Geçen asırda bazı paşalar ve beyler, devletin üst kademesinde yer alan bürokratlar yahut topluma mal olmuş isimler evlerinde it beslemişler, itlere fazlası ile merak salmışlar, samimi ve içten bir muhabbet duymaktan geri kalmamışlarken bazı paşalar beyler ise sokak köpeklerini sokakların teröristi diye tanımlayacak kadar hodbinlik sergileyebilmişlerdir.
Damat Halil Rifat Paşa, Reşit Paşa, Ahmet, Fethi, Pertev Paşa, Mavroyeni Paşa, Ahmet Rasim ve Şekib Efendi itperver isimlerdir.
Şinasi, Ahmet Vefik ve Abdullah Cevdet ve benzerleri ise it sevmezler arasında yer almışladır.
Şinasi tam bir it karşıtı biridir. 5 Mayıs 1864 tarihli Tasvir-i Efkâr’da Sokakların Tenvir ve Tathiri (Sokakların Aydınlatılması ve Temizlenmesi) başlıklı bir yazı kaleme almış ve bu yazısında İstanbul’da çoğalmakta olan sokak köpeklerinin yok edilmeleri gerektiğini savunmuştur.
Şinasi, sokak köpeklerinin ülke için kötü bir imaj oluşturduklarını, sayılarının azaltılarak yok edilmeleri için yeni nesillerine izin verilmemesi gerektiğini, dolayısıyla da dişilerin ayrı ayrı bölgelere dağıtılmalarının lazım geldiğini ifade etmişti. Bu anlamda o geçmişte Nasuh Paşanın başbakanlığı/sadareti zamanında İstanbul'daki sokak köpeklerinin şehirden atılmaları girişimini yıllar sonra da olsa içtenlikle alkışlamıştır. Aynı girişimin yeniden icrasını isteyen Şinasi kamuoyunun köpeklerin vücudunda meymenet aramayacak kadar terakki etmiş olduğundan söz etmiştir.
Ahmet Vefik Paşanın İstanbul itlerine yaklaşımı ise daha ilginçtir. Paşa bu itleri sadece sevmemekle yetinmemiş, ayrıca onları anarşistlere de benzetmiştir.
Adliye Nazırlığı / Adalet Bakanlığı görevinde de bulunmuş olan Ahmet Vefik Paşa İstanbul sokak köpekleri hakkındaki kanaatini, İngiliz iktisatçısı Nassau William Senior’ın beyan ettiğine göre:
Birçok büyük şehri emniyetsiz kılan, suç işlemeyi meslek edinmiş kitleler bizim İstanbul’da yoktur. Bizim classes dangereuses’ümüz köpeklerdir; onlar olmasaydı, gecenin her saatinde İstanbul’u boydan boya gezebilirdiniz.
şeklinde ifade etmiştir.
Ahmed Vefik Paşa itleri classes dangereuses (tehlikeli sınıf) yani anarşistlere benzetmekle yetinmemiştir. İtlerin insanların İstanbul dâhilinde mahalle ve sokaklarda rahat bir surette dolaşmalarına müsaade etmediklerini belirtmek suretiyle mahalle ve sokakların itlerin hâkimiyetinde bulunduğunu, gasp edilen bu yerlerin geri alınabilmesi için itlerin itlaf edilmeleri gerekeceğine de işaret etmiştir.
Pozitivist düşünceye mensup olan ve Sultan İkinci Abdülhamid ve idaresine muhalefet ettiği kadar İstanbul sokak köpeklerinin varlığına da karşı duranlardan biri de Abdullah Cevdet’tir.
İstanbul halkı, ülkenin ve şehrin felaketlere uğramasının nedenini itlere zulmedilmesine, öldürülmelerine yahut sürgüne gönderilmelerine atfetmişken Abdullah Cevdet ise tam aksine itleri şehrin başına gelen bir musibet olarak görmüş ve yok edilmeleri için oldukça coşkulu surette çağrılarda bulunmuştur.
Bu anlamda o, 1909’da şöyle seslenmiştir:
Her adımda bir çukura, her üç adımda yolun ortasına serilmiş murdar, muhtazar (Kendisinde ölüm belirtileri görülen hasta) bir köpeğe rast gelinen, her sokak başında bir ciğerci sırığı başa çarpılan, bütün bir mahalle köpeklerinin hep bir ağızdan havlamalarıyla yahut ulumalarıyla birkaç defa uykudan sıçrayarak uyanmaksızın hiç bir gece fasılasız asude bir uyku uyumak mümkün olmayan bir memleketin sakinleri kendilerini medeni milletlerin huzur-ı uhuvvetine nasıl ve ne yüzle çıkarabilir!
