İzzet Çapa'dan macera filmi izler gibi okuyacağınız bir röportaj!

"Merminin biri sırtımdan girip göğsümden çıktı; öbürü kulağımı parçaladı!"... Rubato grubu, filmlere taş çıkartan müzik serüvenlerini SuperHaber'den İzzet Çapa'ya anlattı...

Uzun zamandır sanatçılarla röportaj yapmıyordum.

Çünkü açıkçası birbirinin benzeri yaldızlı cümleler yazmaktan sıkılmıştım.

Zaten bu da bir röportaj değil; bir masa başı sohbetinden çıkan başarı öyküsü hikayesi…

Kimi zaman, ünlü tiyatro oyuncusunun ettiği sakil küfürlerle tövbe edilen seyyar satıcılığa, kimi yerde mafya tarafından basılan bir stüdyoda enstrümanını çalarken sağ eli parçalanan bir müzisyenin inanılmaz mücadelesine, bazen de tamirci babasının eve getirdiği udla hayatı değişen bir sanatçının şöhret basamaklarını tırmanışına tanık olacaksınız.

Peki kim bu adamlar? Nereden çıktılar?

Hayatımızın her dönemine imzasını atan Sezen Aksu’nun bize kazandırdığı güzel insanları haydi yakından tanıyalım...

Pat diye soruyorum. Kimdir bu muhteşem basçı Eralp Görgün, klarneti ağlatan Göksun Çavdar, gitar virtiözü Fatih Ahıskalı ve çelloda bir dünya markası Özer Arkun’dan müteşekkil Rubato?

Rubato "ritmik özgürlük" demek, yani belli bir ritme bağlı kalmadan çalmak...

Bireysel olarak çok iyi müzisyenler olduğunuzu biliyoruz. Ama gel gör ki grupların dağıldığı bir dönemde nasıl oldu da bir araya geldiniz? Nedir bu işin alamet-i farikası?

Kaderin cilvesi, her şey biraz tesadüf sonucu oldu. Tamamen plansız ve tıpkı müziğimiz gibi doğaçlama… Güzel olan kısmı da bu zaten. Yıllarca Sezen Aksu'ya çaldık: Özer Abi, ben (Fatih Ahıskalı) ve Göksun olarak… Sezen’in üç solist enstürmanistiydik... Provalarda bile herkes, "Bu üçlü sahneye çıkınca havai fişekler patlıyor sanki!" demeye başlayınca bir şeyler dank etti.

Sezen'le kaç sene çalıştınız?

Hepimizin geçmişi ayrı aslında, ben 94'ten beri tanıyorum. Bak sana bir anımı anlatayım… Onno Abi stüdyodaydı, Sezen’le, beni çağırdılar. Çok heyecanlıydım, düşünsene daha 20’sinde bir çocuğum! Neyse o gün çaldım. 10 yıl sonra Onno’nun kızı Ayda anlattı, tanıştığımız gün babası eve heyecanla gidip ‘Acayip bir çellocu ile tanıştım, seni de tanıştıracağım’ demiş. Benim için çok onur verici bir durumdu bu. Çünkü Onno, Türk pop müzik tarihini şekillendiren adamdır… Sezen'in ifadesiyle, 50 sene sonrasını görebilen ve şekillendirebilen yegane isimdi…

O zaman Sezen bu işin asıl mimarı…

Rubato'nun doğuşunun vesilesi kesinlikle Sezen Aksu'dur. Rubato’yu doğuran isimdir o.

BİRİNİN HAYATINA DANIŞMAN OLARAK BİRİ GİRECEKSE O SEZEN OLSUN…

Planlı bir doğum muydu bu?

