İş Bankası CHP ilişkisinin tarihçesi...
Araştırmacı yazar Osman Şahin, CHP'in İş Bankası'ndaki hisselerinin gündemde olduğu günlerde dikkat çeken bir yazı kalema aldı.
İşte Atatürk ve CHP'nin hisselerine ilişkin bilinmeyenler...
İş Bankası şubelerinin önünden ne zaman geçsem Hint Hilafet Komitesinin Bombay’da düzenlediği miting aklıma gelir. O toplantıda bir fedakar anne var ki sanki “Şerife Bacı” Hindistan’a uçmuş ve Müslümanlara “yetişin Hilafetin harim-i ismetine el uzatıyorlar” feryatlarını kulaklarda çınlatıyor. Hintli annenin davranışı, Müslümanları gayrete getiren, emsali az bulunan bir fedakarlık örneğidir. 1912 Balkan Harbi sırasında Hint Hilafet Komitesi Temsilcisi Seyyid Çhotani yardım kampanyaları başlattığında çocuğunu satılığa çıkaran hamiyetli kadının yürek paralayan hikayesini isterseniz Dr. Ali Asghar Khan’ın kaleminden okuyalım:
“Bombay’da Hint Hilafet Komitesi tarafından bir miting düzenlenmişti. Genç kızlar çeyizliklerini, öğrenciler harçlıklarını velhasıl herkes ne imkanları varsa “tek Osmanlı ve Hilafet yaşasın” diyerek yardım göndermişlerdi. Herkes elindeki her şeyi Osmanlı’ya yardım için getirip bırakıyordu. Bir ara kalabalık telaşlandı, bir hareketlilik görüldü. Kucağında bebek bulunan fakir bir kadın can havliyle sağa sola koşuşturuyor, “Yok mudur bir hayırsever, Allah rızası için bu çocuğumu satın alsın, bedelini Osmanlı’ya göndereyim.” diyordu. Herkes şaşkın, herkes perişandı. Yürekler parçalanmıştı sanki. İslam’ın şan ve şerefini muhafaza edecek tek kuvvetin hilafet makamı olduğuna inanmışlardı. Osmanlılara karşı olan bu hissiyatlarını ispat için de büyük bir gayret ile maddi yardımda bulunmuşlardır. Dilencilerin bile bağışa katılmış olmalarına bakacak olursak Osmanlı kardeşlerine olan düşkünlüklerini bir parça olsa anlamış oluruz.”(Kaynak: Kızılay Arşivi, no: 101 – 18, 6 Ocak 1912, Dr. Ali AsqarKhan) ( Not: zengin bir Hintli işadamı kadına çocuğun bedelini vermiş ve çocuğu da annesine bağışlamıştır).
Balkan Savaşları tarihlerine denk gelen bu olay sırasında Halifelik makamının korunması için bütün İslam dünyası ayağa kalkmıştı. Mısır, Cezayir, Fas, Afganistan, Hindistan, Sudan, Arabistan, Türkistan (Buhara)… hatta Güney Afrika ve Şii İran’dan bile hilafetin merkezine yardımlar gönderilmişti. Buhara Emiri hazinesindeki 100 Milyon altını vagonlarla Moskova üzerinden gönderdi ancak altınlara Ruslar el koydu, Türkiye’ye ancak yüzde 15’i ulaştı.
Hindistan’dan Gandi, İngilizlere karşı Osmanlı devletinin desteklenmesini istiyordu ve bu yüzden Hint Hilafet Komitesinin mitinglerine katılarak yardım kampanyalarına destek veriyordu. İngiltere’nin Hindistan Bakanı Montagu ve Bombay Valisi George Lloyd’un Hint Hilafet Komitesini desteklemesinin sebebi bu yardım kampanyalarını kontrol altına alarak sabote etmek, Ankara'nın Hint Müslümanlarının sadakati ve dostluğuna olan güvenini yok etmek içindi. Hakikaten başardılar. “Mustafa Sağir olayı”nı organize ettiler. Mustafa Sağir’i Hint Hilafet Komitesi adına Ankara’ya gönderdiler. Atatürk ile de görüştürdüler. Atatürk, yarım saatlik görüşmesi sırasında Mustafa Sağir’in iyi niyetli olmadığını anladı, kendisini öldüreceğinden şüphelendi ve Kemalettin Sami Beye bu “adamı gözüm tutmadı bunu takip edin” dedi. Sonra Sağir’in kaldığı Tacettin Dergahındaki evinde bazı gizli mektuplar yazdığı tespit edildi, mektuplar telaştan su kuyusuna atıldı. Sağir, İstiklal Mahkemesinde yargılandı ve 24 Mayıs 1921 tarihinde Ulus Karaoğlan Meydanında idam edildi.
