Yıl 1944.
Mevsim kış.
Ancak kara kışa rağmen, özellikle İstanbul ve Ankara ahalisinin dilinde, belki sanatsal değeri olmasa da, siyasi bakımdan oldukça fazla ehemmiyet bulunan şiirler/deyişler dolaşmaktaydı.
Söz konusu şiirler/deyişler, dönemin siyasilerinin hal ve gidişini konu edinerek onları acı bir surette yermekte ve hatta istihza ile rencide etmekteydi. Bir anlamda tek parti yönetiminin güven vermeyen o soğuk ikliminde duymuş olduğu ıstırabın ve maruz kaldığı sıkıntıların karşılığını ancak o suretle gösterebilmişti.
Şiire konu isimler öyle alelade, sıradan insanlar da değildi. Mesela biri, eski Maliye Bakanı Fuad Ağralı’ydı.
Fuat Ağralı giyim kuşamına çok fazla dikkat etmeyen, ama şahsından sair bakanların kokup çekindiği ve dolayısıyla kendisine karşı saygı duyma gereği hissedilen biriydi.
Hatta denir ki; bir defasında alt kademede çalışanlarından birinin bir müşkülatı olmuş, Fuat Beye gitmiş ve ondan yardım talebinde bulunmuştu. Fuat Bey de ona, kendisine doğrudan yardım edemeyeceğini, fakat aracını kullanması için bir süreliğine kendisine emanet edebileceğini ifade etmişti. Söz konusu müşkülatlı kişinin Ankara caddelerinde Fuat Beyin arabasında görülmesi müşkülatının halli için fazlası ile kâfi gelmişti.
İfade edildiğine göre Ağralı ile hanımının arası son derece kötüydü. Arasındaki ilişki olması gereken tabii rotasını kaybetmiş ve aleni suretteki bir skandala dönüşmüştü. Fuad Ağralı hakkındaki söylentiler İsmet İnönü’nün kulağına kadar da gitmişti.
Rivayet olmaktan çıkan haberlere göre, Ağralı’nın Ankara Radyosu’nda çalışan Perihan Altındağ adlı ses sanatçısı ile gönül ilişkisi vardı.
Ağralı bir süreden beri söz konusu isimle samimi derecede dost olmuş ve onu kendisine metres edinmişti. Fakat daha garip olanı, kendisinin bilgisi dâhilinde ve tahrikleri neticesi hanımının da benzer bir surette hareket etmesi olmuştu. Bayan Ağralı’nın da İstanbul Devlet Konservatuarı Korosu sanatçılarından, kocasının kendisine iyiliği dokunduğu, bir erkek ile gönül ilişkisi mevcuttu.
Bu hal, Bay ve Bayan Ağralı arasındaki aile bağını fazlası ile germiş ve bozmuştu. Boşanmak için hukuki süreç yaşanmış ve nihayet ayrılmışlardı.
Bütün bu olup bitenler, Bayan Ağralı tarafından arkadaşı Bayan İnönü’ye anlatılmış, o da öğrendiklerini kocası İsmet İnönü’ye taşımıştı.
Bayan İnönü ayrıca İsmet’e, Bayan Ağralı’nın haber verdiğini belirterek, Bay Ağralı’nın Türkiye haricine para, altın ve mücevherat kaçırmak suretiyle kendisine mali menfaat sağladığını ve boşanma süreci öncesinde Bayan Ağralı’nın da bu işlerde kocasına yardımcı olduğunu da haber vermişti.
Fuad Ağralı sadece bu sıkıntılarla mücadele etmek zorunda kalmamış, bir başka cepheden de zehirli okların hedefi haline gelmişti.
ABD belgelerinde yer alan ifadelere göre Ağralı zeytinyağı piyasasında spekülatif işlerle de meşgul olmuştu. Kızının kayınpederi Ömer Sezai, o tarihlerde Türkiye’de en büyük zeytinyağı şirketine sahip biriydi ve ilgili şirketin operasyonları ile hem Ağralı hem de kızının kayınpederi Ömer Sezai müthiş derecede paralar elde etmişlerdi.
Yine ABD raporlarında dile getirildiğine göre Ağralı’nın söz konusu ticari icraatlarının diğer bir ucunda ise Genelkurmay Başkanı Kazım Orbay ve Büyük Millet Meclisi Başkanı Abdülhalik Renda da tutmakta olup ganimet sofrasında kendilerine yer edinmişlerdi.
Belki ilginç bir tesadüf olarak bu isimlerin her üçü de Balkan kökenliydi ve Yunanistan, Bulgaristan ve Türkiye arasında gerçekleşmiş olan nüfus mübadelesi sırasında, esasen Anadolu asıllı olup Yunanistan’a göç eden Rumlara ait olan, İzmir yakınlarındaki zeytin bağlarını bir şekilde elde etmişlerdi.
İsmet İnönü Ağralı’nın çevirdiği işleri öğrenince hemen kendisine haber salıp huzuruna çağırtmıştı. Ancak Ağralı da bütün olup bitenlerden haberdar olduğu için İnönü’nün kendisini niye çağırdığının farkındaydı. Dolayısıyla da derhal istifa etmiş ve bu istifa kabul görmüştü.
