Eylül ayının geride bıraktığımız ilk günleri Sivas Kongresi’nin yıldönümü günleri idi. Dolayısıyla haklı olarak gündemimizdeki konulardan biri oldu.
Şüphesiz ki Sivas Kongresi Türk Kurtuluş Savaşı’nın iki temel dinamiğinden biridir.
Sahadaki mücadelenin ruhu ve felsefesi, elde edilen galibiyetlerin reçetesi ve nihai kurtuluşa erilmesi Erzurum ve Sivas Kongrelerinde alınan kararlar neticesinde mümkün olabilmiştir.
Ancak tarihe at gözlüğü ile bakmak, hadise ve gelişmeleri o suretle okumak hem eksik, hem yanlı hem de netice itibariyle toplumda kutuplaşmaya sebebiyet verecek bir durumdur. Kaldı ki Mustafa Kemal’in son derece önemsediğim; “Atatürk'ün Tarih yazmak tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır” tespitine de aykırıdır.
Dünden bugüne yakın tarihimizin resmi ve gayri resmi tarih diye tartışma konusu edilmesinin ve tarih konusunda herkesin kendisine göre bir doğrusunun olması da hep bu durumdan ötürü değil midir?
Türk Kurtuluş Savaşı’nın tam olarak anlaşılması ve doğru değerlendirilebilmesi için hiç şüphe yok ki son dönem hadiselerinin derinlemesine bir surette bilinmesi gerekir. O dönemde kurulmuş olan teşkilatların her birinin yakinen bilinmesini icap ettirir. Pek tabii ki o devrede kurulmuş olan teşkilatları yerli ve yabancı, gizli ve aşikâr, yararlı ve zararlı diye kısımlara ayırmak mümkündür. Ancak ister yurt içinde isterse yurt dışında kurulmuş olsunlar o devirde kurulmuş olan teşkilatların hemen hepsi Anadolu’ya yönelik faaliyette bulunmuşlardır.
Döneme dair yerli ve yabancı belgeler yakından incelendiğinde Kurtuluş Savaşı’nın mutlu son ile tamamlanabilmesi için Anadolu’nun, bugün bize öğretilenlerin ve bilinenlerin dışında başka kongrelere de ev sahipliği yapmış olduğu görülür. Bu noktada hepimizin çok iyi bildiği Sivas’ta 4 Eylül 1919 - 11 Eylül 1919 tarihleri arasında gerçekleştirilmiş olan ulusal nitelikli kongrenin dışında, çoğu insanın ve hatta birçok tarihçinin dahi bilmediği, bir de uluslararası nitelikte bir başka kongre daha düzenlenmiştir.
İkinci Sivas Kongresi diye adlandırabileceğiniz bu kongre Muvahhidin Cemiyeti’nin öncülüğünde gerçekleştirilmiştir.
Muvahhidin Cemiyeti’nin temel gayesi, tüzük maddelerinden ifade edildiğine göre, her türlü vasıta ve imkânı kullanmak suretiyle hali hazırda yabancı devletlerin koruması veya istilası altında bulunan Müslüman ülkelerin tam bir bağımsızlığa kavuşmalarını sağlamaya çalışmak ve bu ülkeleri Osmanlı hilafetinin liderlik edeceği evrensel İslam Birliği çerçevesinde birleştirmekti. Cemiyet’in Osmanlı hilafetine, Osmanlı hanedanlığına ve Türk devletine bağlı kalmakta karlı olduğu hususu tüzük maddelerinde hassasiyetle dile getirilmiştir. Türkiye’nin adaletsiz bir barış anlaşması ile karşı karşıya kalmaması için Cemiyet tüm gayretini bu noktaya teksif etmiştir. “Hicaz Kralı” müstesna, tüm Müslümanlar genel olarak cemiyetin gerçekleştirmeyi öngördüğü hedefler üzerinde ittifak etmişlerdir.
Ankara Büyük Millet Meclisi’nin yüzden fazla üyesinin prensiplerine bağlanmasını sağladığı ve hedeflerinin tahakkuku yolunda Suriye, Mısır ve Irak halkı tarafından büyük destek gören Muvahhidin Cemiyeti, Şam, Humus, Baalbek, Kahire, Tanta, Reşid, Hayfa, Halep, Zor, Bağdat, Necef ve Kuveyt’te merkezler oluşturmuş, Mısır ve Bombay’da ise şubeler açmıştır.
Cemiyet’in ilk genel kongresi ise 11 Kasım 1919’da Sivas’ın Zara kazasında bulunan bir Rüştiye’de yapılmıştır.
Gerçekleştirilen bu ilk kongrede dünya Müslümanlarına hitaben, İslam’ı ve Müslüman milletleri yok etmeğe çalışan Hristiyan güçlerin saldırılarına karşı mücadele etmekte tek vasıta durumundaki bu cemiyete destek vermeğe çağıran, dini esaslara dayanılarak hazırlanmış, şu beyanname yayınlanmıştır:
“Müslümanlar,
(Selam ve dua kısmından sonra)
Bugün İslam dünyası yeni bir Haçlı seferi tehlikesiyle karşı karşıya bulunmaktadır. Her gün birçok Hristiyan hükümetlerinin hakları tam olarak tanınır ve teyit edilerek bağımsızlıkları kabul olunurken maalesef Türk milletleri ise sürekli olarak varlık haklarının ellerinden alındığına şahit olmaktadır. Eğer takınılan bu tavra karşı hareketsiz kalacak olursak Allah ve onun peygamberi nezdinde lanetlenmiş olacağız. Hem bu dünyada hem de ahirette emniyetten mahrum kalacağız.
