Ölüm kelimesini sevmeyiz. Onun yerine başka bir kelimeyi ve belki de uzun bir cümle kurmayı tercih ederiz. Kaybettik, aramızdan ayrıldı, Hakkın huzuruna kavuştu, Hakka yürüdü, bu dünyadan göçüp gitti… İntihar kelimesini de sevmeyiz. Canına kıydı deriz, örneğin.
Her yeni doğana, bebeğe, çocuğa yapılanlara onlar gerçekten günahsız birer masum oldukları için daha çok tepki gösteririz. Kimsenin ilk taşı atabilecek kadar masum olduğuna inanmayız ve başına gelenler için –her ne kadar itiraf etmesek de- bir hak etmişlik olabileceğini düşünürüz. Her intihar edenin ardından da “Acaba benim yapabileceğim bir şey var mıydı” diyerek bir iç hesaplaşmaya gideriz. İnsan gerçekten hangi noktada yaşamdan vazgeçer? Kimilerinin kazık çakmak isteyecek kadar tutunduğu hayata kimileri neden bir pamuk ipliğiyle bile bağlanamaz?
İntihar sarsıcıdır. Bugüne kadar şahsen tanıdığım 3 kişi intihar etti. Eski başbakanlardan Mesut Yılmaz’ın oğlu Yavuz Yılmaz ise bir kez röportaj yaptığım biriydi. Ve tabii herkesin tanıdığı ünlüler… Ernest Hemingway’in artık yazamadığı için bir intihar notu bile bırakmadan canına kıyması… Kurt Kobain’in sevgi, huzur ve altını iki kere çizdiği empati kelimeleriyle son verdiği veda mektubu… Kobain, etrafı en az kirletecek ve temizlenmesi kolay olacak bir yeri seçmişti başına sıkmak için. Empati? Fazlası gerçekten öldürüyor!
En son Anthony Bourdain’in Paris’teki otel odasında kendini asması…
Her intihar eden ünlü kişinin ardından edilen “Para, ün, başarı bunlar yetmiyor mutluluğa” gibi klişe laflar ne yazık ki doğrudur. İnsanın mutsuzluğa en fazla şöhret ile yaklaştığını düşünenlerdenim. Bir objeye dönüşen, duygularından arınmış katman katman kabuklarla korunan, kendinden koparılmış, herkese ait olan ama kalabalıklarda dipsiz bir yalnızlık yaşayan insan nasıl mutlu olsun ki?
Size bir kötü haberim var. İyi haber yok, bununla idare edeceksiniz. Sosyal medya sayesinde çok ünlü olmanıza gerek olmadan da bu kalabalık yalnızlıkları pekâlâ tecrübe edebilir ve yaşamla pamuk ipliği kudretinde bile bir bağ kuramayabilirsiniz.
Anthony Bourdain’in ardından en çok yapılan yorumlardan biri de “Dünyayı gezen, popüler televizyon programı olan, yakışıklı, zengin, başarılı, gastronomi dünyasının yıldızı bir şef de intihar ediyorsa biz ne yapalım” idi… Belki de insanı hayata bağlayan, mutlu eden bu cümlede sıralananlardan başka bir şeydir.
Kate Spade’in, Hollanda Kraliçesi’nin 33 yaşındaki kardeşi Ines Zorreguieta’nın intihar haberlerini aldığımız bu son günlerde dünyada bir canına kıyma dalgası mı başladı diye düşünmeden edemiyor insan. Bu üç sarsıcı intihar için de açıklanan gerekçe depresyon. İnsanlara şekerleme gibi antidepresan ilaçların içirilmesini eleştirdiğimiz kadar, depresyonun tüm yaşam enerjisini emen bir karadelik olduğunu da hatırlamalıyız. Depresyondaki bir kişinin beyni farklı çalışıyor, farklı kimyasallar aktif hale geliyor veya salınması gereken bazı hormonlar salgılanmıyor. Depresyona bir kişinin zayıflığı olarak bakmak büyük bir haksızlık…
“Seni öldürmeyen şey güçlendirir” sözünü sevmem. Acı görecelidir. Seni öldürmeyip, güçlendiren şey bir başkasını öldürebilir. Biraz empati lütfen…
Kimin neden intihar ettiğini de bilmiyoruz. Dikkat çekmek, sansasyon yaratmak, geride kalanları cezalandırmak gibi gerekçeleri olabileceği kadar; ağır mutsuzluk, keskin bir başarısızlık, derin depresyon, dipsiz bir yalnızlık da pekâlâ ölümü seçmeye götürebiliyor insanı.
Öyle sanıyoruz ki başarılı olunca, çok para kazanınca, aradığımız aşkı bulunca, güzel olunca, şöhreti yakalayınca mutlu olacağız. Mutluluğun bunların hiçbiriyle bir ilgisi olmadığını bir türlü anlamıyoruz. Mutluluğu bunlara endeksledikçe de ondan uzaklaşıyoruz.
İnsan var olduğu günden beri anlam arayışını sürdürüyor. Bu dünyaya kira, kredi, fatura ödemek, trafikte çile çekmek, çocuğun okul taksitini hesaplamak, devlete vergi ödemek, çöpü boşaltmak için gelmiş olamayız. Bütün bunları yaparken başka bir şey daha olmalı. Anlamı bulamadığında, belki anlam arayışını bitirdiğinde, yaşayacak gücü de olmuyor insanın.