İsmet İnönü Ağralı’yı emekli etme çabasında muvaffak olmuş ve Fuad Ağralı, kabine dışında kalmıştı. Ancak Ağralı’nın metresi ile olan ilişkisi 1945 yılında da devam etmişti.
Ağralı, istifa sonrasında İzmir yakınlarında bulunan Ayvalık’taki evine çekilmiş ve bahtının kötüleşmesine sebep olarak da, yakın zamanda kabul edilmiş bulunan Varlık Vergisi nedeniyle inim inim inleyen insanların lanetini göstermişti.
Ağralı’nın sağlığının iyi olmaması nedeniyle istifa ettiği yolundaki açıklamalar ise ilk zamanlar kabul görmüşse de sonraki tarihlerde bu yöndeki beyanların istifanın asıl nedenini oluşturmadığı anlaşılmıştı.
Halk ise bütün bu olup bitenleri, kanunlar nazarında suça bulaşmadan, kendine mahsus o ince üslubu ile:
Sabun ve zeytinyağı
Perihan altında!
şeklinde dillendirmişti.
Bu deyişin, Bayan Ağralı’nın kocasından ya metresini bırakmasını yahut zeytinyağı spekülasyonundan vazgeçmesini istediği şeklindeki bir diğer versiyonu ise:
Ya sabun zeytinyağ,
Ya Perihan Altındağ!
tarzında olmuştu.
Bütün bu olumsuzluklara sahne olan İnönü Dönemi siyaseti ve idaresine dair de halkın, kısa, az ve öz surette eleştirel bir yaklaşımı olmuştu.
Dönem İnönü Türkiyesi diye adlandırılmış ve devrin siyasi ve iktisadi mahiyeti ise şu şekildeki bir hicvin konusu kılınmıştı:
Memur darda
Köylü barda
Tüccar karda
Müteahhit ihtikârda
Başvekil hovarda
Ve Cumhur Reisi Konservatuvarda!
Hemen hatırlatalım ki bu şiirle halkın dilinde hovardalıkla suçlanan o tarihlerde Başbakanlık koltuğunda oturan Şükrü Saraçoğlu (1942-1946) olmuştu.
İnönü Türkiyesinin halk lisanı ile tanımı veya oldukça öz bir suretteki betimlemesi, pek tabii ki, sadece yukarıdaki hicivden ibaret de değildi.
O yıllarda memlekette ezan Arapça değil, hatırlanacağı üzere, Türkçe okutulmaktaydı. Müezzin efendiler Müslümanları namaza davet etmek için minarelerden günde beş vakit:
Tanrı uludur, Tanrı uludur,
Tanrı uludur, Tanrı uludur
Şüphesiz bilirim Tanrı'dan başka yoktur tapacak
Şüphesiz bilirim Tanrı'dan başka yoktur tapacak
Şüphesiz bilirim Tanrı'nın elçisidir Muhammed
Şüphesiz bilirim Tanrı'nın elçisidir Muhammed
Haydi namaza,
Haydi namaza,
Haydi felaha,
Haydi felaha,
Uykudan namaz daha hayırlıdır
Uykudan namaz daha hayırlıdır
Tanrı uludur, Tanrı uludur,
Tanrı'dan başka yoktur tapacak.
suretindeki yeni çağrıyı tekrar ederlerdi.
İşte okunan bu çağrıya bir teşbih olmak üzere İnönü Türkiyesini tasvir eden ve yaygın bir surette İstanbul ve Ankara ahalisinin dilinde dolaşan oldukça muzip bir çağrı daha vardı.
Onun ifadeler de şu suretteydi:
İsmet uludur!
İsmet uludur!
Memurlar Saracoğlu’nun kuludur!
Haydi memurlar sabuna!
Haydi memurlar şekere!
Haydi memurlar kumaşa!
Haydi memurlar kupona!
Tüccar karda
Zürra barda
Saracoğlu hovarda
İsmet İnönü Konservatuvarda!
Döneme dair ABD belgeleri, bütün olup bitenleri, maalesef bu suretle anlatmıştı!
Gerçi dönemin entelektüellerinden olan ve günümüzde dahi şahs-ı manevisi pek sevilen bir isim olarak Ziya Gökalp da:
Bir ülke ki, camiinde Türkçe ezan okunur
Köylü anlar manasını namazdaki duanın
Bir ülke ki, mektebinde Türkçe Kur’an okunur
Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Huda'nın
Ey Türk oğlu, işte senin orasıdır vatanın
diyerek yeni bir ulus inşası yolunda atılan adımların sıhhatine olan kat’i suretteki inancını ve bu inancın şiirsel biçimdeki izah ve hükmünü kaleme almak suretiyle ortaya koymuşsa da halk; ne ona ne de çağdaşlarına, hiçbir surette itibar etmemiş, kendi inandığı ve bildiği yolda yalnız başına da olsa yürümeye devam etmişti.
İşte o belgeler: