Gözünün önünde bu kadar insanı astılar, niye sustun?

Mustafa Şahin, Haberiyat internet sitesine, "Hiç kaybetmeyenler, hep kazananlar"ın öyküsünü yazdı

* Gözünün önünde bu kadar insanı astılar, niye sustun?

‘Vicdan istirahati’ ifadesi Yahya Kemal’e ait... Mütareke sonrası Türkiye’sinin zor günlerinde tüccar bir arkadaşını resmetmek için kullanır yazar. Adını vermez, ama resmini çizer. Çizer ve gömer.

Yahya Kemal, ince bir ruh, büyük bir şairdir. Davasız değildir, ama ona kavga adamı, dava adamı denemez. Memleketin ruhuna, kalbine, gönlüne eğilmiş, acısını, hüznünü, sevincini derinden hissetmiştir, ama haksızlık karşısında haykırmamıştır, haykıramamıştır. Bu uzun ve mühim bir meseledir, ama bahsi diğerdir. Başka vesileyle başka yerde anlatılmalıdır.

Eğil Dağlarda yer alan ‘Vicdanı rahat biri’ diye anlattığı bir arkadaşı var şairin. Her zaman gülümseyen biri… O, vicdanen müsterih, gamsız adamı anlatırken şair birçok şeyi bir arada anlatmış olur. “Müreffeh bir vatanperver”, “müsterih bir iş adamı” dediği o adamın yüzü gülmektedir ama maalesef ruhu boşalmış, kalbi taşlaşmıştır.

Şair, onunla hayata beraber girmiştir. İkisinin kafası ayrı, ama aynı yerde, bir yaştalar ve arkadaşlar. Yahya Kemal, hocalığı seçtiğinde, o akıllı adam ticareti seçmiştir. Ticareti, yani kazanmayı... Aynı semtte oturuyorlar, ama hayatları arasındaki derin fark ters istikametlere doğru giderek derinleşir. “Ben hayat yoldaşlarım, bütün muharrirler muallimler gibi yaşıyorum, o da kazanç arkadaşları bütün iş adamları gibi yaşıyor” diyecektir.

Bu yaşama üsluplarındaki fark, mesele değil de şairi, çileden çıkaran arkadaşının yüzündeki o beşuş ifade… O daimi saadet nişanı olan yüzündeki sabit gülümseme şairi çileden çıkaran ifadedir. Gülümseyen bir adam kötülenebilir mi. Hayır. Belki, onu kötüleyen kötülenir, ama mesele o değil. Şair de zaten gülümsemesini kötülemiyor, hatta ona sadece imreniyor, gıpta ediyor. Allahtan kendisi ve kendine benzeyenler için de o gamsız, kedersiz yüzden, vicdan istirahatinden istiyor.

Evet, daima kazanan ve hiç kaybetmeyen yüzler vardır. Teslimiyetle boyun bükerek değil, kazanmanın gizli açık gururuyla mesut ve bahtiyardırlar. Çoğunlukla sukut etmiştir vicdanları. Susmuşlardır. O sukut yüzlerine mutluluk olarak yansır. Endişesiz, telaşsız, kaygısızdırlar. Yangını seyrederler... Yangını seyrederken de boş durmazlar, ne satacaklarını, ne kazanacaklarını hesap ederler. Kazanırlar da…

Şu kısa hayatta biz dahi tanıdık onlardan bazısını. Felaketleri fırsata tahvil etmeye çalışırken saklayamadıkları heyecanlarını çok kereler gördük mutlu yüzlerinde. Hukukçusu da hekimi de, siyasetçisi de sendikacısı da, yazarı da yöneticisi de, tüccarı da memuru da birdir.

Eminim siz de görmüş tanımışsınızdır. Hiç kaybetmemekten doğan kibirlerini, huzurlarını, gülümseyişlerini… Gördüklerinden geri kalmamak için dua ederken bile yüzlerindeki o beşuş ifade, o hınzır gülümseyiş artar çoğalır. Bu gülüş, nimete şükranın nişanesi değildir, hak edişin, emniyetin, güvenin, hep kazanmanın, hiç kaybetmemenin nişanıdır. Belki, bu zamanda böyleleri refahımızın, dünya saadetimizin artışı nispetinde sayıları da artmıştır. Belki biz, onları sadece kıskanıyoruz.

Hiç kaybetmeyenler, hep kazananlardır onlar. Yahya Kemal’in resmettiği tüccar arkadaşı da öyledir. Bu hal, bu vicdan istirahati, kalbi olanın tiksineceği bir haldir, ama şair tiksinse de öyle demez. O, sadece ‘vicdanen müsterih’ der geçer. Vicdanen müsterihlerin yastıkları, ayakkabıları ortopedik, kaburgaları geniş, derileri kalındır. Böylelerine acı dokunmaz, hayat dokunmaz, söz dokunmaz, kış kıyamet dokunmaz. Böylelerine başkasının acısı hiç dokunmaz.

Her zaman her yerdedirler böyleleri. Siz de çok karşılaşmış olmalısınız onlarla. Kendi adıma, bu tiplerin karşısında çok kereler aciz ve çaresiz kalmışlığım olmuştur. Ahvalleri, halleri, tepkileri pek çaresiz bırakır insanı ve bir şey yapamazsınız. Onların dahi hayattan şikâyetleri vardır ama hepsi alacaklarının tahsiline, kasa ve keselerine dairdir.