Mahkeme safahatı ve idam sırasında Fransa hariciyesi adına gazeteci sıfatıyla sık sık Atatürk’le görüşen ve Ankara- Paris-Londra arasında mektup kuryeliği yapan ve Milli Mücadele ile ilgili olarak 5 Avrupa gazetesine makaleler yazan Madame Berthe Gaulis’in de seyirciler arasında bulunması idamın bir mesaj vermeye yönelik olduğunu akıllara getimektedir. Sağir’in idamı Hint Müslümanları arasında da şaşkınlığa sebep oldu, böyle bir işe isimlerinin bulaştırılmasına anlam veremediler. Tabiatıyla Hint Hilafet Komitesi tarafından Anadolu’ya gönderilen yardımlar bıçak gibi kesildi. İngilizler Sağir’i idam ettirmekle birkaç maksada birden eriştiler. Bir kere Hint Müslümanları ile Türkiye arasına bir güvensizlik oluşmuş ve bir daha yakınlaşma olmamıştı. Bu olay İngilizler açısından önemli bir başarı idi.
Öte yandan, Hilafet Komitesi casusluğa bulaştırılarak hem dünya Müslümanları nezdinde büyük bir prestij kaybına uğramış hem de Türkiye’nin bağımsızlık yolunda eli zayıflatılmıştı. Mesela, yukarıda adıgeçen Madame Berthe Gaulis Lozan Konferansı sırasında da boş durmamış, ileri sürülen şartları kabul etmeleri için Türk heyetini razı olmaya zorlamış hatta Dr. Rıza Nur tarafından “sen hangi tarafa hizmet ediyorsun” itabına maruz kalmıştı. Ancak Hint Hilafet Komitesinden konferansa kimse katılmamıştı. Katılsalardı kesinlikle anlaşma lehimize sonuçlanabilirdi. Çünkü Hint Hilafet Komitesinin Hindistan’ın bağımsızlığını yürüten Gandi’nin çevresiyle birlikte silahlı güçleri de vardı. Muhtemelen masada ileri sürecekleri itirazları ciddiye alınabilirdi. Ancak, Ağa Han ve Emir Ali Başbakan İsmet Paşa’ya Halifeliğin korunması ve manevi gücünün arttırılması gerektiği konusunda bir mektup göndermekle yetindiler. (Mustafa Sağir casusluk olayı İngilizlerin politikasına hizmet etmiş olup, meydana getirdiği neticeleri açısından detaylı olarak incelenmesi gereken derin bir konudur).
Hint Hilafet Komitesi Yunanistan’ın Anadolu’yu işgali sırasında İzmir’de fon oluşturmuş ve özellikle savaş mağdurlarına yardımlarda bulunmuştu. Bu savaşın mağdurlarına yardım için Antalya Milletvekili Rasih Efendi Kızılay adına bir heyetle birlikte Hindistan’a giderek 800.00 altına tekabül eden bir çek getirmiştir.
İslam dünyasından veya Hindistan’dan Türkiye’ye Birinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında öncelikle Hilafet Merkezinin korunması ve şehitlerin yetim kalmış çocuklarına yardım için bizzat Halife’ye ve Hilal-i Ahmer’e (Kızılay) yardımlar gönderildi. Kurulan komiteye “Khalifat Movement” adı verildi. Bugün Bombay’ın güneyinde hala “All India Khalfat Committee ” adıyla bir mekan vardır. (*) Özel günlerde burası Müslümanlarla dolar. Yardımlar İngilizlerin kontrolünde yürütüldüğü için çeşitli aksamalar oluyordu. Muhtemelen rahip olarak bilinen İngiliz istihbatarının şefi Frew’in cebine gidiyordu. Bunun üzerine Hindistan Müslümanları, yardımların yerine varıp varmadığı konusunda heyetler gönderdiler ve Türkiye’den güvenilir kişiler gönderilmesini talep ettiler. Mesela, Hilafet Komitesi Başkanı Seyyit Chotani Kayseri’de yardımları koordine etmişti. (Keza, Libya Lideri Şeyh Ahmet El Sinusî Doğu Anadolu’da ve Malatya Yeni Camide milli duyguları uyandıran vaazlar vermişti). Halide Edip eşi ile birlikte Hindistan’a gitti ve Türkiye’yi ve Osmanlının son zamanlarını anlatan konferanslar verdi. Hint Müslümanları farklı zaman ve tarihlerde heyetler vasıtasıyla Türk Kızılay’ı veya Hilal-i Ahmer’e milyonlarca altın değerinde para yardımında bulundular. Bu yardımların belgeleri değişik arşivlerimizde mevcuttur. Dr. Asghar Khan ülkemizde sadece Kızılay arşivinde olan belgeleri incelemiştir.
