Aslına bakarsanız perşembenin gelişi, çarşambadan belliydi…
Zaten bu yüzden Hürriyet’te dedikoduların ayyuka çıktığı gün ‘Olur da Vahap Munyar istifa basiretini gösterirse, koltuğa giden bütün yollar Ahmet Hakan’ı işaret eder’ diye tweet atmıştım...
Nitekim beklenen oldu; Ahmet yıllardır hayalini kurduğu Hürriyet’in genel yayın yönetmenliği koltuğuna oturdu…
Peki bu ne manaya geliyor?
Twitter derlemelerine tahvil ettiği köşe yazarlığı bir tarafa ama Ahmet, Kanal D Haber Dairesi Başkanlığı gibi idari görevlerde hep büyük sükut-u hayal yaşadı şimdiye kadar...
Yazarlığının ve Tarafsız Bölge’deki moderatörlüğünün ötesinde kayda değer bir başarıya imza atamadı…
Bu saatten sonra atması da pek mümkün görünmüyor…
Çünkü kendimden biliyorum, gazetecilik mesleği ellisinden sonra öğrenilmiyor…
Hele de sütun santim hesaplarının, sayfa mizanpajının, yazı işleri – ilan servisi dengelerinin çoktan yenilip yutulmuş olması gereken genel yayın yönetmenliği koltuğunda, işi hakikaten de çok zor…
Ama kim bilir belki de gazeteyi toparlayıp, kalkındırmak ve nihayetinde atağa kaldırmak için gelmemiştir – getirilmemiştir oraya Ahmet…
Belki de Sabah ile Hürriyet arasındaki makası iyice kapatmaktır amaç…
Sonuçta birbirlerinden kız alıp veren iki akraba aile değil mi her iki gazetenin de sahibi…
Velhasıl bu işlerden gram anlayan kime sorarsanız sorun, Hürriyet’in kemik okurunun Ahmet’e tepki göstereceğini size dakikasında söyler…
Hele de Gülse ile Ayşe’nin istifasının ardından, o koltuk için seçilebilecek en olmayacak isimdir Ahmet…
Meseleye bu gözle bakmak, gelişmeleri buradan okumak en doğrusu olsa gerek…
Hayat hakikaten çok enteresan…
Bir zamanlar, Ertuğrul Özkök yayın yönetmeni ve Ahmet de sadece köşe yazarıyken bir sohbetimizde ‘Sen bu hırsla bir gün Hürriyet’e yayın yönetmeni bile olursun’ demiştim Ahmet’e…
Ama kastettiğim Hürriyet bu Hürriyet değildi…
Ahmet’se maalesef hala aynı Ahmet…