İstanbul sokak köpeklerinin soykırım tarihi

İstanbul sokak köpeklerinin tarihi en az İstanbul’un kendisi kadar eskidir. Bizans’tan Osmanlı’ya, Osmanlı’dan da Cumhuriyet’e intikal ederek bugüne değin varlıklarını sürdüre gelmişlerdir.

Bu uzun dönem içerisinde İstanbul sokak köpeklerinin maruz kaldığı en eski soykırım uygulaması ise, bilebildiğimiz kadarıyla, Bizans İmparatoru Birinci Andronicos (1183-1185)’un saltanatı sırasında gerçekleşmiştir.

Birinci Andronicos’un iktidarı sırasında hüküm sürmekte olan veba hastalığının yayılmasından korkulduğu için Bizans Constantinople’ündeki o anlı şanlı ve saraylı aristokrat itlerin bütünüyle boğazlanmaları emredilmiştir.

Osmanlı padişahları idaresindeki İstanbul’da sokak köpeklerinin kaderi genel olarak sulh ve sükun içinde geçmiştir. İlk dönemlerde itler, Sultan İkinci Bayezid gibi padişahların saltanatı sırasında rahat etmişlerse de,  Sultan İkinci Mahmut (1808-1839), Nasuh Paşanın sadarette bulunduğu Sultan Birinci Ahmet (1603-1617), Abdülmecid (1839-1861) ve Abdülaziz (1861-1876) dönemlerinde, insanlar gibi onlar da sürgün edilmişlerdir.

Osmanlı İstanbul’u tarihinde İstanbul sokak köpekleri hayatlarının en mesut ve en bahtiyar dönemlerini Sultan İkinci Abdülhamid (1876-1909)’in saltanatı yıllarında yaşadı. Ancak Abdülhamid’in tahttan indirilmesi sadece onun iktidarının ve temsil ettiği muhafazakar düşüncenin alaşağı edilmesi olmadı, fakat aynı zamanda İstanbul sokak köpeklerinin de yeni bir soykırım tecrübesi ile karşı karşıya kalacakları bir devrin başlangıcını da teşkil etti.

1908:

1908 siyasi ve askeri hareketi neticesi asırlardır İslami şefkat ve merhametin Türk hoşgörüsü şeklindeki tezahürünün muhatabı olan İstanbul itlerinin yaşamları İttihatçıların iktidarı ele almaları üzerine bütünüyle altüst oldu. İstanbul sokak köpeklerine hayat hakkı tanımamakta kararlı olan İttihatçı düşünce hızlı ve etkin bir surette itlaf programını derhal başlatıldı ve nihayet 1910 yılında İstanbul’da yaşamakta olan 80.000 itin yaşamına son verildi.

İstanbul sokak köpeklerinin tarihinde 1910 sonrasında da bir dizi katliam gerçekleşti. Ancak hemen belirtelim ki; 1910 sonrasında gerçekleştirilmiş olan (1911, 1912, 1915, 1919, 1920, 1927, 1930, 1934, 1987 ve 1990) her bir itlaf girişimi, tek başına değerlendirildiğinde 1910 itlafına nispetle daha küçük rakamlardaki itlaflar olsa da, bütünü ve nihayeti itibarıyla ele alındıkları takdirde en az 1910 yılındaki itlaf kadar it soyunun tükenmesinde etkili olmuştur.

1933 yılında Evening Post gazetesinde çıkan bir haberde de bu durumu teyit edilmiş ve son 16 yıl zarfında İstanbul’da öldürülen it sayısının 150.000 adet olduğu belirtilmiştir.

1910:

1910 yılındaki itlafındaki Büyük İtlaf’tan arta kalan İstanbul itlerini yok etme görevi sonraki zamanlarda İstanbul Belediye Başkanlığı’nı yürütmüş olanlar tarafından kötü bir miras olarak devam ettirildi. Söz konusu isimlerden ilki İstanbul Belediye Başkanlığı görevini yürütmüş olan Suphi Bey oldu. Bu anlamda Suphi Bey, 1910 yılında uygulamaya konan Büyük İtlaf politikasının tam olarak bitiremediği işi tamamlamak için bir kez daha sahneye çıkıp soykırım fiiline girişmişti.