TBMM Reisi Başkumandan Gazi Mustafa’ Kemal’in 9.11.1338 (M. 25.7.1920) tarihinde, “Hindistan Merkezi Hilafet Komitesi Reisi Muhibb-i Hâlisim Seyyid Chotani Hazretlerine” diye başlayan ve kazanılan zaferde Hintli Müslümanların da payı olduğunu belirttiği teşekkür mektubunda bahsi geçen yardımlar, özellikle Halifeliğin muhafazası ve savaşlarda şehit düşmüş askerlerin dul ve yetimlerinin ihtiyaçlarına (Darul Eytam) harcansın diye gönderilmişti.
Saltanat lağvedilince Hintliler Atatürk’ü İslam Dünyasının yeni halifesi olarak görmeye başladılar ve 3 Ocak 1923’te de Mustafa Kemal Paşa’ya “Müncî-i Hilâfet” (Halifeliğin Kutarıcısı) unvanı tevcih edilmişti. Oysa Atatürk o zamanlar Fransız Gazeteci Madame Berthe Gaulis’e halifeliği nasıl ortadan kaldıracağını anlatıyor ve bu düşüncesini Fas’ta bulunan Sömürge Valisi Mareşal Lyautay’a iletmesini istiyordu. (Kaynak: La QuestionTurque, Berte Gaulis , Berger-Levrault, 1931)
Mustafa Kemal, Cumhuriyeti ilan edeceği sırada (4 Ekim 1924) mübadele ile Türkiye’ye gelen 600.000 kişilik Balkan muhacirlerine yardım için İslam dünyasından yardım talep eden bir beyanname yayınladı. (Sebilurreşad Gazetesinde de yayınlanan beyannamenin aslı ve yeni harflere çevirisi aşağıdır). Halifeliğin kaldırılmasından sonra yayınlanan bu beyannamenin Hindistan Müslümanları arasında ve İslam dünyasında ne derece yankılandığı bilinmemektedir. Ali Asghar’ın doktora tezinde ve Cemal Kutay’ın “bilinmeyen tarihimiz” kitabında (sayfa: 260) yardımların 1921 yılı sonunda Antalya Milletvekili Rasih Beyin Hindistanı ziyaretinden sonra kesildiği anlaşılmaktadır.
Mustafa Kemal Hindistan’dan gönderilen paraları ne yaptı?
Bu soruyu da Hint Yardımları konusunda araştırmalarıyla tanınan Rajshahi Üniversitesi İslam Tarihi ve Kültürü Profesörü Ali Asghar Khan’ın ifadeleriyle cevaplandıralım:
“Türkiye’ye Hint Müslümanlarınca ne kadar para gönderildiğini belirtmek çok zordur. (Farklı tarihlerde çok yardım göndermişler. Bunların bir kısım kayıtları Türkiye arşivlerinde bir kısmı ise İngiliz veya Hindistan arşivlerinde mevcuttur). Atatürk, bu para ile iki tümeni silahlandırdı ve bir kısmını ziraat sektöründe kullanmayı uygun buldu. Birbiri ardınca Tekir ve Şovalye Piloğlu Çiftliğini, içinde büyük bir narenciye bahçesi olan Karabasamak Çiftliğini satın aldı. Daha sonraki senelerde bu çiftliklerin sayısı hem çoğaltıldı hem de sahaları genişletildi. Atatürk bu paradan 250 lirayı yeni Meclis binasının inşaatı için verdi. 250 lirayı da İş Bankası'na sermaye olarak vererek onun hisselerinden satın aldı. Kalan miktar da aynı bankanın 2 nolu hesabına Atatürk adına yatırıldı. Çiftliklerin gelirleri de bu hesaba dahil edildi. Daha sonra Atatürk tarafından satın alınan çiftlikler TBMM’nin 12 Haziran 1937 tarihli oturumunda hazineye devredildi. Kalan para iş bankasında tutuldu. Faizler de buna ilave ediliyordu. Bununla da Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu oluşturuldu”.
