35-40 yaşından büyük kardeşlerim pardon okurlarım hatırlar, ilkokulda “Hayat Bilgisi” vardı.
O derste “Tarım alanları oluşturmak için ağaçları kesmek yanlıştır” temel bilgiydi, öğrenmiştik.
Ne kadar naif bir bilgiymiş meğer.
“Marangoz ormana bakarken kereste görür” ise çok sık kullandığım bir cümledir.
Ormana bakarken kereste görülmesinden geçtim, ağacı görmeyip arsasına ağız suyu akıtan arsızlarla çevrildik.
Dört yanımız yanarken, ağaçları değil toprağını korumaya can atıyor çoğumuz.
Yangın bitmeden fidan derdine düşenlerin paniği de ondan.
Ah o eğitim sistemi, o bozulunca insan bozuluyor, insan bozulunca da ülke…
Akıl ve davranış arasındaki bağın kopuşu da neo-liberal sonuç.
Öyle olmasa. Her yanı hem de çıra gibi tutuşan ağaçlarla çevrili ülkemde, yangın söndürücü uçaklar, helikopterler istiflenmez mi?
Bir ülke kendi yangınını söndürmek için ihale açar mı?
Kocaman holdingler, fidan bağışlamak üzerinden vicdanlarını aklama gösterisi yapacaklarına yangın söndürme uçağı bağışlasalar olmaz mı?
Üstelik “yanan alana fidan dikilmez” bilgisi ayyuka çıkmışken.
Dedim ya akıl ve davranış arasında bağ kopuk.
TÜSİAD, İTO gibi örgütlenmelerin, orman katlinden trilyoner olmuş müteahitlerin bir araya gelip uçak, helikopter almaları zor olmasa gerek.
Sıkıldım toplumsal getirisi sıfır olan sosyal sorumluluk gösterilerinden.
THK’nun kapısına kilit vurmak ya da işsizlikten düğün gezen adamları başına atamak yerine işlevini güçlendirmekti “yerli ve milli” politikanın gereği.
Tüm kıyılarımız aynı anda yanarken nedenini fön rüzgârına, iklim değişimine bağlayarak zekâmızla dalga geçmek olur mu?
Biz, ormanlardan çok orman arazilerine kaygılanırken “Turizmi Teşvik Kanunu” ile o arazilerin otelci Turizm Bakanının keyfine bırakılması haberlerine en tepeden ciddi bir yalanlama beklerdik.
Bir özeleştiri, bir sağduyu.
Güzel ülkem zorlukların üstesinden gelir, yakılanı, yıkılanı yedi düvele inat yeniden yapar, doğasında var.
Ondan korkum yok.
Korkum “körleşme”den. “Hayat bilgisi”nin yok sayılmasından.
“HELP TURKEY” KAMPANYASI
107 yangının 102’si söndürülmüşken #helpturkey “global call” kampanyası başlatıldı.
Sosyal medya hiç bir işe yaramıyorsa da, tuşlarla vicdan rahatlatma işine yarıyor, orası kesin.
Kampanya üzerinden yine ikiye bölündük.
“Dış güçleri yardıma çağırıyorlar” diyen burnunun ucunu görmekten aciz hükümet yanlılarıyla, “Hükümet yardım etmiyor, başka ülkeler yardım etsin” diyen vizyonsuz muhalifler.
Kapışmak bir medya/siyaset tarzı olunca işin aslına bakan yok.
Ben üçüncü gruptayım, mahallesizlik işte. Zira;
Bir, neden #helpturkey de, #helptürkiye değil?
İki, günlerdir Türkiye yanıyor zaten, yardım istediğiniz tüm ülkeler “geçmiş olsun” mesajı yolladılar ama yardım yollayan olmadı.
Üç, diyelim ki yardım yollayan oldu da Hükümet kabul etmedi, siz çağırdınız diye Hükümeti kenara itip geleceklerini sanan romantikler acıklı.
Dört, yardım etmeye niyeti olan sizin “help help”inizi mi bekler? İşte Azerbaycan 100 kişi yolladı yangının üçüncü gününde, Ukrayna üç uçak. Sonrası sadece iyi dilek.
Beş, sosyal medya üzerinden vatan kurtarmaya devam edin elbette, ama hayat gösteri değil, hayat gerçek.
