Önceki zamanlarda İstanbul’un güzelliğini kıskanarak ona zarar vermek üzere bir dizi afetler vuku bulmuştu. O güzelim konakları ve köşkleri kül eden yangınlar, şehri bütünüyle silkeleyip harap eden depremler ve sakinlerine eman vermeyen kolera, veba ve tifüs türünden salgın hastalıklar söz konusu afet ve musibetlerden sadece bazıları olmuştu.
İstanbul’da 31 Mart 1901’de, daha evvelce çok daha beterleri yaşanmış olan yeni bir deprem gerçekleşmişti.
Depremin olduğu sırada Sultan Abdülhamid ve önde gelen devlet erkânı, töreni seyretme merakında olan ve dolayısıyla ellerinde davet edildiklerini gösterir davetiyeleri bulunan yabancı diplomatlar ile Dolmabahçe Sarayı’nda Bayram Muayedesi için toplanmış bir haldelerdi.
Sadrazam, nazırlar ve diğer devlet ricali el pençe divan bir halde, azami derecede bir sükûn hali ve saygı içerisinde ve belli bir mesafe aralığında, bayramını tebrik maksadıyla Abdülhamid’i selamlayıp edeple önünden geçmekteydiler.
O sırada Saray Bandosu bir biri ardınca neşeli parçalar çalmaktaydı. Bayram havası sadece yüreklere değil, hınca hınç dolu o koskoca koca salonun her tarafına bütünüyle sinmiş ve duvarlarına dahi nüfuz etmişti.
Fakat üst balkonda bulunan ve yukarıdan bakarak aşağıdaki bayramlaşmayı bütün detay ve teferruatı ile izlemekte olan katılımcılar, özellikle de yabancı misafirler ve diplomatlar arasında olmaması gereken bir hareketlilik yaşanmaya başlanmıştı. Bunların büyük bir kısmının panik halinde kendilerini dışarıya atmaya çalıştıkları görülmekteydi. Bütün letafeti ile çalan Saray Bando Takımı da susmuş, neşeli parçalar daha fazla duyulmaz olmuştu. Müzisyenler de açılan kapıdan yahut kırılan camlardan can havli ile fırlayıp dışarıya doğru kaçmaya başlamışlardı.
Kısa bir süre önce bütün sessizliğin, nizam, huşu ve ihtişamın hâkim olduğu salonda artık tümüyle, korku, endişe ve kulakları tırmalayan bir uğultu, çığlık, kargaşa ve intizamsızlık vardı.
Sultan Abdülhamid de ister istemez oturduğu muayede tahtından kalkmış ve gayri tabii olarak ileriye doğru birkaç adım atmıştı. Öyle anlaşılıyordu ki o da Muayede Salonu’nu terk etmek istiyordu. Ancak hemen kendisini toparlamış, zihnini ve duygularını kontrol altına almış ve hadiseyi büyük bir sükûnet ile karşılamaya yönelmişti. Kısa bir süre sonra da tekrar makamına geçmiş, oturmuş ve bayramlaşma töreninin devam etmesini emretmişti.
Deprem sırasında Abdülhamid’in sergilemiş olduğu tavır birçok kimse tarafından bir erdem ve cesaret örneği olarak görülüp değerlendirilmişti. Gerçi depremin gerçekleştiği ilk anlarda biraz korku duymuş, hatta yüzü soluklaşmış ve oturduğu tahtın kenarlarını elleri ile biraz da paniklemiş bir halde sıkıca tutmuşsa da, şokun nedenini öğrenir öğrenmez, kendisini inatçı bir kahraman haline getirebilmeyi de başarabilmişti.
İstanbul’da bulunan Amerikan Elçiliği Sekreteri Lloyd C. Griscom da töreni yakından izlemek ve gözlemlerde bulunmak üzere Bayram Muayedesine katılan yabancı diplomatlardan biri olmuştu.
Griscom, töreni izlemek üzere üst katta diplomatlar için ayırılmış olan localardan birine oturmuş ve yukarıdan aşağıya herkesi ve her şeyi olduğu gibi görebilmişti.
Griscom’un belirttiğine göre deprem sırasında salonda, en üst devlet ricali ve yabancı izleyicilerden oluşan, toplamda 3.000 kişi yer almıştı.