Atatürk'ün Özel Kalem Müdürü Hasan Rıza Soyak da hatıralarında sözkonusu paraların nasıl harcandığı ile ilgili olarak şöyle diyor: (İkinci cilt) “Hindistan Müslümanları, Mustafa Kemal Paşa'nın şahsına yaklaşık 500-600 bin lira tutarında bir para göndermiştir. Atatürk, bu paranın 500 bin lirasını Büyük Taarruz'dan önce ihtiyaçların karşılanması için Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa'nın emrine vermiştir. Zaferden sonra bu paranın 380 bin lirası İcra Vekilleri Heyeti kararıyla Atatürk'e iade edilmiştir. Atatürk bu paranın “en faydalı bir şekilde nerede ve nasıl kullanılabileceğini” düşünmüş ve sonunda 250 bin lirasını İş Bankası'nın temel sermayesi olarak tahsis etmiştir”.
Burada, Prof. Erol Güngör’ün de dediği gibi İş Bankası'nın Hint Hilafet Komitesinin gönderdiği paralarla kurulmuş olduğu herkesin bildiği bir vakıadır. Hint coğrafyasından ayrıca milyonlarca Sterlin değerinde ayni ve nakdi yardımlar/çekler ülkemize gönderilmiştir. İngiliz arşivlerinde de sayısız banka koçanları vardır. Ancak bu paraların kimlere teslim edildiğine, nerelere transfer edildiğine dair belgeler maalesef yoktur. Bir kısım paraların yerlerine ulaşmadığı bir vakıadır. Birkaç doktora tezi olacak kadar derin ve önemli bu konu hakkında ülkemizde sadece Dr. Azmi Özcan tarafından yazılmış bir doktora çalışması vardır. Başkaca bir çalışmayı Ulusal Tez sitesinde (www.tez.yok.gov.tr) göremedik. Oysa günümüzde arşivlerimiz dijital ortama aktarılmış olup belgelere erişim çok kolaydır. Hal böyle olunca onun bunun hatıraları veya yanlış yorumlanacak beyanlarıyla iktifa etmek durumunda kalınmaktadır. Bu tür hatıra kabilindeki bilgilerle doğru neticelere erişmek zordur. Bu konunun ciddi olarak araştırılması ve belgelerle açıklığa kavuşturulması lazımdır.
***
Atatürk, ömrünün hitamına yakın bir tarihte, sözkonusu nakit paranın kimlere ne kadar miktar verileceğini noter tasdikli bir vasiyetname ile kayıt altına almıştır. Atatürk’ün aşağıda kayıtlı vasiyetnamesinde paranın Halk Partisine ait olduğuna dair bir ifade yoktur. Onun için Halk Partisi bu paraya dokunamıyor(3).
Ancak, bu paraların İş Bankası'nın yönetim kurulunda küçük manüplasyonlarla istendiği şekilde kullanılabileceğine dair endişeler. 1950 seçimlerini müteakip Cumhurbaşkanı seçilen Celal Bayar’a bir not halinde iletilmiştir. Sözkonusu not bilahare bir yazı ekinde Başbakan Adnan Menderes’e de iletilmiş ve muhtemelen belirtilen risk sebebiyle hisseler 1953 tarihinde hazineye devredilmiştir. Ancak 9 sene sonra 1961’de kurulan Anayasa Mahkemesi tarafından bu karar iptal edilmiştir. Burada hukuk yüksek mahkeme tarafından makable şamil olarak işletilmiştir. Bu kararın ne derece hukuki olduğunu hukukçularımıza havale ediyoruz.
Hasan Rıza Soyak’ın beyanlarında dikkat çeken bir husus var. Hindistan’dan gönderilen paranın 380.000 lirası İcra Vekilleri Heyeti (Yani Bakanlar Kurulu) kararıyla Atatürk’ün şahsına veriliyor. Atatürk de kabul ediyor.
Atatürk’ün yasal mirasçıları olmadığı için Bakanlar Kurulu kararıyla İş Bankasında bulunan sözkonusu hisselerinin hazineye devredilmesi mümkündür. Bunun için TBMM’den kanun çıkarılmasına ihtiyaç yoktur. Bu mesele TBMM’ye götürülecek boyutta Meclis iradesini gerektiren ciddi bir problem değildir. Gerekirse Meclisten de destek alınabilir. Yoksa bir hükümet kararnamesi kafidir. Zira, Milli Mücadele için gönderilen sözkonusu 380.000 lira hangi yetkili merci kararıyla Batı Cephesi kasasından alınarak Atatürk’ün özel hesabına konmuşsa aynı makamların imzalayacağı bir kararname ile hazineye devredilmesi mümkündür. Kaldıki günümüzde kararnameler tek imza ile yayınlanmaktadır, ancak bu hükümet kararnamesine bakanların da imza atmaları (gecikmiş de olsa) olayın bir bütünlük arz etmesi açısından gereklidir.