1911:

İttihatçı idarenin itleri itlaf politikası genel bir politikaydı. Dolayısıyla da bu politika İstanbul itlerinin sürgün ve itlaf edilmeleri ile nihayete ermiş değildi. 1911 yılında Selanik itleri de başka mahallere gönderilmiş, şehirdeki varlıklarına kısa zaman zarfında son verilmişti.

1912-1920:

Balkan Savaşı yılları ve sonrası zamanlarda, arada inkıtalar olsa da, İstanbul Belediye Başkanlığı görevini Cemil Topuzlu yürütmüştü. Dolayısıyla da Cemil Topuzlu’nun İstanbul Belediye Başkanlığı dönemi İstanbul itleri açısından kendilerinin daha bir özenle itlaf edildikleri bir zaman dilimiydi.

1910 soykırımından arta kalan (soykırımzede) itlerin süratle çoğalıp artmaları ve İstanbul’daki it mevcudiyetinin sayısal olarak 30.000’lere ulaşması Cemil Topuzlu’yu harekete geçirmişti. Paşa, soyadına uygun olarak, aldığı ve verdiği bir emirle binlerce İstanbul sevdalısı masum ve mazlum itlerin katledilmelerini sağladı.

Topuzlu Paşa, itlerin nizami olarak kontrollerinin sağlanmasında Paris ve New York'u kendisine örnek olarak benimsemişti. Artık ölü köpekleri eskisi gibi çatalla toplayıp kaldıran üstleri başları kirli işçiler yoktu. Polis Mecmuası sayfalarında en son teknolojinin kullanıldığı ve hayvanlara insani muamele ile davranıldığını gösterir yeni bir kamyon, yakalanan itlerin içine kapatıldıkları bireysel kafesler, parlak bir üniforma içinde ciddi bir sima ile çevik bir Fransız köpek avcısının görüntüleri yer almaktaydı.

1915:

İstanbul’da kuduz hastalığının artması üzerine başıboş köpeklerin toplatılarak imha edilmeleri konusu 1915’te bir kez daha gündeme geldi.

Sağlık Genel Müdürlüğü, Daulkelb Müdürlüğü’nün tuttuğu kayıtları dikkate alarak 1915 yılında İçişleri Bakanlığı’na göndermiş olduğu bilgide, kuduz hastalığına yakalanan insan sayısında bir önceki yıla göre ciddi bir artış gözlenmiş olduğunu; 1914 yılına nispetle 1915 senesinde toplamda 1.525 kişi olmak üzere, askeri personelden 750 kişinin, sivillerden ise 775 kişinin kuduz hastalığına maruz kaldığını belirtmişti.

İçişleri Bakanlığı da yaptığı bilgilendirme ve uyarıda; bu durumun köpeklerin toplanması hususunda daha evvelce gönderilmiş olan talimatlara özellikle vilayetler ve bazı livalarda gerekli özenin gösterilmemiş olmasından kaynaklandığını belirtmiş, konuya ciddiyetle yaklaşılmamasının insanların ölümüne sebebiyet verdiğini ifade ederek bütün Osmanlılar için açılmış olan Daulkelb hastanesinin tedavi noktasında kapasitesinin sınırlı bulunduğu ve herkesi tedavi edemeyeceği ve zaten mevsim itibarıyla da tavşan bulmakta zorluk çekildiği belirtildikten sonra başıboş gezen bütün köpeklerin toplattırılması ve derhal imha edilmesi için belediyelere, vilayet ve livalara ikinci bir uyarı ve talimat yazısı göndermişti.