Not: Bir de şu var, anneannem derdi ki, “Karnının doymayacağı yere açlığını belli etme.”
ALEVLER ARASINDA BİR IŞIK
Mete Gazoz Tokyo Olimpiyatlarından okçulukta altın madalya aldı.
Sevindik.
Ben ayrı sevindim.
Çünkü “başarı” ile “adanma” arasındaki sıkı ilişkiyi o kadar güzel ortaya koydu ki.
İnandığı hedefe adım adım nasıl hazırlandığı yazıldı çizildi.
Yüzme, piyano, basketbol, resim dersi alarak hazırlanmasını “adanmışlık”la açıklamak yerine, “olanağı var, tabii başarılı olur” şeklinde görmek tuhaf.
Olanağı çok olup başaramayanlar ne olacak? Ya da hiç olanağı yokken başaranlar?
Gerçek başarılarla, başarısızlar arasında tek bir fark vardır, “adanmışlık.”
Yaptığınız işe aşkla, tutkuyla bağlı değilseniz başarılı olmanız tesadüflere bağlı olur.
Başarısızlıklarınıza bahaneniz çoktur.
Voleybolda başarılara imza atan Milli Takım kaptanı Eda Erdem’in sözlerini de Mete’nin adanmışlığının üzerine koyun derim:
“Voleybol bizim için yalnızca bir spor değil. Bizim hayatımız. Nasıl insana yaşaması için oksijen gerekirse, bize de voleybol öyle gerekiyor. Aşkla oynuyoruz.”
ANLAMIYORUM
Bir, neden başka ülkelerin cumhurbaşkanları bizimki kadar sık canlı yayınlara çıkmıyor? Onlar neyi kaçırıyor da bizimki kaçırmıyor?
İki, ülkemize akın eden Afganlar neden hep gençler ve erkeklerden oluşuyor?
Ve çoğunluğu nasıl oluyor da Türkçe biliyorlar? Bu gariplik bir benim dikkatimi çekiyor olamaz değil mi?
Üç, aşı olmayanlara yasak getirilmesinin aşıya teşvik dışında bir anlamı olabilir mi? Zira aşı olan da olmayan da virüsü taşıyor.
Dört, Turizm Bakanlığı’nın “İstanbul, new cool” reklam filminde hoplayıp zıplayan gençler var, iyi de “cool”luğun olmadığını bir ben mi görmüyorum?
Lokumla “cool”luk arasında zekâmın yetmediği bir ilişki var demek ki.
Beş, iktidar yanlısı ya da muhalif medyanın kendi taraftarını “konsolide etmesi” işlevi bir bana mı komik geliyor?
Altı, Ece Üner, Fulya Öztürk gibi habercilerin arka arkaya “reality show” yapmaya heveslenmelerini açıklayacak bir medya teorisi yok. Var da ben atlamış olabilir miyim?
Yedi, Türkiye Futbol Federasyonu fidan kampanyasına her sarı kart için bir, her kırmızı kart için beş fidan dikerek katılacaklarını açıkladı.
Durumun abzürtlüğünü açıklayabilecek bir zekâ hemen beni bulabilir mi?
BİR KENARA YAZIN
20 küsuruncu senesinde sanki dün gelmiş gibi açıklamalar yapan GS teknik direktörü Fatih Terim şöyle dedi: “Haaland’ı bulduk ama alamadık. Morutan’ı beğeniyorum ama o fiyata alamayız.”
Bu ifadeler bana, bu yıl da şampiyonluk zor diyor. Adam bahane idmanı yapıyor gibi.
Bir kenara yazın.
AKLIMDA KALAN
Acıklı bir milletvekili narsizmi: CHP milletvekili Turan Aydoğan’ın videosunu izlemişsinizdir, trafik polisine “beni nasıl tanımazsın” diye fırça çekmişti. Tam Levent Kırca’lık bir ülkede yaşıyoruz. Turan bey gibi büyük şehir vekillerinin çoğu o makamlara hak ettikleri için gelmezler, genel başkanlar istedi diye gelirler bu bir. Yeni yönetim sisteminde bakanların adını bilmiyoruz ki vekillerinkini bilelim bu iki. Turan Bey ya bir an önce kendisine çekidüzen verir ya da hayat kendisine yerini hatırlatır.