Elazığ- Malatya depremzedelerine gönderilen paralar
Burada asıl dikkat edilmesi gereken asıl husus, İcra vekilleri heyeti kararının günümüz kriterlerine göre hukuki olup olmadığıdır. Mesela, bugün bir İslam ülkesinden Elazığ-Malatya depremzedeleri için harcanmak üzere ülkemize hacimli bir nakit para gönderildiğini varsayalım. Bakanlar Kurulu bu paranın 1/5’ini Elazığ ve Malatya depremzedelerine harcasın. Kalan yüzde 80’ini de Cumhurbaşkanımızın şahsi hesabına koysun. Böylesi bir tasarruf günümüz şartlarında hüsnü kabul görür mü? Görmez. Uygun görülmüyorsa sözkonusu İcra Vekilleri heyeti kararının benzer bir kararla tahsis edilmesi gerekmez mi? Günümüz Anayasa mahkemesinin de makable şamil olarak eskiden alınmış bu tür kararları iptal etmesi gerekir. İktidar partisinin bu konuyu yıllar önce “başörtüsü kararı” gibi Meclise taşıyarak yüzüne gözüne bulaştırmaması lazımdır. Bu kadar destekleyici yasal gerekçelere rağmen bu konuyu Mecliste tartışmalara açmak konuyu çıkmaza sokmak demektir.
***
CHP temsilcisi, “Vasiyetin özel hukuk alanına girdiğini beyanla, özel hukuku, genel hukuk kuralları aşamaz. (Birisi) vasiyet ettiğinde o vasiyete karşı kanun çıkartamazsın. Anayasa, yasa, ahlaka aykırı bir iştir" diyor. CHP’nin İş Bankasını bütün hisseleriyle ele alması ve Varlık Fonuna devredileceğini iddiası İş Bankası Genel Müdürü tarafından doğrulanmamıştır. Ancak bu beyanlar CHP’nin benzer konularda 1935’lerdeki tasarruflarıyla çelişiyor. Bu konu hukuk boyutu ile değerlendirilirse CHP’nin İş Bankasının kuruluş aşaması ve sonrasında yaptığı genel hukuk prensiplerine aykırı kararları ortaya serilir. Mesela, vakıf senetleri birer özel vasiyetnamedir. Ancak CHP tek başına iktidarda iken bunları görmek istemedi. Bırakın devlete aktarmayı devletin bakmakla yükümlü olduğu mazbut vakıfları 15.11.1935 tarihli ve 2845 sayılı kanunla haraç-mezat halka sattı. Camilere bitişik olan evkaf dükkanlarının tapularını (Sultanahmet Camiinde olduğu gibi) halka verdi. CHP’nin bu konuyu özel hukuk alanına çekmesi kendisinin daha önce çıkardığı kararnamelerle tezat teşkil etmektedir. Çünkü İsmet Paşa Hükümeti, günümüzde sahipleri hayatta olmayan, ancak Atatürk’ün yaptığı gibi miras olarak kalmış mallarına ait kira gelirlerinin vefatlarından sonra nerelere harcanması gerektiğini vasiyet eden onbinlerce vâkıfın (vakfedenin) vakfiye senetlerine (vasiyetnamelere) aykırı bir kanunla halka dağıttı. Bu millet yıllar önce özel hukuk ihlalinin beterini gördü. Üstelik bu ihlalleri devrim kanunlarına dayandırarak tartışılmasını bile yasakladılar.
Sözkonusu 2845 sayılı kanun da “özel hukukların çiğnenmesi, anayasa, yasa ve ahlaka aykırı bir iş” değil midir? Bence halihazır Anayasa Mahkemesi, kuruluşundan 1961’de Menderes’in 1953’te aldığı kararını iptal etmesi gibi davranmaz. Muhtemelen daha önceki kararların da özel ve genel hukuk kriterlerine uygun olup olmadığını incelemeye alır ve ondan sonra nihai kararını verir. Bu durumda Anayasa mahkemesi Hasan Rıza Soyak’ın bahsettiği kararı da iptal edebilir. Özetle, hükümet alacağı bir kararla İş Bankasında bulunan Atatürk’ün hisselerini hazineye devrederse, CHP’de bu kararı Anayasa mahkemesine götürürse, CHP’nin tek başına iktidarı döneminde aldığı mezkur kanun ve kararnameler kendisine hukukçular tarafından hatırlatılır.