1919:

1919 yılı Türk tarihi açısından yeni bir dönemin başlangıcını teşkil ederken kötü bahtlarının değişmesi açısından itlere hiçbir katkı sağlamamıştı.

İtlerin 1910’da başlayan kara baht ve kem talihleri devam etmekteydi. İstanbul Belediyesi sokak köpeklerinin İstanbul’un sokak ve caddelerinden kökünü kazımaya ve mevcudiyetlerini bütünüyle sona erdirmeye ant içmiş gibiydi.  Şehremaneti Üsküdar Şubesi sokaklarda dolaşan zavallı köpeklerin öldürülmeleri için hususi memurlar görevlendirmişti. Görevlerini yapmalarına halkın engel olmasını önlemek üzere, memurlara görevli olduklarını gösteren bir de kimlik kartları hazırlanıp verilmişti.

1927:

İstanbul itleri 1910 yılında bütünüyle itlaf edilmeye çalışılmışsa da kaçıp kurtulan ve geride kalan daha yüzlerce it vardı.

Yabancı basının gözünde bu itler hiçbir zaman berbat ve tehlike saçan itler olmaktan kurtulamamışlar, evsiz, sahipsiz ve aç bir surette sokaklarda dolaşan, yayalar için tehlike oluşturan varlıklar olarak tanımlanmışlardı.

Avrupa’dan 1927 yılında gelen uzmanlar mevcut köpeklerin bu defa gaz ile itlaf edilmeleri fikrini salık vermişlerdi.

Bu dönemde itler için var olan bir başka olumsuzluk ise İstanbul’daki ahalinin söz konusu itlaf fikrinin uygulanmasına karşı çıkacak o eski it dostu İstanbul ahalisi olmadığı gerçeğiydi.

1930:

29 Haziran 1930 tarihli The New York Times gazetesinde çıkan haber oldukça ilginçti. Zira Bir Gürültü Unsuru Olarak Sokak Köpekleri başlığı altında İstanbul köpeklerinin 1910 yılındakinden daha insanice itlaf edileceklerini okuyucularına haber vermekteydi. Haberde ne kadar itin itlaf edileceğinden bahsedilmemişse de böyle bir planlamadan gazetede söz edilmiş olması İstanbul’daki bahtsız it sayısının hatırı sayılır bir miktarda olduğunu göstermektedir.

1934:

18 Mar 1934 tarihinde Truth gazetesinde yer alan bir haberde İstanbul itlerinin uzun zamandır problem olmakta devam ettiğinden söz edilmiştir.

Şehri arındırma girişimlerinin ise neticesiz kaldığının belirtildiği haberde yeni bir veba dalgasının kaçınılmaz olduğuna da ayrıca işarette bulunulmuştur.

Söz konusu haberde dile getirilen önemli bir husus ise şehir idarecilerinin mevcut kedilerden şikâyetçi olduğu ve şehirde bir köpek başına 20 kedi düştüğü bilgisidir. Kediler de itler gibi, sahipsiz olup yaşamlarını sokaklarda sürdürmektelerdi. Son bir yıl içinde Belediye tarafından on binlerce sayıda kedi katledilmişti. Ancak hızlıca türemeleri nedeniyle öldürülenlerin hemen hiçbir önemi yok gibiydi.

36 yıl aradan sonra 1935 yılında İstanbul'a dönen Sir Evelyn Wrench de, sayısal mevcudiyetleri bakımından, şehirdeki köpeklerden değil de kedilerden etkilenmişti.

1936:

1936 yılı da İstanbul sokak köpekleri için hiç de esenlik dolu bir yıl değildi. Hazırlan istatistiki bilgilere göre belediye 1936 yılı içinde 20.000 köpek öldürmüştü. İlkbahar münasebetiyle köpekler köylerden şehre akın edeceklerinden nisandan itibaren köpek katline yeniden başlanacağı basında yer alan haberler arasındaydı.

