Türk-Hint ilişkileri M.Ö. II. yüzyılda Saka Türklerine kadar uzanabilen, o denli engin ve zengin bir maziye sahiptir.
Aradaki uzun tarihi safhaları ve yaşanan olayları bir tarafa bırakır biraz daha günümüze doğru yaklaşırsak söz konusu ilişki ona altıncı asırdan itibaren Osmanlı-Hindistan münasebetleri şeklinde karşımıza çıkar. Türk-Hint ilişkilerinin ikinci dönemini oluşturduğu söylenebilecek olan bu fasıl aynı zamanda Türk-İngiliz yakınlaşma ve ayrışmasının da tarihidir. Bu dönem, günümüze yansıyan etkileri yanında daha canlı ve daha heyecan verici unsurları bünyesinde barındırması bakımından daha fazla ilgi konusudur.
Kıta derecesindeki coğrafyası, kurulan Türk devletleri ve medeniyetlerine ev sahipliği yapması ve topraklarında milyonlarca Müslümanı barındırması ve sair nedenlerden ötürü, Hindistan özelinde Uzak Doğu’ya ilginin ziyadesi ile yoğunlaştığı bu faslın yakın dönemdeki en dikkat çekici süreci ise Sultan II. Abdülhamid’in saltanatta bulunduğu yıllardır.
İmparatorluğunun mevcudiyetini, aldığı ve uygulamaya koyduğu somut tedbirler kadar İslamcılık gibi soyut teşebbüsler ile de muhafaza etmeye çalışan II. Abdülhamid döneminde Türk-Hint ilişkileri ciddi bir ivme kazanmıştır. Hamidiye İdaresi İslamcılık cereyanı ve hilafet propagandası ile Hindistan Müslümanları nezdinde son derece değerli hale gelmiş, iki coğrafya arasında kurulan inanç yüklü gönül köprüsüyle de İstanbul’un hilafet merkezi olduğunun kabul edilmesi neticesi ilişkiler pozitif anlamda gelişerek had safhaya ulaşmıştır. Bu durum dolayısıyla olmalıdır ki Pakistanlı büyük şair Muhammed İkbal “İslam Şehirleri” adlı şiirinde İstanbul’u “İslam toplumunun kalbi” olarak tanımlamıştır.
Hamidiye Dönemi’nde adeta yeniden yeşerip gürbüzleşen Türk-Hint ilişkileri Abdülhamid idaresi sonrasında da, giderek solmaya yüz tutmuşsa da, mevcudiyet ve merbutiyetini özellikle Milli Mücadele yıllarında bütün varlığı ile ortaya koymuş ve hissettirmiştir.
Milli Mücadele yılları ile başlayan ve günümüze kadar uzanan dönem ise Türk-Hint ilişkilerinin yeni ve modern tezahürlerine sahne olmuştur.
Genel olarak ifade etmek gerekirse Hint Müslümanları Müslüman Türk idaresine, aşağıda da ifade edildiği üzere, her daim maddi ve manevi destek verme çabasından azade olmamışlardır.
1853 KIRIM SAVAŞI’NDA
On dokuzuncu asrın ikinci yarısında Hint Müslümanlarının Osmanlı İmparatorluğuna yakınlığının somut bir şekle bürünerek yardım kampanyaları şeklinde tezahür ettiği görülür. Bunun ilk adımı 1853’te Kırım Savaşı vesilesi ile gerçekleşmiştir. Bu dönemde Müslümanların yaşadığı muhtelif Hint şehirlerinde Osmanlı askerleri adına maddi destek kampanyaları başlatılmıştır.
1877-1878 OSMANLI-RUS SAVAŞI’NDA
1853 Kırım Savaşı’nda başlatılan maddi destek kampanyaları 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı dolayısıyla yeniden tekrarlanmıştır. Bu savaş dolayısıyla Güney Asya Müslümanları ile Osmanlı Devleti arasındaki ilişki yeni bir boyut kazanmıştır. Güney Asya Müslümanları Osmanlı’nın düşmesini İslam’ın istikbali için en büyük risk olarak görmüş ve değerlendirmişlerdir.