****
CHP İş Bankasını arka bahçesi olarak mı görüyor?
Aşağıda iki belge var. Bu belgeler incelendiğinde İş Bankasının bir zamanlar nasıl bir zümrenin lehine kullanıldığı anlaşılır. Birinci belgede İsmet Paşa, vakıf gelirlerinin diğer bankalardan çekilerek İş Bankası şubelerine aktarılmasını istiyor. (Kaynak: Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi No: 514) nolu belgede İsmet Paşa Vakıflar Genel Müdürlüğü kira gelirleri, muamelat, komisyon vs gelirlerinin İş Bankası şubelerinde tutulmasını rica ediyor (!). Şöyle ki:
“Haber aldığıma göre,
Bizim Evkaf İdaresi ve mütemmim müeessesat. Bankalara taalluk eden muamelata İş Bankasından gayri bankalarla hatta Osmanlı Bankasıyla yapmaktadırlar.
Merkezde Evkaf İdaresiNukud-ı Mevkufe ve AkaratMüdiriyetleri bu meyandandır.
Rüşti Beyefendiye muamelatı İş Bankasına nakl ve devam etmesinin tebliğini rica ederim. İsmet” diyor. (**)
Bir sonraki belgede ise % 5’lik belediye ihtiyat akçelerinin bir kararname ile Merkez Bankası kurulana kadar İş Bankasına yatırılması Bakanlar Kurulu kararnamesi ile isteniyor.
Her iki kararnamenin altında İş Bankasının devlet imkanlarıyla nasıl palazlandırıldığı izahtan varestedir. Benzer tasarruflar bugün de CHP’nin iktidar olması durumunda mümkündür.
İktidara talip bir partinin, nereye ait olduğu belli olan bu hisselerin peşine düşmesi, olayı özel miras hukuku boyutunda değerlendirmesi, halk nazarında “ben iktidara talip değilim, İş Bankasındaki bu sıcak hisse senetlerine talibim” anlamına gelmektedir. Devlet hazinesinin teslim edildiği hükümete, bir bankanın 1/3 hisse senetlerinin teslim edilemeyeceğinden ısrar edilmesini anlamak zordur. Demek oluyor ki 1950 tarihinde Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a sunulan notta belirtilen endişeler yerinde imiş. İş Bankasını Celal Bayar anlamayacak da biz mi anlayacağız? Sözkonusu belge aşağıya eklenmiştir (4)
Netice-i kelam:
CHP’nin Atatürk’ün İş Bankasında bulunan hisselerinin bekçiliğini yapmaktaki ısrarı anlaşılmamaktadır. Bu ısrar “bal tutan parmağını yalar” özdeyişini akıllara getirmektedir. İş Bankasının kurucusu Celal Bayar’a 1950’de sunulan bir raporda da benzer bazı endişeler dile getirilmiştir. Prof. Dr. Erol Güngör, “Hint Müslümanlarının, hilafetin korunması için gönderdikleri yardım paralarıyla hilafetin kaldırıldığı herkes tarafından bilinmektedir” diyor. Atatürk Hint Hilafet Komitesi tarafından gönderilen paraları İş Bankasının temel sermayesi yapmıştır. İş Bankasının yüzde 28’i Atatürk’ün kazandığı bir para değildir. Hindistan Müslümanlarından gelen yardım paralarıdır. Atatürk’ün Özel Kalem Müdürü Hasan Ziya Soyak, 380.000 liralık Hint yardım paralarının Bakanlar Kurulu kararıyla Atatürk’e verildiğinden, Atatürk’ün de bu paranın 250.000 lirası ile İş bankasını kurduğundan bahsetmektedir. Atatürk vefatından önce çiftliklerini hazineye bağışlamıştır. Bugün İş Bankasının yüzde 28’ine tekabül eden sözkonusu Hint Hilafet Hareketi yardım paralarının da hazineye devredilmesi Atatürk’ün vasiyetine uygun bir tasarruf olacaktır. Çünkü o paralar Milli Mücadeleye veya hilafet merkezinin korunması maksadıyla gönderilmiştir. Halifelik