Örtü deyip geçmemek lazım. O, hakikaten taşa dahi, en az insana yakıştığı kadar, yakışabilmektedir. Örtü, aslen zaten güzel olan insana sağladığı ilave güzellik kadar taşa da ilave bir güzellik sağlayabilmektedir.
Örtü bazen de, Mehmet Akif’in; Hayâ sıyrılmış inmiş, öyle yüzsüzlük ki her yerde / Ne çirkin yüzleri örtermiş, meğer o incecik perde ifadesinde hakiki anlamını bulan iğrenilesi çirkinlikleri gizlemekte, tiksindirici iğrençlikleri örtmektedir.
Taşa örtü giydirmenin, taş bir yapıyı örtüye büründürmenin dünyadaki ilk, tek ve son örneği galiba Kâbe’dir. Sırmalarla süslü siyah renkli kisvesi kendisine gerçekten çok da güzel yakışmaktadır. Ve dolayısıyla siyah rengin ne denli asil ve ne derece vakur bir renk olduğu da bu vesile ile tezahür etmektedir.
Kâbe örtüsünün ilk defa ne zaman ve kimin tarafından icat edildiği ve Kâbe’nin ne vakitten beri kumaş ile örtüldüğü konusunda kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak böyle bir âdetin oldukça kadim zamanlardan beri devam ettiği de muhakkaktır.
Bu konuda bilemediğimiz bir başka husus ise, her ne kadar İslam öncesi dönemlerde Arap kabileleri Kâbe’yi örtmeyi bir görev, şeref ve fazilet olarak görmüşlerse de, Kâbe’yi kumaş ile örtmenin, ona bir kisve giydirmenin belli bir anlamı olup olmadığıdır.
Hazreti Peygamberin de üç defa örttüğü belirtilen Kâbe’nin, Emevi, Abbasi, Fatimi, Memlük ve Osmanlı dönemlerinde değişik kumaş ve nakışlarla işlenmiş kisvelerle örtülmesi hep devam etmiştir.
Kâbe’nin üzerinde bulunan örtünün her yıl yenisi ile değiştirilmesi şeref ve saadetinin Osmanlı Devleti idarecilerine intikali ise Yavuz Sultan Selim ile alakalıdır. Yavuz Sultan Selim 1517’de sadece Mısır topraklarını değil, fakat aynı zamanda hilafeti de Osmanlı Devleti’ne intikal ettirmişti. Kendi adını ise bu intikaller ve Mekke ve Medine’nin hizmetkârlığında bulunmakla tarihe yazdırdı.
Yavuz Sultan Selim’den itibaren, her yıl Kurban Bayramı’nın birinci günü, Kâbe örtüsünün Osmanlı padişahlarınca yenisi ile değiştirilmesi ise devam etti.
Yavuz Sultan Selim, Kâbe örtüsünün hazırlanması maksadıyla öncelikle Mısır’da Kâbe adına bir vakıf kurdurdu. Bu vakfa çiftlikler tahsis etti. Her sene yenisi dokunup hazırlanan Kâbe örtüsünün bütün masrafları söz edilen bu vakıf ve çiftlik gelirleri ile karşılandı.
Dokunup hazırlanan Kâbe örtüsü Mısır Mahmalı yani bir deve kervanı ile Mekke’ye götürülür ve İslam halifesi olan o günkü Osmanlı padişahı adına törenle Kâbe’ye giydirilirdi. Kâbe için dokunan örtünün üzerinde ayrıca zamanın padişahının tuğrası da bulunurdu. Bundan maksat ise hilafetin Osmanlılarda olduğunun simgesel bir surette beyanı ve fiili olarak da ispat edilmesi düşüncesiydi.
Mısır’dan hareket eden Mahmal Mekke-i Mükerreme’ye ulaştığında, içerisinde Kâbe örtüsünün bulunduğu sandık, Kâbe’nin anahtarı kendisinde bulunan kişinin evine götürülerek ona teslim edilirdi.
Osmanlı döneminde Kâbe örtüsü Mısır’da dokunmuşsa da Mısır Hıdivinin Kâbe örtüsü ile hiç bir münasebeti olmazdı. Ayrıca Kâbe örtüsüne Hicaz emaret ve vilayeti tarafından da müdahale edilmesine müsaade olunmazdı.
Kâbe’nin anahtarı kendisine teslim edilmiş olan kişi, örtünün değiştirilme günü olan Zilhicce ayının onuncu günü kisveyi bulunduğu sandıktan çıkarır, teamül üzere, eskisi ile değiştirilmesini sağlardı.(1) Nitekim 1909 yılında Kâbe örtüsü usul-i kadim ve adet olunan şekilde Kurban Bayramı’nın birinci günü, 23 Aralık’ta, Miftahtadar yani Kâbe’nin anahtarını elinde bulunduran kişi tarafından değiştirilmiş ve yeni örtü Kâbe’ye giydirilmişti.(2)
Osmanlı hilafetinin hukukiliğinin sorgulanmaya başlandığı Mısır, Yemen ve Hicaz’da Arap hilafeti düşüncesinin her geçen gün kuvvet kazanması, Haremeyn’e sahip olmanın önemini de artırmıştı. Dolayısıyla Haremeyn yani Mekke ve Medine’nin Osmanlı idaresinde bulundurulması özellikle son dönem Osmanlı idarecileri tarafından fazlasıyla önemsenen bir konu haline gelmişti. Zira Mekke ve Medine’ye dolayısıyla da Kâbe’ye sahip ve hadim olmak, Osmanlı hilafetinin meşruiyet esaslarından birisi olarak gösterilmekteydi.
Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı nihayetinde tarihe intikal etmesi neticesinde ise Türk milleti bir dizi vahim hadiselerle yüz yüze geldi. Öncelikle Mısır topraklarını hem resmen hem de fiilen kaybetti. Akabinde 1924’te Hilafet Makamı ilga edilip yerine laik bir devlet inşa edildi. Sonrasında ise Kâbe örtüsünü dokutma ve kendi eli ile değiştirme şerefinden tabii olarak mahrum kılındı. Zira 1927 yılından itibaren Kâbe örtüsü Mekke’de kurulan bir atölyede dokunulur olmuştu.
Evet, tam dört asır sonra Yavuz’dan miras koca bir coğrafya (bir ülke), köklü bir İslam geleneği ve siyasi bir güç unsuru olan hilafet makamı, ne yazık ki, vahim bir surette kaybedildi.
----------------------------------------------------
(1) BOA, DH.MUİ: 35/2-2. 25 Teşrinisani 325/8 Aralık 1909.
(2) BOA, DH.MUİ: 35/2-2. 12 Kanunuevvel 325/25 Aralık 1909.