Siyaseti inançların suiistimalinden arındırarak yapmak büyük bir erdemdir.
Ancak, henüz ülke ve siyaset kurumu olarak bu düzeye erişemedik.
Din ve vicdan hürriyetinin koruyucusu, düşünce ifade hürriyetinin teminatı olması gereken yapılar inançlara tasallut etmekten geri durmuyor…
Demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla yaşandığı bir ülke olabilmek için uzun yıllardan beri verilen mücadeleler, geçen ömürler, ödenen bedeller tam yerini buldu, artık hiç kimse kimsenin inancına, değerlerine dokunmaz, saygısızlık etmez diye düşünmeye başlıyoruz ki, birileri çıkıp yeniden o alana hoyratça girebiliyor; emekleri, bedelleri, ömürleri hiçe sayabiliyor…
Bu ülke ve insanlar inanç ve değer alanına yönelik saldırılardan çok çekti. Vatandaşlarımız yıllarca inançlarından ötürü birbirine düşman edilmek istendi, tercihlerinden dolayı büyük mağduriyetler yaşadı, kamplaştırmalar, ötekileştirmeler, yok saymalar, baskılar ve hatta zulme varan davranışlara maruz kaldı…
Enerjimizi bu kavgalara harcadık.
Kendimizden korktuk, kendimizden kaçtık, kendimize düşman olduk.
Biz kendimizle uğraşırken mukavemetsiz kaldık…
Artık nefes almamız, kendimize gelmemiz gerekiyor ve maalesef her şeyin geride kaldığını haklı olarak düşünmek ve rahatlamak istiyorken bir münasebetsiz çıkıp “Değişen bir şey yok, biz varken de değişmez, yine gelir ve sizin tüm değerlerinizi, inançlarınızı hiçe sayarız!” deme cüretini gösteriyor…
Siyaset bu denli mütecaviz olmamalı.
Hayatımızı her an her şekilde tehdit eder bir karakter taşımamalı.
İnsan olduğumuzu, özgür olduğumuzu, inanç ve vicdan özgürlüğüne sahip olduğumuzu bilmenin ve bunu rahatlıkla yaşıyor olmanın rahatlığı, konforu ile hayatımızı sürdürebilmeliyiz.
Bize bunu temin etmeyen, bunun garantisini vermeyen bir siyasetten nasıl bir müreffeh bir ülke, devlet ve kendimiz için de yaşam bekleyebiliriz ki?
Bu konuda sadece iktidarlar teminat vermez.
Bu teminatların muhalefetçe de verilebilmesi esastır.
Verilen teminatlara uygun tutum ve davranışlar da sergilenmelidir.
Aksi takdirde siyasete güven kalır mı?
Cumhuriyet Halk Partisi’nin değerli Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu “helalleşme” cümleleri kurduğu zaman siyasetin tüm kesimlerinin daha demokratik bir noktaya geldiğine ve inançlara, değerlere yönelik olarak saldırgan tutum, tavır, davranışların biteceğine dair bir umut belirmişti.
Çünkü gerçekten buna ihtiyaç vardı.
Ancak görünen o ki, demokratik vaatler bazen sadece vaat, bunun dışında bir yere götürmemek gerekiyor.
Çok fazla anlam yüklendiği zaman kısa zamanda sükûtu hayale kapılmak ihtimali yüksek.
Nitekim öyle oldu.
Sayın Özgür Özel öyle bir çıkış yaptı ki, başta kendi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere, partisinin “helalleşme” çıkışlarını da, Millet ittifakı içindeki milliyetçi ve muhafazakâr paydaşlarını da boşa düşürdü.
İşin ilginç yanı paydaşlar sanki bu sözler sarf edilmemiş gibi bir derin sessizlik içindeler…
Türkiye sanki inanç ve değerler konusunda hiçbir bedel ödemedi, kendileri bu bedeller ödenirken mücadele içinde değillerdi ve aslında her şey şimdi Özgür Özel’in ifade ve temsil ettiği anlayışa yönelik değildi de başka bir şeye idi gibi, bir duymamazlık, görmemezlik ve hazım…
Ah Türkiye’m… Bir arpa boyu yol kat edememek ne kötü…
Benim inançlarımı, değerlerimi, özgürlüklerimi hiçe sayan ittifaklarınız da, siyasetiniz de, anlayışınız da sizin olsun…
“Katranı ezsen olur mu şeker…” özdeyişine bir de “Çelebi bizde böyle olur demokrasi dediğün” cümlesini ilave ediyorum… Başka da bir şey demiyorum.