Depremin başlaması ile birlikte katılımcı ve izleyiciler arasında panik havası oluşmaya başlamıştı. Depremin gerçekleşmesi ise törene katılanların tam da Abdülhamid’e bağlılık ve sadakatlerini arz ettikleri sırada, saat sabah 09.00 sularında vuku bulmuştu. Şok anında salonda yer alan süs eşyaları ve duvarlarda asılı daha başkaca şeyler yerinden çıkmış, düşüp kırılmış ve duyulan korkunun şiddetinin daha da artmasına neden olmuştu. Yaşanan panik ve duyulan korku neticesi herkes tabii olarak kapdan yahut camları kırılan pencerelerden dışarı kaçmaya çalışmıştı.
Herkesin kaçmaya çalıştığı bir sırada kapı ve pencere ağızlarında oluşan izdihamın neden olabileceği muhtemel tehlikeleri sezen Abdülhamid, oturduğu yerden derhal ayağa kalkmış, biraz ilerleye doğru çıkmış ve panik halindeki devlet ricaline yerlerinde kalmaları emrini vermişti. Daha sonra da ulemadan birine özel deprem duası olarak bilinen duayı okumasını rica etmişti. Abdülhamid’in emrine anında itaat edilmiş ve salonda bulunanların hiç birisi dışarı çıkmaya teşebbüs etmemişti.
Abdülhamid’in söz konusu deprem sırasındaki tavrını sayfalarına taşıyan The New York Times, anlatılanların doğruluğunun teyit olunduğunu belirttikten sonra; “öyle gözüküyor ki Abdülhamid kaderine rıza göstermiş ve yaşananları tevekkülle karşılamıştı” diye yorumda bulunmuştu.
Sultan Abdülhamid’in Kızı Ayşe Osmanoğlu da tanık olduğu o anı hatıralarında:
"Cümlemiz ellerimizi açarak Cenab-ı Hakk’a dua edip sığındık. Akıllarımızı başlarımıza topladık. Bize gayret gelmişti. O zaman ‘Aman, Efendimize ne oldu?’ diye pencerelere koştuk. Bakmaya başladık. Salon karmakarışık olmuştu. Hiç kimse yerinde değildi. Babam, yalnız başına, tahtının önünde kılıcına dayanmış, ayakta duruyor, Ezan-ı Muhammedi’yi dinliyordu. Yavaş yavaş herkes sükûnete geldi. Paşalar, beyler yerlerini almaya başladılar. Babam, metanetle tahtına oturdu. ‘- Muayede başlasın!’ emrini verdi. Muzıka çalmaya başladı. Muayede devam etti. Babamı böyle görünce hepimiz sevinçle birbirimizi tebrik ettik, geçmiş olsun dedik. Sonradan işittiğimize göre kırılan camdan birçok kimse kendilerini dışarı atmış. Avizelerin düşen parçasının 700 kilo ağırlığında olduğunu söylediler.”
şeklinde tasvir etmiştir.
Kansas City Daily Journal ise depremin gerçekleşmesinden çokça zaman evvel okuyucularına tanıttığı Abdülhamid ile ilgili sayfalarında şu ifadelere yer vermişti:
“Günümüzde Abdülhamid’i şüphe uyandırıcı bir korkak olarak kabul etmek modadır. Korkaklık Osmanlı Hanedanı’nın hiçbir zaman vasfı olmamıştır. Hanedan’ın her bir ferdi kalıtsal olarak cesaret yüklüdür. Abdülhamid, hanedan kuşağına ait olduğunu göstermek için gerekli olan cesaret kanıtını -93 Harbi sırası ve sonrasında- yeterince sergilemiştir.
Sultan Abdülhamid’in deprem sırasındaki cesaret ve metanetine hayran olan ve kendisini imrenerek kutlayan çağdaşı bir isim daha vardı: Alman İmparatoru William.
İstanbul gazeteleri depremin hemen ardından İmparator William’ın Sultan Abdülhamid’e göndermiş olduğu ‘geçmiş olsun telgrafı’ metnini yayınlamışlardı. Söz konusu telgrafın Türkçe metni şöyleydi:
“İçeride Bayramlaşma töreni esnasında Majestelerinin büyük bir tehlikeye maruz kaldığını ve Tanrı'nın Majestelerinin değerli hayatını nasıl açıkça koruduğunu derin bir heyecan ile yeni öğrendim.
Tehlikeden kurtulması dolayısıyla Majestelerine en içten tebriklerimi sunarken, ayrıca tehlike sırasında sergilediği tutum ve törende bulunan yabancılara cesaret örneği olması yönüyle de Majestelerine olan hayranlığımı gizleyemiyorum.
Majestelerini merhametinde muhafaza etmesi ve kutsal emanetinde tutması için Tanrı’ya dua ediyorum.”