hallerinden birisidir…
Ancak göç hareketlerinin bir demografik tehlike gibi belirginleşmesi halinin insanlarımız açısından bir endişe yaratmadığını, yaratmayacağını, rahatsızlıklara neden olmayacağını söylemek mümkün değildir. Nitekim, Altındağ’da yaşanan menfur hadise ile bu hal açığa çıkmıştır.
Avrupa Ülkelerinin ve ABD’nin insanlıktan uzak bir şekilde Türkiye’yi dünyanın sığınmacı deposu gibi düşündüklerini gösteren açıklamaları ve bunların bazı mahfillerce, öngörüsü kıt siyasilerce fena bir dille sığınmacılara dönük düşmanlık içeren mesajlara dönüşmesi; ek olarak sözümona sığınmacı savunan ama bu ülkenin asli unsuruna saygısızlık ve tahkir kokan karşı mesajlar konunun sağlıklı zeminlerde ele alınmasını zorlaştırmıştır.
Afganistan Büyükelçisi güya içimizi serinletmek için diyor ki, “Kaçanlardan korkmayın onlar Taliban’dan kaçıyor.” Bizim psikolojimizi, sosyolojimizi anlamamak am da budur. Kaçmasın, savaşsın. Ne işi var burada ülkesini, milletini, devletini, ailesini geride bırakıp kaçanların… Türkiye’ye kaçak yollarla girenler birleşip Taliban’ın karşısında dursa Taliban mı olur?
Taliban denilen örgüt Türkiye’nin değil, Afgan toplumunun problemidir. Onu yaratan da, büyüten de ABD ve Batı’dır.
Kendi yarattıkları problemin mağdurları, korkup kaçanları varsa bunların geleceği, kabul göreceği ülke Türkiye olmamalıdır.
Vicdanımız, merhametimiz, kalbimiz, aklımız, inancımız, imanımız bize hep kardeşliği önerir. Bu büyük felakete uğrayan insanlara karşı yapabileceklerimizin fazlasını yapmayı icap ettirir ve bunu da yaparız.
Ancak bu hale gelmesinde zerre kadar katkımız olmayan sorunların çözümünün bize bırakılmasını, maddi ve manevi külfetini üstlenmemizin istenmesini de elbette doğru bulmayız.
Suriyeli sığınmacılar konusunu ayrı bir başlıkta ele almamız gerekir. Onlar da savaş bittiğinde, ülkelerinde barış şartları oluştuğunda isteklerine bağlı olmaksızın gideceklerdir. Savaş devam ettiği sürece misafirimiz olarak kalacaklardır.