Pera, bugünkü Beyoğlu ve çevresini ifade eden mahallin adıdır. İstanbul’un Avrupa tarafında yer alan bu semt geçen asra kadar daha ziyade Batı moral değerlerinin geçerli olduğu küçük bir semtti.
Bir zamanlar Bizans'ın Ceneviz banliyösü olan Galata, Bizans himayesinde bir Ceneviz sendikası tarafından yönetiliyordu. Cenevizlilerin şehirlerini güçlü bir şekilde güçlendirdikleri günümüzde dahi mevcudiyetlerini muhafaza eden masif duvarlardan anlaşılmaktadır. Cenevizlilerin inşa ettikleri uzun kuleler Galata'nın en göze çarpan unsurları olmuştur. Hâlihazırda varlığını sürdürmekte olan Galata Kulesi, Osmanlı dönemi İstanbul’unda beklenmedik zamanlarda çıkıveren sayısız yangınları gözetlemek için bir gözetleme kulesi olarak hizmet vermişti.
Bir zamanlar Pera ve Galata, İstanbul’un sözde Hıristiyan nüfusunun meskûn bulundukları bir muhitti.
Pera, büyük ölçüde yabancı elçiliklerin, konsolosluk ofislerinin ve cepleri dolu yabancıların konutlarının yer aldığı bir yerdi. The New York Times’ın mecazi ifadesi ile caddenin öteki yakası adeta diplomatik temsilciliklerden oluşan bir “koloni” gibiydi. Lord Stratford de Redcliffe de bir zamanlar İngiltere’nin İstanbul Büyükelçisi olduğu sırada Pera’da yaşamıştı. Diplomatlar haricinde burada yaşayan bir hayli yabancı vardı.
Grande Rue de Péra sadece Marsilya’dan gelenlerin ve hafızalarında hala Boulverad de la Republique’in hatıralarını taze bir surette muhafaza eden yabancıların etkilendiği bir yer değildi. Fakat aynı zamanda mağazaları, kafeleri ve birer küçük sarayı andıran büyükelçilik binaları ile Balkan devletleri ve Rusya’dan gelen ziyaretçileri de etkisi altına almaktaydı. Pera’yı parlak yapan ve yabancıların gözdesi haline getiren cazibe unsuru acaba neydi diye sorulabilir. Böyle bir soruya verilebilecek cevap ise belki de; cadde boyunca Avrupa tarzı evlerin yer alması; tramvayın çalışması ve daha o zamanlar yer altından giden Galata Tüneli’nin mevcudiyeti; müzikli açık hava kahvehanesi Petits Champs’ın bahçesi; çok bol olan ve tüm sınıflara hitap edip ve dahi bütün gece açık kalan kafelerinin mevcudiyeti; duvarlarında Fransız tiyatro afişlerinin yer alması; Londra ve Paris firmalarının yerel temsilciliklerinin reklamları; muhafazakâr bir şehrin ortasında bulunsa da modernizmin işgaline uğramış olmasıydı. Genel olarak İstanbul özel olarak ise Pera yabancılar için hakikaten oldukça harika bir yerdi.
Pera'da hem yabancılar hem de muayyen sayıda Müslüman aileler vardı. Yabancı bir aile Pera'nın daha yüksek kısımlarından birine yerleşince, çevredeki Türkler derhal yüksek ahşap çitler ya da kafesler dikerek kendi haneleri ve bahçelerinin iç taraflarının gözükmemesine çalışırlardı. Müslüman ailelerin kısmen yabancılara karşı kendi içlerine kapalı bir surette hayat yaşamayı tercih etmeleri, kısmen de Müslüman kadınlarının, evlerin zemin ve bahçelerinin birbirine olan yakınlığından rahatsızlık duymaları böyle bir davranış tarzını tabii kılmaktaydı. Dolayısıyla da haneler arasında muhtelif malzemelerin kullanılmasıyla, tabii surette duvarlar oluşturulmuştu. Şayet hâlihazırda zaten bir duvar mevcut ise söz konusu duvarlar daha da yükseltilirdi. Bu suretle Pera’nın yabancı sakinleri ile Müslüman aileleri, evler arasına çekilen duvarlarla birbirlerinden manen olduğu gibi maddeten de ayırışmış olurlardı.
Pera’da bulunan mağazalar, lokanta ve kafeler yabancıların uğrak yerleriydi. Sayıları çok fazla olsa da, salon ve kafe gibi yerlerden hiç birisi Türkler tarafından işletilmemekteydi.
Pera caddesinde bulunan mağazalar Türk hanımları tarafından oldukça rağbet gösteren, renkli ve zevkli ipek, saten, dantel ve mücevherleri ile bilinmekteydi. Ancak güzellikleri ile orantılı bir surette, en az Paris ve Viyana'dakiler kadar, pahalı nesnelerdi.
Diğer taraftan bütün İstanbul’un konforlu oteller Pera'da bulunmaktaydı, Pera Palace Hotel sadece varlığını değil, adını dahi bu semtte borçluydu. O tarihlerde otelin çevresi açıktı. Cephesi, kalabalık suretteki Grande Rue de Pera'ya; arkası ise boş bir alan görünümündeki bir Müslüman mezarlığına bakıyordu.
