Osmanlı padişahlarının Haremeyn yani Mekke ve Medine’ye özel bir önem verdikleri malumdur.
Yavuz Sultan Selim’e atfedilen ifade ile Hâdimu’l-Haremeyn (Haremeyn’in hizmetçisi) olan Osmanlı padişahlarının her birinin Mekke ve Medine’de mutlak surette bir izi, bir eseri var olmuştur. Sözü edilen eserlerden birisi de, bir ara gündemi oldukça meşgul eden, Kâbe’nin etrafına yaptırılan revaklardır.
Yapım tarihi 16. asrın sonlarına kadar uzanan Kâbe etrafındaki Osmanlı revakları, mimarisi, estetiği ve felsefesi ile hakikaten oldukça ince bir düşüncenin eseri olmuştur.
Onaltıncı asırda Kâbe’nin çevresinde hiçbir betonarme çirkinliğin bulunmadığı bir zamanda Kâbe’yi bir bilezik gibi sarıp kucaklamıştı. Onlarca kubbesi ile adeta gökyüzünü yeryüzüne, kumların seviyesine indirmişti. Yapımında kullanılan taşların rengi oldukça latifti ve altında ve etrafında yer alan kumlarla aynı renk tonunasahipti. Kâbe’nin taşı ve örtüsü rengi ile de gayet mütenasip bir durum arz etmekteydi.
Revakların, Kâbe ve çevresi ile renksel bütünlüğünün ötesinde, oldukça mütevazı bir mimarisi de söz konusuydu. Kâbe’den boy/yükseklik olarak alçaktı. Cüsse olarak daha zayıf ve ufaktı. Kâbe, kendisini altın bir kuşak gibi saran revakların ortasında hem son derece heybetli bir haldeydi hem de uzaklardan gayet net bir surette görülebilmekteydi. Mimari sanatımızın en yüce ismi Mimar Sinan’ın kalemiyle çizilmiş bir revak projesinin Kâbe’den daha yüksek olması ve onu gölgede bırakması, dünya yıkılsa dahi, mümkün olmayacak bir şeydi. Revakların halinde ve duruşunda mütevazılık vardı ve bu esastı. Kubbesinin altında ve gölgesinde oturup Kâbe’yi ve tavaf edenleri doya doya seyretmek bambaşka bir güzellikti…
Bugün sözü edilen o güzellikten maalesef hiçbir eser yoktur. O müstesna güzellikten kısmen esintiler sunan on yıl öncesinin letafet ve zarafeti dahi maalesef söz konusu değildir. Zira artan hacı sayısı ve Kâbe’yi ziyaret edip dini vazifesini ifa etmek isteyenlerin tavaf yaptıkları sırada maruz kaldıkları sıkıntı ve rahat ibadet yapılabilmesi için baş gösteren ihtiyaç tabii olarak her şeyin değişmesine sebebiyet vermiştir.
Tavaf alanı genişletilmeli ve ibadet için rahat bir ortam oluşturulmalıydı. Bunun için hemen harekete geçilmişti. Kâbe’nin etrafı açılmaya, tavaf alanı genişletilmeye ve muhtelif iklimsel alanların yer aldığı konforlu ibadet alanların inşa edilmesine yönelinmişti.
İşte tam da bu sırada Osmanlı yadigârı revaklar da sökülüp bir kenara kaldırılmıştı… Bu durum üzerine tabii ki itirazlar yükselmiş ve ricalar olmuştu… Ve nihayet revakların yeniden inşa edilmesine Suudi yönetimi razı edilmişti...
Ama heyhat! Heyhat ki ne heyhat! Zira artık ne revaklar eski revaklardı ne de estetik ve kendince bir felsefesi olan o revaklar Osmanlı yadigârıydı.
Eskiden revaklar Kâbe’yi bilezik gibi kuşatırken mevcut revaklar U biçiminde yeniden inşa edilmiş ve Kâbe’nin bir ciheti açık bırakılmış. Çünkü ilk yapıldığı yerden 25-27 metre kadar geriye çekilmişler. Revaklar mevcut mimarisi ile Kâbe’nin kuşağı yahut bileziği olmaktan çıkmış, adeta maşası haline gelmişler.
Eskiden revaklar kendi içinde bir mimari konsepte sahipken yeniden inşa edilen revaklarda o konseptten hiçbir eser kalmamış.
Eskiden revaklar Kâbe’den daha alçak inşa edilmişken yeniden inşaları sonrasında revaklar yaklaşık 3 metre uzatılıp yükseltilmişler.
Eski revakların kubbeleri ve kubbe tavanları gitmiş yerlerine betondan tavanlar dökülmüş.
Eskiden revaklar kendilerini temsil ederken şimdilerde revaklar beton kalıpların, direklerin ve tavanların birer kaplama malzemesi durumunda kalmışlar.
Esasen eski revaklar da öyle büyük ölçüde yok artık. Sökülürken tabii olarak büyük oranda kırılıpparçalanmışlar. Dolayısıyla orijinal revakların temin edildiği Şemasî Dağı'ndan yeni taşlar kesilip yeni revaklar icat edilmesi gerekmiş.
Eskiden revakların altında dinlenirdi. Kâbe seyredilirdi. Kimseye ve hiçbir şeye engel olmazlardı. Ancak revaklar şimdilerde tavafa engel olur bir hale gelmişler.
Her şey bir tarafa,işin en kötü ve en vahim tarafı, revaklar ikinci kattan bakıldığı zaman Kâbe boyunda ve Kâbe’nin ¾’ün görülmesine engel durum getirilmişler. Kâbe’nin görülmesine mani olan kötü bir perde haline dönüştürülmüşler…
Kısacası artık Kâbe’de eski revaklar yok, yeni revaklar var. Kâbe’yi temaşa etmeye yarayan o eski revaklar yok, onu perdeleyen yeni revaklar var. Revaklar eski estetiğinden, eski havasında ve felsefesinden mahrum bir haldeler. Revaklar; Kâbe ile Kâbe’nin etrafında yeni yapılan beton yığını inşaat arasına sıkışmış, arada ezildiği için de boyu uzamış, boyu uzadığı için de Kâbe’nin görünmesine ve görülmesine engel olan modern bir revak olmuşlar…
Keşke revaklar oraya değil de Kâbe etrafında yeni yapılan binanın çatısına yapılsaymış. Hem orijinal haline daha yakın bir surette inşa edilebilirdi hem de yine eskiden olduğu gibi güneşten insanları korur, kubbelerinin gölgesinde daha serin ve daha ferah bir ortamda tavaf yapılmasına imkân verirdi.
Kâbe’nin etrafında yapılan yeni yerlerin hali mi? Onu hiç konuşmayalım. Medine mimarisindeki estetik ve letafete inat derecesinde o tam bir mimari vahamet, estetik yoksunu, Sibirya soğukları derecesinde soğuk beton dağlar havzası… Dünyanın beğeni ve takdirini kazanmış onca güzel eseriinşa ederekİslam mimarisine kazandıran Müslümanların mimari ve estetik noktasındaki ortak aklının kullanılmamış olmasına hayfa ki ne hayfa!