Hazreti Peygamber bütün Müslümanların kardeş olduğunu ilan etmiştir. Eğer onun şefaatine nail olmak istiyorsak onun tüm arzularını yerine getirmek zorundayız.
Müslümanlar ortak tehlikeye karşı birleşik bir mukavemetle karşı koymalıdırlar. Böyle bir mukavemet ise ancak teşekkülünde tüm İslam dünyasının yer almış olduğu Muvahhidin Cemiyeti’ne yapılacak olan her türlü maddi ve manevi destekle mümkündür.
Tüm din kardeşlerimizi Allah ve Peygamber aşkına ve İslam’ın emniyeti adına bize yardımda bulunmaya davet ediyoruz.”
İlk genel kongreye katılan ve isimleri belli olan 37 delegenin 12’sini, Mustafa Kemal ve Rauf Beyin de dâhil oldukları, Türk Milli Mücadele hareketi temsilcileri oluşturmuştur. Geriye kalanların dokuzu hariç, diğerleri ise yöresel Türk temsilcilerden teşekkül etmiştir. Dokuz kişi olarak hariç tutulanlar ise Mısır, Suriye, Arabistan, Güney Kafkasya ve Kırım delegeleri olmuştur.
Cemiyet’in Yürütme Kurul Üyelerini, başkanlığını Hasibzâde Vecihi Efendinin, sekreterliğini eski Bahriye Nazırı Rauf Bey ve İsmail Beyin yürüttüğü üyeler teşkil etmiştir.
Bekir Sami Bey yapılan toplantının gayesini şu sözlerle dile getirmiştir:
“Türkiye’nin, nasıl olduğu bir yana, son savaştan mağlup olarak çıkması bize bir gerçeği göstermiştir:
Hristiyan dünyası Müslüman dünyasını kendi despotik boyunduruğu altına almak arzusunu taşımaktadır. Müslüman unsurlardan alınan haklar, ki bu haklar daha küçük Hristiyan milletlere verilmiş olacaktır, tersine çevrilmiş durumlardır. Mısır, Hindistan, Fas, Cezayir, Tunus ve Afrika’da Trablusgarp’ın haline bakınız. Tüm bu ülkeler İngiliz, Fransız veya İtalyan boyunduruğu altında inlemektedirler. Despotizm altında inleyen bu halkların Müslüman olmaktan başka bir suçları var mıdır? Bunların Habeşistan ve Karadağ halkı kadar bağımsızlığa liyakatleri yok mudur? Bu vaziyet karşısında, bağımsızlığımıza ve mevcudiyetimize karşı ittifak içerisinde bulunan Hristiyanlığın fanatik saldırılarına karşı koyabilmek için samimi bir şekilde İslam’a sarılmak zorundayız. Peygamberin talimatları doğrultusunda, tüm Müslümanlar arasında ittihadı ve kardeşliği tesis etmek durumundayız. Zira emniyetimiz için başka bir yol söz konusu değildir. Bundan dolayıdır ki, programını okumuş olduğunuz, cemiyet kurulmuştur.
İslamcılık, bazı fanatiklerin inandığı gibi, tecavüzde veya baskıda bulunmayı gaye edinmez. Sadece meşru müdafaayı hedef alır. Faydasız sözlerle vakit geçirecek durumda değiliz. Bundan dolayı, İslam ittihadının gerekliliğini takdir ederek, şuan burada mevcut olan kıymetli temsilcilerini bize göndermiş bulunan kardeşlerimize şükran borçluyuz.
Şu anki kongremize delege gönderememiş olan Hindistan, Afganistan, Buhara, Cezayir, Fas ve Muskat’lı kardeşlerimizin, Allah’ın izni ile ikinci kongremize katılacaklarını ümit etmekteyiz.
Kongreye katılanların Yönetim Kurulu Üyelerini seçmelerini öneriyorum.”
Bekir Sami Beyin teklifi sonrası Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey, Ahmet Bey Attar, Cilanizâde Necip, Ahmet Zafer el-Nebai, Yahya Tehmasab, Rauf Peşdili ve Cevherizade Ahmet Nimet altı ay süre ile Yürütme Kurulu Üyeliğine seçilmişlerdir.
Muvahhidin Cemiyeti’nin üçüncü toplantısı ise 10 Aralık 1919’da Sivas’ta İdadi Mektebi’nde gerçekleştirilmiştir.
Kurtuluş Savaşı’nın önderi Mustafa Kemal Paşa bu cemiyetin müdavim ve üyelerinden biri olmuştur. Kongre üye ve temsilcilerine hitaben bir de konuşma yapmış ve Cemiyet’in Yürütme Kurulu Merkezi’nin Ankara’ya aktarılmasının gerekliliği üzerinde durmuştur.
Mustafa Kemal Paşa ile Rauf Bey ve ayrıca seçilecek olan üç kıdemli kurmay subaydan oluşan bir askeri kurul oluşturulması kararlaştırılmıştır. Bu kurul mevcut olan ve olması planlanan Milli Mücadele kuvvetlerini tanzim ve idare etmeğe çalışmakla görevlendirilmiştir.
Arşiv kayıtlarında belirtildiğine göre yapılan Sivas’ta yapılan bu toplantı ayrıca kamera ile kayıt altına alınmıştır.