İnanç birlikteliği ve İslam kardeşliği gereği Hint Müslümanları; “Türkler için yapabileceğimiz her şeyi yapmak bizim için farzdır; zira yeryüzünde Müslümanların taşıdıkları haysiyet Türkler yüzündendir.” yaklaşımı ile başlattıkları yardım kampanyaları neticesi Osmanlı Kızıl Haç Cemiyeti’ni 125.000 Osmanlı Lirası maddi destekle uğurlamışlardı. Ayrıca İngiltere Kraliçesi Victoria’ya da Osmanlı’ya destek vermesi ve Balkanlarda yaşanacak zulümlere bigâne kalmaması konusunda uyarıda bulunmuşlardı.
1897 OSMANLI-YUNAN SAVAŞI’NDA
O günkü tarihlerde Hindistan sınırlarında, günümüzde ise Pakistan dahilinde bulunan Karaçi şehri halkı 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı sırasında yine Müslüman Türk kardeşlerinin yardımına koşmuştu.
Karaçi halkınca İstanbul’a çekilen bir telgrafta; “Bütün servetimiz, evlerimiz, mülklerimiz, bedenimiz ve ruhumuz büyük İslam hükümetinin yoluna feda olsun.” denilmekteydi.
Savaş zaferle neticelenip Yunanistan mağlup edilince Bombay’da bulunan bütün camiler ışıl ışıl aydınlatılmış, zafer muştuları en kalbi sevinç tezahürleri ile paylaşılmıştı.
TRABLUSGARP SAVAŞI’NDA
1911’de Trablusgarp’ta İtalyan işgaline karşı savaş başlayınca bu savaşta şehit düşen Türk askerlerinin ailelerine bağışlanmak üzere Hindistan’da yardım sandıkları açılmıştı. Nihayet toplanan paralar bir kez daha Türk Kızılayı’na teslim edilmişti. Ayrıca 1912’de hastabakıcılarıyla birlikte yüz yataklı seyyar bir hastane ve 10.000 İngiliz lirası gönderilmişti.
BALKAN SAVAŞI’NDA
Balkan Savaşları sırasında Bombay’daki Hint Müslümanlarının ilk bağışlarını sonraki bir dizi bağışları izlemişti. Kalküta Hilâl-i Ahmer Cemiyeti örneğin 1.700 İngiliz Lirası tutarındaki bir bağışla maddi destek kampanyasındaki yerini hemen alıvermişti.
Lahor Müslümanları Osmanlı halifesine ulaştırılmak üzere 300 liralık bir bağış çekini Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’ne teslim etmekte gecikmemişti. Rangon Müslümanları da İngiliz Elçiliği vasıtası ile Kızılay Cemiyeti’ne 3.500 İngiliz Lirası göndermişti.
Balkan Savaşlarında Hint Müslümanlarının Osmanlı Devleti’ne maddi olarak ulaştırdıkları bağışların miktarı 22.399 İngiliz lirasına ulaşmıştı.
MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİNDE
Hint Müslümanları Müslüman Türk milletini Milli Mücadele yıllarında da yalnız ve desteksiz bırakmamıştı.
Geleneksel bir hal alan bağış kampanyaları çerçevesinde Hindistan’da hemen her yerde Hint Hilafet Komitesi’nin yardım çağrıları duyulmaktaydı. Hint Müslümanları ise bu kutsi çağrıya büyük bir samimiyet ve cömertlikle cevap vermişti.
İlk zamanlar Türkiye’ye ulaştırılmak üzere 106.666 İngiliz lirası toplanmıştı. Bu para vakit kaybetmeksizin Ankara’ya iletilmek üzere Bombay’daki Hilafet Komitesi Başkanlığı’nın hesabına yatırılmıştı.
Daha 1919’da Nisan ayında Türk basınında, Emir Ali Efendinin Hariciye Nazırı Ferit Paşaya 1.287 lira 25 kuruş gönderdiği haberleri yer almıştı.
