İpek Yolu izlerinin üzerinden yeniden çiziliyor
Dünyadaki tüm alt-üst oluş arasında öyle bir proje var ki belki de dünyanın geleceğini inşa ediyor. Bu proje başarılı olursa Doğu’ya kayan merkezi belki de bir daha değişmemek üzere sabit kılacak ve dünya ekonomisi son döngüsünü yaşayacak. Bu proje Çin’in başlattığı ancak bugün onu da aşan “Tek kuşak, Tek yol” projesi. Yani neredeyse 1500 yıl Asya’yı zenginliğin merkezi yapmış İpek Yolu çok başka bir formda yeniden inşa ediliyor.
Dünya ekonomisi yine büyük bir döngünün içerisinde. Son 10 yıldan bu yana yaşanan ve daha bir süre yaşanmaya devam edecek içinde bulunduğumuz bu sancılı süreç söz konusu döngünün bir sonucu. Bu döngüden ne kast ettiğimizi biraz ayrıntılandıralım.
Ülkelerin ekonomik faaliyetlerinin büyüklüğünü ölçmenin bilinen en iyi yöntemi Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) hesabıdır. GSMH bir ülkenin belli bir zaman dilimi içerisinde yaptığı toplam üretimin bazı matematik metotlar kullanılarak hesaplanmasını içerir. Günümüzde çok daha gelişmiş yöntemlerle, büyük bir kesinlikle hesaplanan bu değer uzak geçmiş için bir takım varsayımlar altında tahmini olarak bulunabiliyor. Bugün ülkelerin tarihte dünya ekonomisindeki paylarına dair kesin olmamakla beraber üzerinde bir konsensüsten söz edebilece-ğimiz bazı çalışmalar var.
Bu çalışmalara bakıldığında 1500’lü yıllara kadar Çin ve Hindistan’ın çok açık bir ekonomik üstünlüğünün olduğu görülüyor. Dünya üretiminin yarısından fazlası bu iki ülke (ya da Asya) tarafından üretiliyor. Bu yıllardan başlamak üzere keşiflerin ve ilkel birikimin etkisi ile Batı Avrupa ekonomisi yükselişe geçiyor. Yaklaşık 300 yıl içerisinde Batı Avrupa dünya ekonomisindeki payını Çin ile aynı düzeye yükseltiyor. Aynı dönemde ABD’nin oldukça hızlı yükselişi de başlamış oluyor. İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminde Çin ve Hindistan’ın toplam payı yüzde 10 düzeyine iniyor. Batı Avrupa ve ABD’nin toplamı ise yüzde 50’nin üzerine çıkıyor. Yaklaşık 150 yılda dünya ekonomisinin merkezi Doğu’dan Batı’ya kayıyor.
Tabii ki bu sancısız, acısız, kansız bir süreç değildi. Dünya bu 150 yılda birçok acı yaşadı. Tarihin en büyük ve kanlı savaşları bu yıllarda oldu. Sömürgecilik yolu ile kaynakların Batı’ya taşınması geride dayanılmaz sefalet, açlık ve hastalıkları bıraktı. 1950’ye gelindiğinde döngü tamamlanmış ve dünya ekonomisi tamamen Batı’nın hakimiyetine geçmişti.
Merkez Doğu’ya kayarken...
Bu hakimiyet 1980’lere kadar devam etti. 1980’lerin sonunda hareketlenme tekrar başladı. Özellikle Çin’in eşine az rastlanır performansı döngünün yeniden başlangıcının habercisi idi. Zaten Japonya ve diğer bazı Asya ülkeleri ile başlayan süreç Çin’in devreye girmesi ile inanılmaz bir ivme kazandı. Bugüne gelindiğinde Çin ile birlikte Asya ülkelerinin dünya ekonomisindeki payı yine yüzde 50’leri yakalamış ve geçmiş durumda. Elbette henüz döngü tamamlanmış değil. Zira merkezin yine Doğu’ya kaydığı çok açık ve bu süreç de tıpkı bir önceki kayma gibi sancısız, acısız ve kansız olmuyor. Henüz dünya ölçeğine yayılmış bir savaş yok. Ancak uzun zamandır ilk defa insanlar dünyayı yeni bir savaşa bu kadar yakın hissediyor.