Palace Hotel'in pencerelerinden dışarı bakıldığında arkaik kalıntıların varlığı ile göz göze gelinebilirdi. Pera caddesi de söz konusu arkaiklerden pek farklı bir görünüme sahip değildi dense bu da pek yanlış sayılmazdı. Zira cadde boyunca sıra halinde dizilmiş tahtırevan sandalyelerin sakinleri yaşlı bayanlar, sakat ve kötürümler ile bazı yaşlı erkeklerdi. Caddenin yokluğunu hissettiği kesim ise genç ve aktif insanlardı. Yaşlı ve sakat sınıftan insanlar o kadar fazlaydı ki caddeden rahat bir surette yürümek son derece zahmet vericiydi.
Şehrin en geniş caddesi olan Grand Rue de Pera, akşam saat 6 ile 8 arasında aşırı derecede kalabalık olmaktaydı. Yürümek için yolun ortasına kadar kaldırımdan uzaklaşmak zorunda kalınması gayet normaldi. O kadar insanın nereden geldiği ise oldukça şaşırtıcı bir haldi.
Pera’da gezip dolaşanlar tabii ki sadece insanlar değildi. Sokak ve kaldırımlarında tuğla ve kereste yüklü bir eşekler grubu görmek de her zaman mümkündü. Deve karavanları ise eşeklerin mevcudiyetinden hiçbir surette daha az değildi. Develerin boynunda asılı bulunan çanlar etrafa bir başka farklı ses saçmaktaydı. Atlar da caddenin olmaz ise olmazları arasında yer almaktaydı. Ancak atlar yalnız başlarına ve sırtları ve ağızları eyerli binim atları olduğu gibi arabaya koşulmuş koşum atları şeklindeydi. Dünyanın en kozmopolit şehirlerinden birisi olan İstanbul’da özellikle Para gürültü ve hareketlilik noktasında belki bütün cihana bedeldi. Bu konuda tüm dünyaya meydan okuyabilir bir derecedeydi. Zaten hareketli ve gürültülü bir yer olan Pera, aynı zamanda yüksek tabakanın arabalarından kaynaklanan ayrı bir gürültü ve rahatsızlık mekânın da adıydı.
Sırtlarında kendilerinden büyük ve fazlası ile ağır varil şeklindeki kamıştan yapılmış sepetler ve küfeler taşıyan hamallar Pera’da ayrı bir görüntü oluşturmaktalardı. Hayvan sırtlarına veya arabalara istiflenmiş bir halde irili ufaklı muhtelif türden malların taşındığı Pera’da yolda ya da kaldırımlarda, sokak itlerinden fırsat bulup yürüyebilen rengârenk giysili yayalar görmek de mümkündü. Kıvrılarak uzanan yollarda bu yayaların her birinin ayrı bir dünyası ve ulaşmak istediği bambaşka bir hülyası vardı.
Grand Rue de Pera / Büyük Pera Caddesi’nin ayrılmaz parçalarından birisi de ayılar ve maymunlardı.
İstanbul’un sair sokaklarında olduğu gibi Pera’da da burunlarından zincirli ayıların eli tefli sahipleri tarafından dolaştırıldığı çokça görülürdü. Ayılar zorunlu olarak ve trajikomik görünümleri ile çevresindeki insanları eğlendirmek için oynatılırken İstanbul’un İt Efendileri ise belki de hayvan ırkına yakışmayan ve onu rencide eden bu durumdan ötürü, ayılara fena halde diş bilerlerdi. İt Efendilerin diş biledikleri bir başka Pera unsuru da maymunlardı. Hiç hazzetmedikleri bu hayvanlara da İt Efendiler sempati duymazlar ve hayvanların maskarası olan bu türleri mümkün olması halinde bir çırpıda paramparça etmek isterlerdi.
Pera’da en fazla görülebilen hayvan ise itlerdi. Pera’da itler her tarafta ve her yerdeydi. Muhtelif renkte ve muhtelif boylarda, genellikle grup halindelerdi. Yolda, kaldırımların üzerinde, evlerin, lokantaların, otel ve kasapların önünde her daim hazır olup beklerlerdi. Geceleri ise Pera itlerden sorulur, itler tarafından idare olunurdu. Şafak sökene kadar her tarafta dolaşır, dalaşır ve savaşırlardı. Pera İtleri Musiki Cemiyeti üyeleri bu itler, bazen koro ve bazen de solo halinde değişik türden nağmeler icara ederlerdi. Bazıları uluma havasında, bazıları ise havlama faslında, bir kısmı ise inler halde yahut viyaklar şeklinde en üst perdeden gecenin sessizliğini yankılanan sesleri ile işgal ederlerdi.
Bütün İstanbul’da olduğu gibi Pera ve Galata sokaklarında bulunan kaldırımlar da son derece kötüydü. Sadece kaldırımların bakımsızlığı değil, etraf da kir pas içindeydi.
Şehir esasen tabii bir güzelliğe sahipti. Ancak bu güzelliğin etrafa saçılan pislik, düzensizlik ve üzerleri açık haldeki kirli su kanalları ile yan yana görülmesi de tabii hale gelmiş bir şeydi.
Kötü havalarda, Pera sokakları ve bitişik mezarlıklarda çamurun adeta diz boyuna ulaştığı zamanlarda tek işe yarar ve kıymeti anlaşılan yer ise şehrin iki yakasını birbirine bağlayan ve de bir hayli uzun olduğu söylenebilecek olan Galata Köprüsüydü.