Günlerdir CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Kürt Sorununun çözümünde meşru muhatap HDP’dir” açıklamasını konuşuyoruz. HDP’li Sezai Temelli’nun “muhatap İmralı” açıklamasından sonra açıklamalar arka arkaya geldi. Gelinen nokta, Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Parlamento dışında bir adres yoktur. İmralı da Kandil de muhatabımız değildir” açıklaması oldu.
Şimdi burada bir virgül koyup (deyim yerindeyse) filmi biraz başa saralım.
Çözüm Sürecinde düğmeye 2013 yılının hemen başında basılmıştı. Ardından reaksiyon gösterildi. CHP’den gelen tepki süreçten çok yöntemineydi. Kılıçdaroğlu ve o dönemdeki kurmayları sık sık TBMM’yi işaret ederek “Çözümün yeri Meclis’tir” dediler.
Hatta Kılıçdaroğlu, 10 Mayıs 2013 tarihinde İstanbul Swiss Otel’de gazetelerin genel yayın yönetmenleriyle “Demokrasi ve Özgürlük Bildirgesi” başlıklı bir toplantıda yaptığı buluşmada bu öneriyi açık açık maddelendirdi. O toplantıda Çözüm Süreci ile ilgili değerlendirmelerini ve önerilerini sıralayan Kılıçdaroğlu, 12 üst, çok sayıda alt madde ile sıralanan metnin 6’ıncı maddesinin ikinci ve üçüncü alt maddelerinde şunları okudu:
6.2 CHP, iki ayaklı yöntem önerisini Haziran 2012’de AKP Genel Başkanı Erdoğan’a resmen ve yazılı olarak sunmuştur. Bu önerinin birinci ayağı TBMM’de “Toplumsal Mutabakat Komisyonu” kurulmasıdır. İkinci ayağı ise Meclis çatısı dışında görev yapacak, ancak “Toplumsal Mutabakat Komisyonu”na bağlı olarak çalışacak bir “Akil İnsanlar” grubunun oluşturulmasıdır.
6.3 CHP’nin önerdiği bu yöntemin gerekçesi şudur: Şimdiye kadar hiçbir Hükümet sorunu tek başına çözememiştir. Dolayısıyla, toplumumuzun tamamını ilgilendiren ve etkileyen bu sorunun çözüm yeri ulusal iradenin mekânı olan TBMM’dir. Ancak TBMM bünyesinden çıkacak bir çözüm sağlıklı, kapsayıcı, kalıcı ve sürdürülebilir olacaktır.
Özetle sürecin en başından itibaren Kemal Kılıçdaroğlu’na göre, bizlere göre terör, bazı kesimlerin de Kürt olarak adlandırdığı sorunun çözüm yeri Türkiye Büyük Millet Meclisi’ydi.
Kılıçdaroğlu’na itiraz çok uzaktan değil, partisinden geldi. Türkiye’nin değerli diplomatlarından ve Deniz Baykal liderliğindeki CHP yönetiminin dış politika kurmayı Onur Öymen 26 Mart 2013 tarihinde katıldığı Halk TV’deki yayında şunları söyledi:
“Demokrasilerde hükümetlerin sorumluluğu bellidir, meclislerin sorumluluğu bellidir, muhalefet partilerinin sorumluluğu bellidir. Terörle mücadele doğrudan doğruya hükümetlerin sorumluluğudur bütün dünyada. Bir muhalefet partisine hükümet gidip de gel şu işi seninle beraber yapalım demez. Muhalefet icranın bir unsuru değil. İcra hükümettir. Muhalefet mecliste bir kanun çıkarılacağı zaman o konuda görüşünü söyler veya denetleme görevini yapar, görüş açıklar, ilkeleri ortaya koyar. Ama bir sorunun çözümünde muhalefet bir taraf değildir, olamaz. Hele böyle terörle mücadele gibi bir konuda. Devletin bütün istihbaratı hükümetin elinde. Gel sana devletin bütün istihbaratını vereyim mi diyebilir mi muhalefete, diyemez. O bakımdan bazen diyorlar ki ne görüştüğünü açıkla ama hükümetin açıklamaması normal. Yani açıkladığı anda hiçbir iş yapamayız.”
Öymen’in açıklamaları önemliydi. Öymen, “bir süreç varsa sorumlu yürütme bu işi devam ettirir. Muhalefet süreci denetler” demekteydi.