olmadığına göre oraya gelen paraların ya halifelik misyonunun yüklendiği Diyanet İşleri Başkanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğüne ya da halka (yani hazineye) devredilmesi lazımdır. İngilizler o tarihlerde Osmanlı Devletine veya Milli Mücadeleye ayni ve nakdi yardım yapılmasına izin vermiyorlardı. Hint Hilafet Komitesi Temsilcisi Seyyit Çhotani bu kararı Kızılay’a veya Hilal-i Ahmere yardım yapıyoruz diyerek delmiştir. Dolayısıyla bu yardımlar aslında savaştan yetim ve dul kalmış ailelere verilmek için gönderilmiştir. İş Bankasına yatırılan bu paraları CHP’nin hayat-memat meselesi yapması bu bağlamda doğru değildir. CHP’nin bu parayı Darul Eytam yerine kurulan kuruma verilmesini talep etmesi en mantıklı bir öneri olacaktır. Ağlayan yetimin malı gülene fayda etmez. CHP’nin bu parayı özel hukuk alanına çekmesi keza doğru değildir. Mirasın şahıs olarak vârisi yoktur. Keza, CHP daha önce benzer vasiyetnamelere (vakıf senetlerine) aykırı bir kanun çıkararak bu itiraz yolunu geçmişteki eylemleriyle kapatmıştır. Öte yandan, bugün TTK veya TDK gibi kuruluşlar Atatürk’ün temellerini attığı tezlere uygun kuruluşlar değildir. Atatürk’ün tarih tezine ilk isyanı Prof. Dr. Zeki Velidi Togan başlatmış, bilahare Togan Viyana’ya kaçmıştır. Yaklaşık yarım asır sonra bu kuruluşlar 1980 darbesi sırasında tamamen kapatılmış ve Togan’ın istediği çizgiye getirilmiştir. Vasiyetin sözkonusu kurumlarla ilgili ciheti hukukçuları ilgilendiren bir konudur. Kurumlar hisselerini hazineden de alabilirler. Doğrusunu söylemek gerekirse her iki kurumun Türk Kültürüne ciddi kültürel katkısı yoktur. Masa başında kelime çoğaltarak Türkçeye hizmet edilmez. Kaşgarlı Mahmud kelime toplamak için çadır çadır oymak oymak boşuna mı yoruldu? O da oturduğu yerde eline bir şablon alır ve kelimeleri ölçüp biçebilirdi. Hükümetin de belli aralıklarla bu konuyu gündeme getirmemesi lazımdır. Zira bu tartışmalar İş Bankası hisse senetlerinin değerlerinin kaybına sebep olmaktadır. Mesele, Meclis’te tartışılacak ciddi bir konu da değildir. Paranın nereden geldiği bellidir. Bu hesaba nasıl girdiği bellidir. Bu paralarla kazanılan gayrimenkul çiftliklerin Atatürk tarafından nereye bağışlandığı keza bellidir. Banka hisselerinin de benzer bir kararla ya hayır kurumlarına ve İstiklal Savaşının dul ve yetimlerinin mirasçılarına veya hazineye devredilmesinde hiçbir sakınca yoktur.
4 Ekim 1923 tarihinde Yunanistan'dan mübadele ile Türkiye'ye hicret eden dindaşlarımıza yardım için Gazi Mustafa Kemal Hazretlerinin Alem-i İslam'dan yardım talep eden ve Sebilürreşad Gazetesinde yayınlanan beyannamenin alı üstte yeni harflerle yazılışı da aşağıya derc edilmiştir.
BEYANNAME
(Sebilurreşad, 4 Ekim 1923, Cild:22 Sayı: 565,566 Sayfa: 157-158)
“Yunanistan’dan gelecek 600.000 Müslümanın iskanı için yardımda bulunmak üzere Gazi Mustafa Paşa Hazretleri tarafından (Alem-i İslama) neşrolunan beyannamedir:
“Türk Milleti, Allahın inayetine güvenerek, hayatını kurtarmaya, yaşamak hakkına malik olduğunu dünyaya göstermeye azm ettiği gün biliyorsunuz ki bütün vesaitten mahrum, yalınız iman ve aşk-ı istiklal kuvvetine malik idi.
