Yirmisekiz yıl aradan sonra yapılan III. Kültür Şurası üzerine yazmak istiyordum. Geçtiğimiz hafta sonu tamamlanan ve sonuç bildirgesi sayın Kültür ve Turizm Bakanımız Nabi Avcı tarafından açıklanan Şura’nın üyelerinden biri olarak, çok kıymetli yazar Ayşe Böhürler hanımefendinin ve birbirinden kıymetli bilim, kültür ve sanat insanının katılımı ile medya ve kültür komisyonunda düşünce, görüş ve önerilerimizi ifade etme imkanı bulmuştum. Bunları da isterdim ki sıcağı sıcağına sizlerle paylaşayım. Maalesef ülke gündemi bu konuyu daha sonra ele almamızı gerektiriyor.
Türkiye Cumhuriyeti devleti, referandum gerekçe gösterilerek başta Almanya olmak üzere bazı AB ülkeleri tarafından çok açık bir şekilde istiskal edilmek isteniyor. Milyonlarca vatandaşımızın yaşadığı bu ülkelerde, Türklerin sandık başına giderek en demokratik haklarını kullanabilmeleri için siyasal bilinçlendirme kazandırma maksatlı faaliyetlere sudan gerekçeler bulunarak engel olunuyor. Hükümet üyelerinin yapacakları toplantılara salon verilmiyor, verilenler baskılarla iptal ettiriliyor, o da olmaz ise bu kez doğrudan yönetimler devreye girerek yasak getiriyor.
Bu kadar kaba, çirkin ve kabul edilemez bir tavır davranış elbette ki öncelikle Avrupa değerleri olarak ifade edilen çerçeveye, demokratik anlayışa uymuyor. Sadece toplantılarla kalmıyorlar, Türkiye Cumhuriyeti Dışişyeri Bakanı’nın Hamburg’ta kalacağı otelin bile rezervasyonunu iptal ettiriyorlar. Bu ne kadar büyük bir cürettir…
Sonra bu uygulamaların Nazi dönemini hatırlattığı ifade edilince alınıyorlar ve hep birlikte reddetme yoluna gidiyorlar… Bir adım ötesi Almanya sınırları içinde iken Bakan’a ekmek ve su vermemektir. Nazi döneminden eksik kalan kısmı bu. Buna mı itiraz acaba?
Habere bakın: “Hollanda'da aşırı sağcı Özgürlükler Partisi (PVV) lideri Geert Wilders, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun katılımıyla cumartesi günü Hollanda'da yapılacak halk oylamasıyla ilgili etkinliğini protesto etti. Wilders, Türkiye'nin Lahey Büyükelçiliği önünde Türkçe ve Felemenkçe "Uzak dur, bu bizim ülkemiz" yazılı pankart açtı.”
Irkçılık bu değil de nedir? İslamofobi başka nasıl tezahür edebilir? Şimdi Avrupa Birliği yöneticilerinin, politikacılarının bu olup bitenleri acaba Avrupa değerleri ve demokrasi ile ilişkilendirmeleri mümkün müdür?
Madem ki, hükümet mensuplarının “evet” için kampanya yürütmelerinden rahatsızsınız, o zaman yöntem “evet” için yürütülecek kampanyaları yasaklamak mı olmalıdır, yoksa “hayır” için kampanya yürütmek isteyenlere de imkan vermek midir?
Bu derin çelişkiler kesinlikle fırsat eşitliği ve demokratik bir yarış için değil, Türkiye’ye yönelik yaklaşımlarının dışavurumudur. Artık diplomasiyi de bir tarafa bırakarak açık ve kaba bir şekilde Türklere karşı ırkçı yaklaşımlarını ortaya koymaktan geri durmamaktadırlar.
Olup biteni dikkatle takip etmek gerekiyor. PKK yöneticilerine, taraftarlarına alabildiğine destek veren Almanya’nın, gazeteci kimliğinden ötürü değil, örgüt ile bağından dolayı tutuklanan bir kişiyi gerekçe göstererek bu politikaları tırmandırmasının arkasında görünen nedenlerin ötesinde başka ne tür nedenler olabilir, bunları anlamak gerekiyor…
Türkiye bölücü, yıkıcı terör örgütlerine yönelik mücadelesinde mesafe kaydettikçe Almanya başta olmak üzere bazı ülkelerden sesler yükseliyor…
Yıllardır birlikte iş tuttukları, Türkiye’nin ayaklarına pranga olarak geçirmeye uğraştıkları partnerlerinin devre dışı kalmasına tahammül edemiyorlar.
İnsan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü gibi evrensel değerler üzerinden bu eli kanlı katilleri, canileri, terörist yapılanmaları ayakta tutmaya, kullanım sürelerini artırmaya yol arıyorlar…
Bunları kabul ettirebilecekleri bir Türkiye yok…
İktidarı ile muhalefeti ile, “evet”çisi ile “hayır”cısı ile Türkiye bu ırkçı, faşist, nazist dayatmacı anlayışlara karşıdır. Hiçbir şekilde taviz vermeyecektir.
Artık bunun görülüp kabullenilmesinin zamanıdır…