Dünya bir gam küresidir, evet öyledir lakin herkese değil, yalnız kalbi olanlara… Olur-olmaz, yerli yersiz gülümseyenlere, hep kazananlara, hiç kaybetmeyenlere gam ve keder yoktur ya da azdır. Esasen hiç kaybetmeyen diye bir şey yoktur ama hayatın büyük kısmını, görünür alanlar böyleleri kaplar. Gamsız baykuşlar, işi tıkırında olanlar.

Şimdi ben, şurada şairden rol çalıyorum. Lafı ona bırakacağıma, sözü sündürüyor, araya girerek onun hikâyesine dâhil olmak istiyorum. Güce kavuk sallayana, hep düşeş atana, gülümseyene, beşuş olana, sebepsiz mutluluk yansıtana, bütün soruları cevaplanmış olana söz söylemenin ne kadar anlamsız olduğunu bile bile bir şey söylemek istiyorum.

Gamsızlıkların, umursamazların, vurdumduymazların karşısında acze düşüyor ya insan besbelli ki, bu saadet karşısında canı yanan şair de tam olarak bunu anlatmak istiyor: “…Bu adamın hiçbir maddi saadeti gözüme batmaz. Fakat öyle geniş bir vicdan istirahati var ki, yüzünde gülümsüyor, sözünde bal gibi tadılıyor, yaşayışında hissediliyor. Ah işte, onun bu vicdan istirahatinde gözüm var” diyor Yahya Kemal.

Elbet gözü olduğundan değil, ama o öyle söylüyor. İroni öyle bir dildir. Dilin içindeki dildir. Isıran ama kanatmayan dildir. Önden narkozu veriyor ve acı geriden geliyor. Sonra hissediyorsunuz, hissiniz kaldıysa…

Bu adamı şöyle anlatıyor Yahya Kemal Bey… “Onu, sekiz seneden beri kaç defa tramvayda, vapurda, yolda böyle gülümser ve müsterih gördümse kendi kendime dedim ki: “Yarabbi serveti de vicdan istirahatini de buna ve bunun gibilere verdin. Ne olurdu serveti buna ve bunun gibilere, vicdan istirahatini de bana ve benim gibilere vereydin… Onlar, maddeten mesut olurlardı, biz de manen teselli bulurduk. Hayatta nasiplerimiz bir dereceye kadar denk olurdu.”

Mütareke sonrası bütün fikir dünyasının hercümerç olduğu, düşünce namusu taşıyanların horlandığı, dışlandığı dönemde herkes nefsini temize çekmekte, çoğunluk birbirini lanetlemekte, büyük travmanın yol açtığı kaos ikliminde insanlar birbirini değersizleştirmekte, itibarsızlaştırmaktadır ki, başarı, zafer ve ganimet paylaşılmasın, dağılmasın. Bu elbet değişmeyen bir yasadır ve o güne ve zamana mahsus bir ruh hali değildir. Ve her zafer aynı zamanda tehlikelerle doludur.

Yahya Kemal o olağanüstü ahvali anlatırken şöyle der: “Dikkat ettim maznunların ilk safında fikir ve kalem sahipleri görünüyordu. Bütün eller, bütün parmaklar onlara dikilmiş, felaketin asıl sahipleri olarak onlar işaret ediliyordu. İktidar denilen leziz iksirden bir katre tatmamış olan bu zavallılara mesuliyet denilen zehrin kadehi lebalep sunuluyordu. Meğer fikir adamlarını ne kadar mühimsermişiz. Nazarımızda onların sesinin ve yazısının ne kadar çok değeri varmış? O zaman anladım.”

Bunlar önelidir, ama bu yazının yazılmasına sebep esas hikâye bunlar değildir. Bu yazının yazılmasına esas sebep başkadır. Aynı yazıda vicdan istirahatiyle, konforla, haksızlık karşısında susmakla itham edilen şairin muhatap olduğu soruya verdiği cevap onu kurtarır nitelikte olduğu gibi, edebiyatın, siyasetin, hukukun, tarihin, ruhiyatın peşinde olduğu en büyük düğümü çözecek anahtarı bize verir. Şöyle ki;

“Siz sustunuz, siz korktunuz, siz kavuk salladınız. Asıl mes’ul sizsiniz. Milletin iki eli yakanızdadır!” ithamları benim gibi son hafta avarelerinin bile yüzüne vuruluyordu. O günlerde vatanperver bir zâta yolda tesadüf ettim. Beni tuttu, karşısına aldı, çatık kaşlarla, kıvılcımlı gözlerle baktı ve dedi ki;

“Gözünün önünde bu kadar insanı astılar. Neye sustun?”

Dedim ki:

“Gözümün önünde astılar da, işte onun için sustum. Çünkü asıl o zaman insanın diz bağları gevşiyor, sesi kısılıyor.”

“Bir insanı sehpada kukla gibi sarkar görünce insan doğrusu isyan edemiyor. Zaten onların maksatları bir yahut beş insan asmak değil, onları asmakla milyonlarca insanı susturmak değil mi? Hazreti Ademden beri asılanlar karşısında bağırmak cüretini insanlar kaç defa göstermiş. Böyle söylemekle beraber vicdanımda bir kabahatin ezasını hissediyordum. Fakat gariptir ki, bana bu suali soran zâta “Sen niçin isyan etmedin” demek hatırıma gelmedi.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan canlı yayında önemli açıklamalar Kemal Can Serveti Ne Kadar? Can Holding Şirketleri Nelerdir? Asıl soru bu: Türk medyasını kim yönetiyor?
Sonraki Haber