Onun böyle bir planı yoktu. Aslında Sezen'in kendi başına tasavvur etmediği, inisiyatif kullanmadığı fakat doğmasına sebep olduğu tek sanatçı belki de biz olabiliriz. Bundan önce imzasını attığı işlere bakınca görüyorsun, hele hele 90'lı yıllar... Sertab'ın, Aşkın'ın, Levent'in, Cihan Okan'ın albümünü resmen prodüksiyon amiri gibi yönetmiş; yani kadın sahada basılmadık yer bırakmamış. Gel gör ki bizde öyle olmadı... Ama Sezen’i yıllar içinde o kadar çok özümsedik ki onun gibi düşünmeyi öğrendik.

Nedir Sezen’in farkı?

Bu soruna tek cümlelik başka bir soruyla cevap vereyim; Türk müzik tarihinde en az bin tane şarkısı meşhur olmuş başka bir müzisyen daha var mı?

Sanatçılığının yanı sıra pek çok kişinin hayat danışmanı, yaşam öğretmeni zaten Sezen…

Birinin hayatına ‘danışman’ olarak biri girecekse o Sezen olsun. Biz her hareketini sürekli izledik onun… En olumsuz durumlarda ne yapıyor diye baktık çünkü olumlu durumlarda büyümek zaten kolay. Onun soğukkanlılığını, sağduyusunu, insan olarak duruşunu, hayata bakış açısını, kısaca her şeyini örnek aldık.

SEZEN KENDİ DIŞINDAKİ HERKES İÇİN ACI ÇEKEBİLEN BİR SANATÇI...

Bak işte, Sezen konusu açıldı mı kapatmak mümkün olmuyor. Hala görüşüyor musunuz?

Kapanmaz, kapanamaz ki o konu abi. Bu arada evet, tabii ki, görüşüyoruz.

Çok duygusal bir kadın, muazzam… Kulağıma gelenlere göre doktorları şu sıralar haberleri izlemesine izin vermiyorlarmış.

Doğrudur; çünkü Sezen, kendisi dışında herkes için acı çekebilen bir insan… Her taşın altına elini sokar, bu da enteresan... Sezen'e diyorlar ki 'ya bu kadar şeyi nasıl yaşadın?' Hepsini tek başına yaşaması gerekmiyor ki, normal bir bünyeye sığmaz… Onun kendi hayatında yaşadıklarını normal bir insan asla kaldıramaz ve insanlık adına çektiği acıları sıradan hiç bir yürek taşıyamaz.

BABAMIN ALACAĞINA KARŞILIK VERİLEN UD HAYATIMI DEĞİŞTİRDİ

Fatihciğim artık ‘Minik Serçe’yi bırakalım da biraz Rubato konuşalım… Kimdir Özer, sen kimsin, kimdir Göksun; müzikle nasıl tanıştınız?

Benimki tamamen tesadüfler sonucu oldu. Babam araba boyacısıydı... Uzaktan bir akrabamızın arabasını boyuyor; adamın da o dönem işleri pek iyi değil. Parası çıkışmıyor… Ama babamın müziğe olan sevgisini de biliyor. İki udu varmış birini bizim pedere vermiş. ‘Al bunu, sen müziği seviyorsun’ demiş. Anlayacağın, borca karşılık eve ud geldi... Antalya'dayım o zamanlar... Ud bana bakıyor ben ona, çalmayı bilmem... Öğreneceğim bir yer de yok... Kasetçilerin önünden geçerken udun olduğu albümlere bakmaya başladım. Coşkun Sabah ilk karşılaştığım udi... Aldım hemen kasedini, udun sesini de ilk o zaman duydum...

Müzikle arandaki yakınlık tıpkı benim gibiymiş desene o yıllarda…

Haklısın vallahi, hiç alakam yok! Bir gün aile dostumuz eve geldi, çalmayı biliyormuş, aldı udu, akort etti... Ben de oturdum ufak ufak, kendimce tıngırdatmaya başladım. Müziğe yeteneğim var mı onu bile bilmiyorum...

Ne yani banyoda da mı şarkı söylemiyordun?

Yıkanırken şarkı söylemeyen var mı abi?

Sahi kaç yaşındasın o zamanlar?

