İsmail Kılıçarslan'dan çarpıcı tespit: "Hepimiz gündelik politika hayvanları olduk!"

Yeni Şafak gazetesi yazarı İsmail Kılıçarslan, "Çok acayip işler" başlıklı yazısında, "Türkiye’nin gündelik politika dışı temel sorunlarını sükûnetle konuşmanın, konuşabilmenin bir yolu kalmadı." derken, "Benim ‘pozisyonundan konuşmak’ dediğim şey hepimizi ‘gündelik politika hayvanları’ haline getirdi." tespitinde bulundu.

Yeni Şafak gazetesi yazarı İsmail Kılıçarslan, "Çok acayip işler" başlıklı yazısında, "Türkiye’nin gündelik politika dışı temel sorunlarını sükûnetle konuşmanın, konuşabilmenin bir yolu kalmadı." derken, "Benim ‘pozisyonundan konuşmak’ dediğim şey hepimizi ‘gündelik politika hayvanları’ haline getirdi." tespitinde bulundu.

İşte o satırlar:

'Burası Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi. Bu çirkin binayı yapan, yapmakla kalmayıp çok beğenip aydınlatan, en az dört bayrakla donatan, Atatürk’ün oldukça basit bir cümlesini üniversite duvarına kazımaya değer gören zihniyet elbette öğrenciler için bir masa, iki bank, üç güneşlik koymayı akıl edemezdi. Çünkü bu dalkavuk sefiller için genç ile davar arasında bir fark yoktur.’

Sen misin bu paylaşımı yapan? Linç ettiler Ali Nesin’i. Ellerine geçse bir bardak suda boğacaklardı. Hakaretlerin bini bir paraya gitti. Aşırı seküler, aşırı laik, acayip Atatürkçü, pek Kemalist, çok okumuş koca koca insanlar adamcağıza öyle küfürler ettiler ki literatür ağladı.
Eh, normal sonuç. Türkiye’deki putlarla mücadele ettiğin her an hakareti, küfürü, linçi göze alacaksın. Put sevicilik mahalle ayrımı yapmaz zira.

DTCF binası da, yakın zamanda yıkımına başlanan (ve belki de bitirilen) İller Bankası binası da 930’ların hiçbir halta benzemeyen ‘heyula mimari akımı’na ait çirkin ötesi binalar. Fakat değil mi ki bu binalar Türkiye’deki Kemalist envantere dahildir, nasıl olur da ağzını açıp eleştirebilir, aleyhlerine cümle kurabilirsin? Değil mi?

Bu burada dursun, biz başka bir yerden ilerleyeyim.

Herhalde geçen yıldı. Bir konferansta İstanbul Bağlarbaşı’ndaki Marmara İlahiyat Camii (kızım o camiye ‘mekanik cami’ diyor, bense ‘Darth Vader camii’ demeyi tercih ediyorum. Üstelik caminin içi çok güzel tezyin edilmiş, hakkını vermek gerekir) ile Ataşehir’deki Mimar Sinan Camii hakkında yorumlarda bulunmuş ve iki camiyi de çeşitli bakımlardan sert şekilde eleştirmiştim. Bir delikanlı söz alıp ‘yapımlarına Reis’in onay verdiği camiler hakkında bunları söyleyemezsiniz’ demişti. Salondaki bazı dinleyicilerden de destek almıştı üstelik bu sözleri.

Bu da burada bir dursun, biz daha başka bir yerden ilerleyelim.

Türkiye’de devletin, yerel yönetimlerin yaptığı hemen her binaya mahkeme kanalıyla itiraz eden Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’ni biliyorsunuzdur. Bilmediğiniz ise şudur. Hayata geçmesine canhıraş şekilde karşı koydukları projelerin altında yine bu birliğe kayıtlı mimar ve mühendislerin imzası vardır. Hatta bir mühendis arkadaşım bu odalardan birinde ‘arkadaşlar, madem yapılan her işe bu kadar karşıyız, bundan böyle devlete ve yerel yönetimlere proje hazırlayan meslektaşlarımızı odamızdan atalım’ teklifi getirdiğinde kıyametin büyüğü kopmuş, koca koca mühendisler arkadaşımı provokatörlükle suçlayıp üzerine yürümüşlerdir.

Bu da burada bir dursun.

Türkiye’de asıl sorun nedir? Kendimizin oturduğu plaza dışında bütün plazaların çirkin olduğunu düşünürken geliştirdiğimiz kafa konforumuzdur. AVM rezidanslarında yaşayıp ‘şehirler de çok çirkinleşti, bu TOKİ gerçekten çok kötü binalar yapıyor’ demenin konforundan söz ediyorum.

Düşünsenize bir. TOKİ, en nihayet dar gelirli insanlara yönelik sosyal konutlar üretiyor. Elbette bunları üretirken de estetik bir algı koyabilir ortaya. Ama be yahu. 3 milyon lira bayılıp dairesinin tavan yüksekliği 240 santim olan bir rezidansın otuz sekizinci katında yaşamanın tam olarak neresi estetikle ilgilidir; onu da bir desenize hele. 240 santim kümes yüksekliği, otuz sekizinci kat kuş evidir. Sen orada yaşıyorsun diye orası güzel, dişinden tırnağından artırıp kredi ödeyen adam TOKİ’de yaşıyor diye TOKİ binası çirkin değildir.

Bütün bunları niçin örnekliyorum? En çok şundan: Türkiye’nin gündelik politika dışı temel sorunlarını sükûnetle konuşmanın, konuşabilmenin bir yolu kalmadı. Benim ‘pozisyonundan konuşmak’ dediğim şey hepimizi ‘gündelik politika hayvanları’ haline getirdi. Hiçbir şeyi düşük tansiyonla konuşamıyoruz. Ne camileri ne plazaları ne DTCF binasını ne iller bankasını... Halbuki bunları sükûnetle konuşabiliyor olmanın hepimize büyük faydaları olacak.

Ne var ki Üsküdar’daki Şemsipaşa Camii düzenlemesinde bile ‘oranın düzenlemesi için kurul kararı var, kesin sesinizi, bu tepkiniz en çok FETÖ’nün ekmeğine yağ sürer’ yazan koca koca adamları görünce bütün umudum kayboluyor.

Bize sükûnet lazım. Hem de çok lazım.

Ne diyordu Barnes: ‘O değil de yeğenim, senin kırmızı pantolon yine dolaşıma sokulmuş. Bu gidişle Türkiye’nin en meşhur pantolonu seninki olacak. İnsan bir pantolonla niçin bu kadar uğraşır ki? Tövbe estağfurullah.’

Kim Milyoner Olmak İster 200 bin liralık Tosun Paşa sorusu Halk TV'de TB3 hakkında skandal yayın: İHA-SİHA karın mı doyuruyor? Efsane "Çok özledim" dedi
Sonraki Haber