Dünya ekonomisindeki bu değişim ve merkezin Doğu’ya kayması elbette Batı’nın kollarını kavuşturup seyrettiği bir süreç değil. 200 yıl önce merkez Batı’ya kaydığında Asya’nın buna direnecek gücü ve hazırlığı yoktu. Ancak tam tersine bugün Batı üstünlüğün elinden kayıp gitmesini önleyecek güce ve donanıma sahip. İşte o güçle Doğu’ya kayan merkezi çekiştirdikçe tam arada kalan coğrafya yarılmış durumda. Bugün bütün mücadelenin Ortadoğu, Türkiye, Ukrayna, Rusya ekseninde gerçekleşmesinin sebebi tam da bu. Bu eksen kendisini Doğu’ya doğru attıkça Batı bütün hiddetiyle panik ataklı bir hasta gibi üzerine çullanıyor. Zira bir kere döngü tamamlandığında bunun birkaç yüzyıl sürecek bir hakimiyet kaybı olacağının elbette farkında. Dünya bir tarafta ABD’nin diğer tarafta Asya’nın olduğu ama ağırlık merkezinin Doğu’ya kaydığı, Avrupa’nın ise dünya ekonomisindeki pay anlamında oldukça geride kalacağı bir periyodun tam ortasında artık. Şunu söylemek gerekir ki bugün coğrafyamızda yaşanan acılar uzunca bir süre daha devam edecek. Türkiyemiz de bu tehlike-den uzak değil. Belki daha hazırlıklı ve dayanıklı ancak en az diğer ülkeler kadar tehlike altında.
İpek Yolu yeniden
Öyle bir dönemden geçiyoruz ki neredeyse hiçbir ülke ilkeli ve uzun dönemli bir siyaset izlemiyor, izleyemiyor. Hayatta bir araya gelemez dediğiniz ülkeler bir anda koalisyon ha-linde hareket edebiliyor. Ya da uzun yıllar ortak hareket eden ülkeler bir anda rakip olabiliyor. Düne kadar küreselleşmenin kaynağı olan ABD korumacı olurken korumacılıkla büyüyen Çin dünyaya küreselleşmeden uzaklaşmama çağrıları yapıyor. Ukrayna sorununda Rusya’ya ambargonun neredeyse mimarı olan Almanya, ABD tehdidi karşısında bir anda Rusya’nın yanında yer alabiliyor. Tabii ki bu Türkiye için de geçerli. Türkiye de bu inanılmaz yarılmada kendini fay hattından uzak tutmak zorunda. Belki de en risk altında olan ülkelerden biri olduğumuz ortada. İşte bu yüzden biz de bazen aynı gün içinde birbirinden 180 derece zıt siyaset izleyebiliriz. Şu anda bu kaymanın yarattığı toz bulutu içerisinde hiçbir ülkenin 30-40 yıl sonrasını dizayn edebilmesi beklenemez. Ancak bununla birlikte tüm bu alt-üst oluş arasında öyle bir proje var ki belki de dünyanın geleceğini inşa ediyor. Bu proje başarılı olursa Do-ğu’ya kayan merkezi belki de bir daha değişmemek üzere sabit kılacak ve dünya ekonomisi son döngüsünü yaşayacak. Bu proje Çin’in başlattığı ancak bugün onu da aşan “Tek kuşak, Tek yol” projesi. Yani neredeyse 1500 yıl Asya’yı zenginliğin merkezi yapmış İpek Yolu çok başka bir formda yeniden inşa ediliyor. Proje ilk olarak 2013 yılında Çin Devlet Başkanı XiJimping tarafından Kazakistan ziyareti sırasında dillendirildi. Xi Jimping projenin bayladığı yıl olan 2014’te yapılan Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği toplantısında projeyi şöyle anlattı “Projenin önemi, üç boyutlu bir kombinasyondan –altyapı, kurumlar ve insandan insana ilişkiler- oluşması ve beş ayrı alanda ilerleme sağlaması; politika iletişimi, altyapı bağlantıları, ticaret, sermaye akımı ve insanların birbirini daha iyi tanıması.”
Doğu ülkelerine bir çağrı
Proje, ekonomik merkezin Doğu’ya kayışının verdiği cesaretle, beklenen refah artışının gevşek bir entegrasyon üzerinden daha da arttırılmasını amaçlamaktadır. Bu proje Doğu’nun ülkelerine bir çağrıdır: Tren yola çıktı, vakit kaybetmeden bir vagona atlayın. Tabii ki Batı’ya karşı açık bir düşmanlık ve mücadele yoktur ama çanların kimler için çaldığı da ortadadır. Xi Jimping’in saydığı beş maddeye “yolun kendi parası” maddesini de biz ekleyelim. Bu yol bu kadar ileri gider mi bilinmez. Ama eğer giderse dünyada nasıl bir ekonomik alt-üst oluş yaşanacağını, hegemonyaların nasıl yerle bir olacağını tahmin etmek zor değil. Doların dünyanın yarısında kullanılmadığı, Euro ile ticaret yapanların sadece AB ülkeleri olduğunu düşü-nün… ABD ve Avrupa ülkelerinin nasıl bir ekonomik çöküş ile karşılaşacakları ortadadır. İşte kabul edilemeyecek en büyük risk budur. Yani “yol üzerindeki” ülkelerin karşılıklı müna-sebetlerinin artması, ticaret hacimlerinin yükselmesi, birbirlerinin finansal kaynaklarını kullanması zaten yeterince endişe vericidir. Ancak asıl korku yaratan şudur ki; bu ülkelerin Dolar kullanmaktan vazgeçmesi ve Dolar hegemonyasının bitmesi Batı’nın geri dönülemeyecek biçimde sahneden çekilmesi demektir. Bu sebeple okuyucuların son beş yıldır sözünü ettiğimiz fay hattı boyunca olanları bir de bu çerçevede değerlendirmelerinde fayda var.