Türkler bu sayede istihsal ettikleri zaferle mücahedelerini tedvic ederlerken (taçlandırırken) Alem-i İslamın pek ulvi bir alaka ile mütehassis olduklarını (çok duygulandıklarını) şükranla görmüş ve bunu daima minnetle yad etmiştir. (Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele sırasında İslam dünyasından gelen yardımlara atıfta bulunmaktadır). İşte bu alakaya istinaden şimdi de bütün din kardeşlerimizden yine kendi kardeşleri için şefkat ve merhamet tavassutunda bulunacağım.
Türk Milleti zafere kavuştu. Fakat bugün muazzam bir iş karşısındadır:
Yunan İdaresi altındaki mazlum dindaşlarımızın mübadelesi ve Türk toprağına iskanları…
Bu kardeşlerimiz bugün Yunan zulmü altında inliyor. Bütün gün muhtelif mahallerden gelen feryatlar her Müslümanın kalbini rikkate getirecek, her Müslümanı ağlatacak derecede acıklıdır. Bunların bir an evvel kurtarılmaları artık her şeyden evvel bir vecibe-i diniye olmuştur. Siz gibi bir yuva sahibi olan ve yekunu 600 bini geçen bu kardeşlerimizi Türk topraklarına kavuşturmak sefaletlerine son vermek pek büyük bir iştir.
Kardeşler,
Türk Milleti ne kadar vesaite (imkana) malik olursa olsun bu vesait yine kafi değildir. Harp esnasında Yunanlıların ayak bastıkları Anadolu mamureleri bugün birer virane olmuştur. Yunan hırs ve cinayetine kurban kardeşlerin toprakları da harabeye dönmüştür. İşte kardeşler bu yerleri imar etmeye duçar oldukları mahrumiyet ve sefaletten bir dakika evvel kurtarılmaları lazım gelen Yunan idaresindeki Müslümanları buralarda iskana, 600 bin kişiye ekmek vermeye, me’va (sığınak) bulmaya çalışan Türkler, kardeşlerinin sefaletinden telef olmamaları için Alem-i İslamın mürüvvetine müracaat ediyoruz. Dindaşlık rabıta-i kudsiyesinin feyyazı tecelliayına ümitvarım.
Bu zavallı dindaşlarımız için müşterek hayır müessesi olan Hilal-i Ahmer’in vaki olacak teşebbüsatına bütün Alem-i İslamınsuh-ı suh (omuz omuza) ve kemal-i memnuniyetle zahîr olacağında şüphem yoktur. Hilal-i Ahmer bu dini lutuf ve muavenetinize arz-ı ihtiyaç ediyor. Hilal-i Ahmer bu dini vazifesinde muvaffak olması için Alem-i İslamınlutuf ve muavenetine arzı ihtiyaç ediyor.
Yapacağınız en ufak bir yardımın birkaç Müslüman ailesinin hayatını kurtaracağını düşününüz. Doğrudan doğruya aynen ve nakden gönderilecek yardımlar şükranla kabul edilecektir. Bugün ezici bir cereyan içinde bulunan ve yarın iskan ve iaşe edilmek için bin müşkilatla pençeleşecek olan Rumeli Müslümanlarının yegane istinatgahları imanları ve yegane ümitleri din kardeşlerinin ulviyet ve necabetidir.
Cenabı Kibriya cümlemizin yardımcısı olsun”
BAŞVEKALET MÜSTEŞARLIĞINA
Haber aldığıma göre,
Bizim Evkaf İdaresi ve mütemmim müeessesat. Bankalara taalluk eden muamelata İş Bankasından gayri bankalarla hatta Osmanlı Bankasıyla yapmaktadırlar.
Merkezde Evkaf İdaresi nukud-ı mevkufe ve akaratmüdiriyetleri bu meyandandır.
Rüşti Beyefendiye muamelatı İş Bankasına nakl ve devam etmesinin tebliğini rica ederim.
İŞ BANKASI MÜDÜRİYET-İ UMUMİYESİNE
Evkaf İdaresinde bankaca olan bütün muamelatını şubeleri bulunan mahallerde İş Bankasıyla icra etmesi hakkında Evkaf Müdiriyeti Umumisine sebk eden tebliğata verilen cevapta ; İş Bankası şubelerinde İzmir, Bursa, Ankara ve Adana’da evkaf daireleri esasen fazla-i mevcutlarını hisab-ı cari suretiyle mezkur bankalara tevdi etmekte olduklarından ve diğer bankalarda bulunan mebaliğden vadeleri hitam bulacağı sırada hemen İş Bankasıyla müzakere edilerek, icabınca icra olacağını bildirecektir efendim.
Başvekalet Müsteşarı
Kaynak: Dünya Bülteni