11 falan olsa gerek... Sonra Yeni Türkü’nün ‘Yeşilmişik’ albümü geçti elime... Hatırlarsan onda da Destina var, udla girilen bir şarkıydı… Benim dinleyerek melodisini ilk çıkardığım parça odur. Tam ‘neler neler yapabiliyormuşum’ derken, 97’de Yeni Türkü grubuna dahil oldum mu ben! Yani ilk çaldığım eserin grubunda buldum kendimi ve tam 14 yıl orada kaldım!

Fatihciğim aranızda konservatuarlı var mı?

1993'te İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Müziği Konservatuarı’nı kazandım. Nota bilmeden, korkunç müzikal eksikliklerle İstanbul'a geldim. Hazır laf açılmışken anlatacağım bir anım var… O dönem albümleri açıyorum bakıyorum isimlere, biri Özer Abi, biri de Göksun. Düşünsene, ben daha nota bilmiyorken Göksun’un adı kartonetlerde! Özer Arkun deyince de böyle kerli felli, yaşlı bir adam hayal ediyorum. Bir gün aynı sınıfta denk geldik, sınıf arkadaşımmış meğer Özer Abi… Abi dediğime de bakmayın aramızda sadece bir kaç yaş var. Neyse, 93'ten sonra ben günde en az 14-15 saat çalışarak arayı kapattım. Aslına bakacak olursan benimki öyle büyük bir müzisyenlik örneği de değil, daha çok büyük bir çalışma ve emek örneği...

CADİLLAC’LI ADI BENDE SAKLI ÜNLÜ TİYATROCUDAN YEDİĞİM KÜFÜR YÜZÜNDEN SEYYAR SATICILIĞA TÖVBE ETTİM

Peki Özer Abi’nin müzikal durumu ne?

(Fatih) O şaheser...

(Özer anlatıyor) Benim maceram 9 yaşında başladı. Rahmetli dedemlerle Bandırma'ya gittik, orada elime bir keman tutuşturdu dedem, üstüne bir de mastika çalmayı öğretti mi! Babam seyyar satıcı, gariban büyüdük. Kartal'da arabalı vapurlar vardı, o zamanlar biz de oralarda gözlük falan satıyoruz. Bir yandan da ilkokula gidiyorum. Yani bir tarafan babam gibi olmak istiyorum, diğer taraftan müzik sürekli dürtüyor... Hiç unutmam, bir gün vapur sırası bekleyenlere sakız satıyorum; bir Cadillac geldi. O zamanın aristokrat tiyatro sanatçılarından biri; sakın ismini sorma, söylemem abi. Sağında solunda da fıstık gibi iki hatun... "Bunları salıyorlar buraya" dedi bi’ başladı küfür etmeye… Anneme sövüyor, ben de tutamadım kendimi, başladım ağlamaya. Ama adam her şeye küfür ediyor! Babam aşağıda, çağırsam ortalık karışacak, ben n’aptım? Gittim fırlattım sakızları, ben bu işi yapmıyorum dedim. 11’imde de konservatuar sınavlarına girdim. Sınava girerken sağır dilsiz taklidi yaptım, çok yaramazdım ben ya...

KEMAN ÇALMAK İÇİN GİTTİM; ‘KONTENJAN DOLDU, SEN ÇELLO ÇAL’ DEDİLER

Peki jüride tanıdığımız ünlü hocalar var mı?

Olmaz mı! Ercüment Berker, Selahattin İçli, Alaeddin Yavaşça, Rahmi Sönmez Ocak... Sağır dilsiz taklidi yaptığım için beni ikinci seçtiler, yani aslında birinciydim! Keman çalmak için gittim, ‘kontenjan doldu, sen çello çal’ demezler mi bana! Abi ben gariban çocuğuyum, ne anlarım çellodan, başladım yine ağlamaya... Ama nereden bileyim aşık olmama çeyrek kaldığını… Beni yukarı çıkarttılar, karşımda viyolonsel... Görür görmez vuruldum… Şimdi o adamın ettiği küfürleri düşünüyorum da… İnşallah okuyordur bu röportajı, yıllar sonra bir teşekkür etmiş olurum…

Koskoca İstanbul bu, adamı yutar… Hiç geriye dönüp baktığınızda ‘Neler yaşamışız be’ dediğiniz şeyler yok mu?