Tek Kuşak Tek Yol, Çin ile birlikte 64 ülkenin katıldığı bir proje. Bu ülkelerin dünya nüfusu içindeki toplam payı yüzde 62 ve toplam alanı dünya yüzölçümünün yüzde 38,5’i. Dünyadaki toplam üretimin yüzde 30’u ve toplam tüketimin yüzde 24’ü bu ülkeler tarafından gerçekleştiriliyor. Bu ülkelerin önemli bir kısmı gelişmekte olan ülke kategorisinde ve üretimdeki payları nüfuslarına oranla daha düşük. Ancak önemli bir kısmının hızlı bir büyüme performansı gösterdiği de bir gerçek. Bu proje olmasa dahi 10 yıl içerisinde bu ülkelerin üretimdeki payları yüzde 40’ın üzerine çıkacaktı. Lakin bu proje ile birlikte bu oranın daha da artması bekleniyor. Kabaca 2030 yılında dünya üretiminin yarısı bu yol üzerindeki ülkeler tarafından yapılacak. Bu ülkelerin kendi aralarındaki ticaretin artmasının yanı sıra üçüncü ülkelerle olan ticaretlerinin de artması bekleniyor. İpek Yolu, izlerinin üzerinden yeniden çiziliyor ve tabii ki Türkiye bu projenin en önemli ortaklarından biri. Yüz yıllar önce Anadolu topraklarından geçen İpek Yolu nasıl ticareti canlı tutuyor idiyse bugün de aynı canlılık yaşanacak. Sadece, sırtlarında sadece malları değil geçtikleri bütün toprakların kültürünü de taşıyan develerin yerini bugün vagonlar, tırlar alacak. Coğrafi olarak Türkiye bu projenin ana parçalarından birini oluşturuyor. Üstelik Türkiye’nin özellikle Afrika ve yakın coğrafyası ile olan ilişkileri önemini bir kat daha artırıyor.
Türriye bu projeye ne kadar önem verdiğini çok açık bir biçimde gösterdi. Aslında Tek Kuşak Tek Yol’dan daha önce planlanan ve başlanan ancak sonra onun bir parçası olarak düşünülen Bakü-Tiflis-Kars demiryolunun açılışı 30 Ekim’de Cumhurbaşkanımız Erdoğan, Azerbaycan Devlet Başkanı Aliyev ve Gürcistan Devlet Başkanı Giorgi Kvirikaşvili tarafın-dan büyük bir törenle gerçekleştirildi. Geçtiğimiz hafta içinde de Türkiye’den ilk tren Bakü’ye hareket etti. Azerbaycan ve Türkiye halkları için ayrı bir önemi olan bu demiryolu Bakü’yü Mersin’e, Ankara’ya, İstanbul’a bağladı. Elbette burada bitmeyecek ve İngiltere’ye kadar devam edecek bir yol bu.
Demiryolunun efektif bir biçimde çalışmaya başlamasıyla birlikte üç ülke arasındaki ticarette çok hızlı bir artış gerçekleşmesi bekleniyor. Özellikle Azerbaycan Türkiye arasında şu anda olması gereken düzeyin oldukça altında gerçekleşen ticaret hacminin kısa sürede birkaç katına çıkarılması ümit ediliyor. İki ülke arasındaki ticaret en yüksek seviyesine 2013 yılında ulaşmış. 3,5 milyar Dolara yaklaşan ticaret hacmi devamında özellikle petrol fiyatlarındaki düşüşün Azerbaycan ekonomisinde yarattığı kriz sebebi ile gerilemiş durumda. Beklenti 2020 yılında ticaret hacminin 5 milyar Doları aşması yönünde.
Türkiye sadece kendi coğrafyasının değil tüm yerkürenin en önemli ve kilit ülkelerinden biridir. Özellikle son 15 yıldır Türkiye lider ülke olma yo-lunda ilerlemektedir. Elbette bu ilerleme acısız, sancısız olmadı ve olmayacak. Doğu’nun yükselişinin en kritik ülkelerinden biri olan Türkiye elbette Batı’nın hedefinde ve hedefte olmaya da devam edecek. 2012 yılından bu yana ülkemizin yaşadığı krizlerin kaynağı da işte budur. Tabii ki bütün planlar içerideki iş birlikçiler üzerinden kurgulanmıştır. Lakin Türk Halkı Tayyip Erdoğan’ın benzersiz liderliği ile tüm bunların üstesinden gelmeyi bilmiştir. Tabii ki saldırılar henüz bitmedi ve bitmeyecek. Ancak biz her saldırıyı püskürttüğümüzde biraz daha güçlendik ve güçlenmeye devam ediyoruz. Açık ki hiçbir ülke ile düşman olmayacağız ancak klasik “stratejik ortaklarımız”ın yanına yenilerini katacağız.