1921 Ekiminde ise Hint Hilâl-i Ahmer Başkanı Emir Ali, Anadolu’da baş gösteren Yunan işgali dolayısıyla Türk Hilâl-i Ahmerine 500 İngiliz lirası takdim etmişti.
Mayıs 1920 - Ocak 1921 tarihleri arasında Bombay şehrindeki Hilafet Cemiyeti’nin yaptığı bağış 33.000 İngiliz lirasını bulmuştu.
1921 yılı başlarında Hilal-i Ahmer Genel Merkezi tarafından Ankara’ya toplanan 250.000 lira gönderilmişti.
1921 yılının yalnızca Nisan – Ağustos ayları arasında toplanarak öksüzler ile savaşta şehit düşen askerlerin yoksul ailelerine ve Hilâl-i Ahmer’e yardım maksadıyla toplam 58.650 lira verilmişti.
1922 yılı itibarı ile Hindistan Müslümanlarının Milli Mücadele’ye 750.000 lira kadar bir yardım sağladığı anlaşılmaktaydı.
Milli Mücadele’de Hint Hilafet Komitesi’nce sadece Mustafa Kemal’e 781.570 Türk Lirası (122.000 İngiliz Lirası) ve muhtelif yerlerden de 254.038 Türk Lirası (8.252 İngiliz Lirası) olmak üzere toplam 1.035.608 Türk Lirası (130.252 İngiliz Lirası) yardım gönderilmişti.
Hint Hilafet Komitesi ayrıca 1921–1922 yıllarında Anadolu’da savaşan Türk askerlerinin ihtiyaçlarına derman olur ümidi ile 40.000 parça eşya da sevk etmişti.
Hint Müslümanlarının muhtelif tarihlerde kendi aralarında çeşitli yollarla toplayarak değişik tarihlerde Ankara’da Mustafa Kemal ve arkadaşlarına gönderdikleri parasal bağışların toplamı 130.252 İngiliz Lirasıdır. Bu meblağ o günkü değerle, 1.035.608 Türk Lirası etmekteydi… Mustafa Kemal Paşa bu paralar için Hint Hilafet Komitesi’ne ve Müslümanlarına teşekkür mektupları yazmış, Anadolu halkı adına şükranlarını sunmuştur.
Hintlilerce yapılan en büyük yardım ise 782.000 Lirayla Hint Hilafet Komitesi’nden gelmişti. Mustafa Kemal Paşa bu paraları savaşın yaralarının sarılmasına ve tabii ki savaş sonrası elde kalanları da İş Bankası’nın kurulmasına harcamıştı. Bu inkârı nâkabil, gayet aleni bir vakıadır.
Mustafa Kemal, tabii ki tüccar değil, bir askerdi. Gelir olarak sadece maaşı vardı. Bazen onun bile ödenmesi, mali sıkıntılar nedeniyle, ödenmez sonraya kalırdı. Osmanlı Devleti’nin, İttihatçı Hükümetler döneminin ve Cumhuriyet devri idarelerinin mali yapıları da herkesçe malumdu. Peki, Mustafa Kemal İş Bankası’nı kurmakla kötü mü etmişti. Tabii ki hayır. Hem de koskoca bir hayır. O elindeki parayı çarçur da edebilir, birilerine kıyak da geçebilirdi…
İş Bankası bugün başlı başına bir devlettir. İşletmecilik adına takdire şayan bir noktaya gelmiştir. CHP’nin İş Bankası idaresindeki rolü de bellidir. Ancak 1923’ler ile günümüz şartları işletmecilik, devletçilik, devlet maliyesi, üretim ekonomisi ve en önemlisi demokratik açıdan aynı değildir. Mustafa Kemal Atatürk’ün İş Bankası’nı kurup CHP’ye teslim ederken ne niyette olduğu da bellidir. CHP o dönem bizatihi devletti… İş Bankası'nı o başka kime teslim edebilirdi ki… Bugün artık İş Bankası’nın yeri kuruluşu tarihinde kuruluşunu gerekli kılan felsefe çerçevesinde yeniden ele alınıp belirlenmelidir…