İstanbul'a geldiğimde iş bulmak için Elmadağ'da dolaşıyorum, girdim bir yere, "Bizim piyanist şantör ayrılacak, hemen gel başla" dediler. Akşam gittim içeri bir girdim, pavyon... Abi hayatımda hiç bu kadar çıplak kadını bir arada görmemiştim (kahkahalar) Hala da duruyor orası…

IŞIK DA, SANAT DA DOĞUDAN YÜKSELİR...

Peki ne kadar sürdü bu pavyon macerası?

Yanlış hatırlamıyorsam bir sene kadar...

Sizin şahsına münhasır bir tarzınız var… Tınıların cazibesi de oradan geliyor muhtemelen. Daha çok Doğu tarzı müzik yapıyorsunuz değil mi?

(Özer anlatmaya devam ediyor) Aslında hayır, tınılar öyle hissettirebilir ama her birimizin alt yapısında klasik, Batı müzik eğitimi var. Işık da, sanat da Doğu’dan yükselir; bu gerçeği kim yadsıyabilir ki?

BİNBİR TÜRLÜ KİRİN PASIN İÇİNDE TEMİZ KALABİLEN İNSANA SAYGIMIZ VAR

Şöhreti yakaladınız, peki bu meretin getirdiği kirlenmeden kendinizi nasıl koryacaksınız?

Yaşımız 18’lerde olsa, belki koruyamazdık kendimizi. Ama yıllardır bu işin içindeyiz, geçtik o yollardan… Bildiğimiz yolda müzik yapmaya devam edeceğiz. Ayrıca o zenginmiş, şu şöhretmiş, hiç işimiz olmaz… Bizler için mühim olan samimiyet... Zirvede olup da insanlığını kaybetmeyenlere saygımız sonsuz. Cahilken, kendi halindeyken, iyi kalabilmek bir meziyet değil. Binbir türlü kirin, pasın, lekenin içinde kendini temiz tutabilen insanlara ekstra saygımız var. Bu kafayı anlayan, müziğimizi de anlamış oluyor...

ÇALIŞTIĞIM STÜDYOYU TARADILAR, HASTANEYE ÖLDÜ DİYE GÖTÜRDÜLER

Özer, senin bir dönem mafya kurşunlarına hedef olduğun efsanesi dönüp duruyor ortalıkta. Var mıdır aslı astarı?

Anlatmayı çok sevmediğim bir hikaye bu, aslına bakarsan. İlhan Şeşen'in 'Neler Oluyor Bize' albümünün kayıtları için çalışıyoruz bir akşam. Stüdyo sahibinin birileriyle husumeti varmış meğer, adamlar içeriye girdiklerinde rastgele ateş etmeye başladılar... Uzaktan yakından alakam yok olayla… Biraz argo olacak ama ‘Bok yoluna giden Niyazi’ olduk, anlayacağın. Öldü diye hastaneye götürmüşler, elektroşok falan derken hayata döndürmüşler. Tabii ben bunların hiçbirini hatırlamıyorum…

Desene şimdi yaşadığın sana sunulan ikinci hayat…

Aynen öyle... Öldüm, dirildim. Merminin biri ayağımı parçaladı, diğeri elimi... Biri sırtımdan girip göğsümden çıktı, öbürü kulağımı deldi, geçti.

Ne değişti peki ikinci hayatında… Kötü bir adamdın da iyi mi oldun?