Peki Kılıçdaroğlu neden ısrarla TBMM demekteydi? Bunun yanıtı da 10 Mayıs 2013 tarihli toplantının satır aralarında yer almaktaydı. Söz konusu açıklamanın 9.3 maddesinde CHP lideri şu ifadeleri kullanmaktadır:
“Kürt sorununun çözümü ve terörün sonlandırılması konusunda en fazla araştırma ve çalışmaya imza atan, raporlar hazırlayan siyasi kurum CHP’dir. (…) CHP bu raporlarla da yetinmeyip, çözüm üretme çabasını aralıksız sürdürmektedir. CHP tarafından TBMM’ye demokratikleşme, özgürlükler ve insan hakları alanında çok sayıda yasa teklifi sunulmuş, bunlar AKP’nin olumsuz tutumu nedeniyle ne yazık ki hayata geçirilmemiştir. Bunlar arasında, Ceza Kanunu, Terörle Mücadele Kanunu, İnsan Hakları ve Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Hakkı ve Siyasi Partiler Kanununa ilişkin tekliflerimiz bulunmaktadır.”
Yani aslında ısrarla TBMM denmesinin nedeni, bazı yasal düzenlemelerin hayata geçirilmesini gerekliliğine olan inançtı. TBMM demek “yasama” demekti. Oradan varılacak mutabakatla yeni yasalar ve düzenlemeler çıkarılacaktı. Kendi ifadeleriyle Yeni CHP’nin ısrarının altında bu yatıyordu.
Aynı dönemde İmralı Adası’ndaki cezaevinde de hareketlilik vardı. Önce BDP, ad değişikliği sonrası HDP olan partinin heyetleri hükümlü teröristbaşına ziyaretler yapıyor ve o ziyaretleri tutanak altına alıyorlardı. 4 tanesini benim de kitaplaştırdığım, çok sonları terör örgütünün tamamını bastırdığı tutanaklarda önemli bir detay dikkatimi çekmişti. İşte o detay, o dönemde ve günümüzde Yeni CHP’nin tavrını anlamam(ız)a yardımcı olacak türden. O detay şöyle:
PKK terör örgütünün elebaşı Abdullah Öcalan, görüştüğü BDP/HDP heyetlerine ısrarla şunu söylemekte: Çözümü parlamenter zemine taşıyın, gerekli yasal düzenlemeleri çıkarın.
Tekrar vurgulayalım: Örgüt elebaşı ısrarla meselenin TBMM zeminine gelmesini ve sürecin daha “sağlıklı” yürümesi için gerekli yasal ve anayasal düzenlemelerin çıkarılmasını talep etmekteydi. Öcalan’ın ağzından birebir aktarıyorum:
23 Şubat 2013 tarihli görüşme notundan- Çekilmeden çekilmeye fark var. Tek taraflı bir çekilme olmayacak. Çekilme parlamento kararı ile olacak. Başbakan’ın “Çekilsinler, kendilerine karışmayız” demesiyle olmaz. TBMM onaylayacak, çekilme komisyonla olacak.
18 Mart 2013 tarihli görüşme notundan- BDP’nin rolü önemlidir tabii, öyle arabuluculuk falan değil. Gazetelerde “postacı” gibi şeyler yazıyorlar, öyle değil. Bütün anayasal-yasal boyut yani parlamento boyutu sizin işinizdir. AKP’nin de, CHP’nin de bütün bunları kendi içinde tartışması lazım. Sizin de onlarla görüşüp tartışmanız gerekir. Hatta canı isterse MHP bile katılır, katılmasa da kendisi bilir.
(…) Bu iş öncelikle parlamentonun bir karar almasıyla başlar. Bir tezkere mi olur, karar mı olur, onu bilemem artık. Komisyonların kurulması gerekecek. Bunlardan birincisi parlamenterlerden oluşan bir komisyondur, diğeri ise toplum adına Akil İnsanlardan oluşur.
(…) Şimdi bizim burada yaptığımız işin bir hukuka ihtiyacı var. Nedir o? Parlamento bir yasa çıkaracak ve bu yasadışılığa son verecek. Çünkü bizim yaptığımız işlerin hepsi yasadışıdır, öyle değil mi?
(…) Benim durumum (süreçteki misyonumun tanımlanması), geri çekilme, Irak’ta gerillanın durumu (çekilme sonrası), bütün bunlar bir şekilde kanuna dahil edilmelidir. Benim rolümü ve silahlı gerillayı yasa dahiline sokacaklar. Zaten bu olmadan geri çekilme falan olmaz. (…) Ivır zıvır şeyler için kanun yapan parlamento, böyle önemli bir konu için niye kanun yapmasın?
(…) Tamam, ilk aşamayı, yasayı, komisyonları konuştuk. Şimdi ikinci aşamaya gelelim. Bu aşama anayasal ve yasal süreçtir. Burada BDP’ye görev düşüyor. Tabii anayasayı da konuşacağız.