1987:

1980 askeri darbesi sonrasında İstanbul Belediye Başkanı olan Bedrettin Dalan (1984-1989) basına yaptığı açıklamada 25.000 köpeğin itlaf edildiği bilgisini vermişti.

1990:

Yıllar ilerlemiş, toplu ve sistematik suretteki itlaf uygulamasının üzerinden bir asra yakın bir zaman geçmiş bulunsa da İstanbul köpekleri hala mevcudiyetlerini muhafaza edebilmişti. Ancak hayatta kalabilmek kendileri için oldukça ciddi surette mücadele etmeyi gerekmişti.

1990’lı yıllar ve sonraki zamanlarda İstanbul’da yine idari makamlardaki muayyen isimler ile itler arasında ihtilaflar yaşanmış ve neticede itlerin itlafı için yeni uygulamalara başvurulmuştur.

1996:

İstanbul itlerini itlaf etme uygulamalarının en utanç verici olanlarından birisi ise 1996 yılında gerçekleştirildi. Dünya Şehirler Zirvesi bağlamında İstanbul’un Avrupa yakasında, Harbiye-Maçka çevresinde gerçekleştirilen Habitat II Zirvesi münasebetiyle içine bol miktarda Strikinin (Strychnine) katılmış köfteler çevredeki itlere cömertçe ikram edildi. Zehirli köfteleri yiyen itlere ilaveten kediler de söz konusu ikramın kurbanı oldu.

Zehirlenmeleri

1910 yılında gerçekleştirilen Büyük Tasfiye’den kurtularak şehirde varlıklarını sürdürmeye muvaffak olan İstanbul itleri ata-babalarının ardından bu anlamda daha küçük çaplı menfi uygulamaların muhatapları olmaya devam ettiler. Kendilerine hileli ve hainane bir surette ikram edilen zehirli etler, köfteler ve daha başka suretlerdeki menfi muameleler her yıl, yaşlı, genç ve bebek yaştaki, binlerce İstanbul itinin Azrail ile yüzleşmelerini sağladı. Dolayısıyladır ki 1910 yılı sonrası itlaftan kurtularak geride kalan itlerin bahtı hiçbir hayvan ve hiçbir insan tarafından imrenilecek bir cinsten değildi. Zavallı itler, yakalandıkları her yerde ya zorla yakalanıp ve zorla alınıp ölüme götürülmüşler yahut zehirlemek suretiyle hayatlarına daha az bir emekle son verilmişlerdi. Özellikle Pera (Beyoğlu) itleri zehirlenerek ölen itler mekanı olmakla şöhret kazanmıştı.

İt Toplama Kampları

Günümüzde İstanbul’da yaşamını lisanssız, kayıtsız, hür ve özgür bir şekilde sürdürme azminde olan itler eski gibi imkânlara sahip değildir.

İstanbul itleri artık eski özgürlüklerini yitirmişlerdir. Kadim zamanlardan beri muhafaza ettikleri geleneklerine bağlı kalarak sokaklarda özgürce gezen ve keyfince yaşayan köpekler varsa da bunların hem sayısı azdır hem de kulaklarında son derece değersiz plastikten bir künyeyi taşır haldedirler.

Sınırlı bir yaşama tabi tutulan itlere mukabil şehrin bir kısım itleri ise kloroforma maruz kalmak veya zehirlenmek suretiyle hayatlarının son bulduğu modern it toplama kamplarında misafir edilmektedirler.

İtlerin Cinsiyetleri Oranı

İzlenen politikalar neticesidir ki; çoğu gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi İstanbul’da da erkek köpeklerin sayısı daha fazladır. Dişi ilerin ölüm oranlarının daha yüksek olması itlerin cinsiyete dayalı nüfus dengesizliklerine maruz kalmaları sonucunu doğurmuştur. Örneğin 1998 yılında İstanbul'da mevcut olan it nüfusu dikkate alındığında her bir dişi ite mukabil 6.8 erkek it söz konusu olmuştur. 

Tüm yazılarını göster