Abdullah Cevdet Mısır’da kaleme aldığı İstanbul Köpekleri adlı bir makale ile de İstanbul’un sokaklarına dikkat çekmek istemiştir. O, söz konusu makalesinde şu ifadelere yer vermiştir:
Biz medeni, müstakil, hür olarak yaşamak istiyorsak medeni, müstakil, hür olarak yaşayan milletlerin tuttukları yolu tutmaya mecburuz.
Avrupa’nın 20 bazen 40 metre genişliğinde düzgün, muntazam sokakları; bir hürriyet ve faaliyet ihtiyacının, bir hayat intizamının, zevk-i selimde, hüsn-i tabiatta büyük bir gelişme ve yükselmenin itiraz kabul etmez, sağlam delilleridir.
Birey için giyim tarzı ve giysi temizliği ne ise bir memleketin sokakları, intizam ve çevre temizliği de bir millet için odur. Murdar hırçın bir elbise ile hiçbir itibar sahibi birinin huzuruna çıkılamadığı gibi intizam ve çevre temizliğinden mahrum bir memleket sakinlerinin tümü demek olan bir millet de biç bir medeni millete hürmet ve itimat ilham edemez.
Şu satırları yazarken, İstanbul’dan aldığımız bir habere göre -yalan olmasını temenni ederiz- İstanbul’u ziyarete gelen üç yüz kadar Amerikalı rahip Ayasofya’ya giderken elbiselerinin garabeti münasebetiyle köpeklerin dehşetli bir hücumuna uğramış ve her nasılsa polis ve zabıta kuvvetleri de çarçabuk yetişemediğinden misafir rahiplerin elbiseleri pek sevgili köpekler tarafından parça parça edilerek utanç veren bir rezalet meydana gelmiştir.
Resneli Niyazi Bey çok sevdiği ve yanından hemen hiç ayırmadığı, fotoğraflarda bile kendisi ile poz verdiği geyiği ile dolaşmışken Enver Paşa evde it beslemeyi daha uygun görmüştür.
Enver Paşanın evinde it beslemesinin nedeni saf bir sevgiden mi kaynaklanmıştır, dertlerini paylaştığı bir sırdaş edinmek istemesinden mi ileri gelmiştir yahut o zaman için öyle mi gerekmiştir bilinmez, ama bilinen bir hakikat varsa o da; Paşa’nın 1910 yılında evinde besleyip mahremine aldığı itin İstanbul’da yaşayan binlerce sayıdaki hemcinslerinin bütünüyle itlaf edilmelerine, en azından, rıza göstermiş olmasıdır.
İstanbul itlerini sevmeyen bir başka isim ise Suphi Beydir. İstanbul valisi ve belediye reisi olarak görev yapmıştır. Dolayısıyla da Suphi Bey yürüttüğü görevler itibarıyla diğer it sevmez yahut it muhaliflerinden farklı bir role sahip olmuştur.
Suphi Bey hakikaten itlerin İstanbul’daki mevcudiyetlerine muhalefeti ile olumsuz surette etkide bulunmuş, yarı aç yarı tok bir halde sokaklarda yaşayan ve bütün dünyada İstanbul’un simgesi olarak anılan sokak köpeklerinin Sivriada’ya gönderilmek suretiyle itlaf edilmelerine katkıda bulunmuştur. Muhtemeldir ki böyle bir görevi icra etmekten de büyük bir mutluluk duymuştur.
Suphi Bey ve benzerlerinin temsil ettiği zihniyet kendilerinden sonra da devam etmiştir. Zira her ne kadar Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçilmişse de itlerin akıbetlerinin ne olması gerektiği konusunda İttihatçı yaklaşım varlığını sürdürmüştür.
İtin azılısı olur da insanın azılısı olmaz mı hiç!
Tabii ki olur. Hele konu sözde bir it meselesi ise o zaman fazlası ile olur.
Doğru kişi hayvanıyla ilgilenir, ama kötünün sevecenliği bile zalimcedir.
Süleyman’ın Özdeyişleri,
Bölüm 12.