(…) S. Demirtaş: Biz anayasadan önce bazı yasalarda demokratik reformlar olabilir diye öneriyoruz. Seçim barajı, Partiler Kanunu, ifade özgürlüğü, Terörle Mücadele Kanunu, Ceza Kanunu, Gösteri Kanunu gibi bazı yasalarda kapsamlı reformlara ihtiyaç vardır. Bunlar yapılırsa anayasayı yapmak da kolaylaşır.
(…) A. Öcalan: Siz daha iyi bilirsiniz tabii ki, sizin uzmanlık alanınız, buna siz karar vereceksiniz. Sözünü ettiğiniz yasalar önemlidir, değişmesi çok iyi olur. Savaş sonrası TMK vb. yasalar artık ya kalkmalı yana minimize edilmelidir.
3 Nisan 2013 tarihli görüşme notundan- (21 Mart 2013 Nevruzunda Diyarbakır’da okutulan mesajı kastederek-CB) Basına yanlış şeyler yansıdı. Öcalan bağımsızlıktan, federasyondan, özerklikten, bilmem neden vazgeçti dediler. Ben hiçbir şeyden vazgeçmedim. Benim temel görüşüm şudur: Silahlı çatışmaya son verme sıkı sıkıya yasal demokratik mücadeleye sarılma ile olur. Bu yasa çıktı çıkmadı tartışması da mesele değil. Bunların hepsi sadece demokratik siyaset aşamasının birer parçasıdır. Anayasal çoğunluk (330) ile Meclis bir çağrı yapabilir sanırım. (Biraz kızarak) Beni şaşırtmayın. Tarihi çatışma sürecini sona erdirdik dediysem barış oldu demiyorum, legal siyasete evrensel bağlılıktan ve mücadeleden söz ediyorum. Hiçbir şeyden vazgeçmedim. Ben sadece Demokratik Türkiye olmadan bunların hiçbiri olmaz, zamanı da değil, arabayı atın önüne koymayın diyorum.
Bu ifadeyle araya girme ihtiyacı hissettim. Teröristbaşı, aslında bu cümleleriyle olayı çok iyi özetlemiş. Dolaylı ifadeyle “Önce Meclis sürecinde siyaseten yasalarla, anayasal değişikliklerle Türkiye’yi hazırlayın, direnemeyecek hale getirin, özerklik, federasyon ve bağımsızlık sonraki aşama” demeye getirmiş. 7 Haziran 2013 tarihli tutanaktaki şu ifadeyle devam edelim;
- Normalleşme tüm KCK yapısını kanun içine almaktır. Bunu bir türlü anlamıyorlar. Peki, şiddet tümden nasıl duracak, bu çelişki değil midir? Kanun dışındakini kanun içine almadan nasıl yapacaksınız? Daha önce bu geri çekilme yasası için de böyle yaptılar. Bunu Meclis’ten çıkarmak zordur dediler. Yasa çıkmazsa ben PKK’yi tasfiye mi edeyim?
24 Haziran 2013 tarihli görüşme notundan- Bakanla görüşüp söyleyin, gerekirse elli yasa çıkaracaklar. Yasallık niye yanlış olsun. Bilmem PKK yasadan yararlanıp meşrulaşır deniliyor; evet, tabii ki öyle olacak.
(Meclis’te isimlerini sayarak 8 tane komisyon kurulmasını talep ederek-CB) Yasalar çıkarsa ikinci aşama bitmiş olur. (…) Proje yasalaşırsa normalleşme aşamasına geçilir. İçeride, dışarıda kimse kalmaz. Öyle genel af olmayabilir. Meclis bir yolunu bulmak zorundadır.
Terör örgütünün elebaşı, daha birçok görüşmede sürecin TBMM ayağının önemine, kurulmasını istediği komisyonlara, yasal ve anayasal değişiklik taleplerine kadar birçok “öneri” yapmakta.
O dönem “Öcalan’ın 3 aşamalı çözüm planı” diye gündeme getirilen sözde planın ikinci maddesinde de şu ifade yer alıyordu: “Hükümetin inisiyatifiyle TBMM’nin onayından geçmiş ve hazırlayacağı önerilerle hukuki engellerin kaldırılmasına yardımcı olacak bir Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’nun teşkil edilmesi…”
İnsan bunları hatırladıkça tekrar bugüne dönüp Kılıçdaroğlu’nun “Parlamento dışında bir adres yoktur. İmralı da Kandil de muhatabımız değildir” sözünü yeniden sorgulamaya başlıyor.