Ölüp dirilmek insanı derinleştiriyor galiba. Allah'a yakınlaşıyorsun, hayata farklı bakıyorsun... Empati yeteneğin güçleniyor... Hayata tutunmak için yeni bir mücadeleye başlıyorsun.. Kendine, evine, sözün özü her şeye karşı...

KURŞUNUN YARALADIĞI ELİMİ PLAYSTATION OYNAYARAK İYİLEŞTİRDİM

Sağ eliyle enstrüman çalan bir müzisyenin elinin kurşunla parçalanmasını düşünmek bile korkunç. Şükretmenin kıymetini bir kez daha anlıyor insan, değil mi?

Kesinlikle, çok derin bir şükretme hali başlıyor. Dört platin vardı elimde, sekiz aylık askıdan sonra küçücük kaldı parmaklarım. Kendimi playstation oynayarak iyileştirmeye çalıştım... Bir buçuk sene sonra anca çalmaya başlayabildim. Her şeye bir öğrenci gibi yeni baştan başladım.

Gerçekten çok zor bir süreç yaşamışsın.

Zor olmaz mı. 2001 yılıydı hadise başıma geldiğinde. Ailem dağıldı, çocuğum kaçtı. Almanya'da saç sakal birbirine karışmış halde bulup, tıraş edip geri gönderdiler. Başıma gelmeyen kalmadı anlayacağın. Ama asıl başarı hikayem orada başladı, tekrar viyolonsel çalmamın imkansız olduğunu söyleseler de varımı yoğumu, hatta evimi sattım. Filmlere konu olur yaşadıklarım.

Hayat ne garip…

İnan, İbrahim Tatlıses’in ilk filmlerindeki kadar garip…

“İBRAHİM TATLISES’LE ÇALIŞIRKEN AÇ GEZDİM”

Oğlun da müzisyen… Kendi hayat sınavından çıkardığın dersle ona ne nasihat edersin?

Şöhrete kapılmasın, bizimle beraber bile olsa bu işten para kazanma yoluna girmesin. Pislik çekmesin abi, biz çok çektik... 14 yaşında, İbrahim Tatlıses'e çalmaya başladığımda 3 gün aç gezdim, paramı vermediler... Bir tane simidi bütün gün yedim, en sonunda açım ben diye ağlamaya başladım... Bunları yaşasın istemiyorum. Ama bizim çocuk ters, iyi bir talebe değildi, müziğe başladıktan sonra okulla arası düzeldi adamın!

ÇOK ALAKASIZ İÇİ BOŞ İNSAN VAR PİYASADA... ŞÖYLE STAR, BÖYLE STAR... BİR BAKIYORSUN İÇİ BOŞ..

Peki geldiği yeri hak etmediğine inandığın kimler var?

Çok alakasız, içi boş insanlar var piyasada. Şöyle star, böyle star, şöyle kıl, bir bakıyorsun ses yok... Hiçbir şey konuşamazsın, hayata dair edecek iki çift lafı yok… Görsel olarak çok yukarıda olup da, ses olarak bir şey vermeyenler çok.. Mesela Da Vinci'nin bir resmi, bilmem kaç milyon dolar... Kopyası 300, bilemedin 500 lira… Ayırt edebilir misin? Gel gör ki müzikte durum hiç de böyle değil. Reprodüksiyon neredeyse orijinaline yakın para yapıyor. Kardeşim, sanat dediğin şey şarkı söylemek değil! Şimdi Urfa'ya git inanamazsın seslere, Adana'ya git delirirsin... Anadolu’nun her yeri böyle.

Keşke şu adama çalsaydım dediğin biri var mı?

Çok şükür yok. Zeki Müren'in albümünde çalmak bile nasip oldu...

Derya Unutmaz Kimdir? Derya Unutmaz Nerede Görev Yapıyor? Trump Panama Kanalını, Grönland’ı ve Kanada’yı almak istiyor İstenmeyen adam Ziyech'e talip yağıyor! Premier Lig ekibi peşinde
Sonraki Haber