Her gün onlarca kamuoyu yoklaması yayınlanıyor. Bilinen itibarlı kamuoyu yoklaması yapan organizasyonların ve araştırmacıların yanısıra, adını ilk kez duyduğumuz şirketler, sivil toplum kuruluşları tarafından ekranlardan, geleneksel medyadan veya sosyal medya üzerinden binlerce oran, rakam açıklanıyor…
Bir parti bir araştırmada yüzde beşlerde görünürken, bir diğerinde yirmileri buluyor veya aşıyor. Bir diğeri yüzde ellilere yakın görünürken diğerinde kırka ulaşamıyor. Bir aday bir araştırmada diplerde iken, bir diğerinde ikinci turu göğüslemiş görünüyor.
Araştırmaları yanyana getirince mutlaka birilerinde bir yanlışlık veya yönlendirme var ama acaba hangisi, hangileri gibi soruları sormadan edemiyor insan…
Seçim dönemlerinde elbette böyle şeyler olur. Siyasi partiler ve adaylar kendileri ile ilgili seçmene umut verebilmek, oylarının boşa gitmeyeceğine, netice alacaklarına dair bir algı oluşturmak için kamuoyu yoklamalarından yararlanırlar. Ayrıca manipülasyona uğramamış neticeler üzerinden de kendi durumlarını kontrol ederler.
Ancak, görünen o ki, kimse seçmeni ciddiye almıyor. Herkes bir yanıltma ve kandırmaca peşinde. Aldatarak oy devşirme çabası içindeler. Yapılan iş seçmene umut vermek, taraftarlarını yoğunlaştırıp çoğaltma faaliyeti olmaktan çıkıyor, ne yazık ki göz boyamak, gerçeklerden uzak tutmak noktasına geliyor.
Anlaşılan o ki, kamuoyu yoklaması yaptıklarını iddia ederek toplum önünde boy verenlerin pek çoğunun araştırma ile ilgileri, araştırmaya dair bilgileri yok. Yaptıkları masa başında, sahaya çıkmadan, gönüllerinden geçeni rakamlara döktükleri ve maalesef sadece yönlendirme amaçlı açıklamalardan ibaret.
Nitekim, en tanınanlardan bir araştırmacıyı geçtiğimiz günlerde çok izlenen bir televizyon kanalında izledim, bilim ve araştırmacılık adına fevkalade üzüldüm. Bilimsel bir temele dayanmayan açıklamalarındaki rakamları yine kendisi düzeltmek zorunda kaldı ve bunu da “biraz fazla sallamak” gibi kendisini ciddiye alanları hiç ciddiye almadığını gösteren bir cümle ile dile getirdi…
Sahaya çıkan ve gerçek veriye ulaşanları tenzih ediyorum, ama bu karmaşa içinde artık kim sahada ve gerçek verilere ulaştı, kim oturduğu yerden gönlünün istediğini yazıp çiziyor, bir medya profesyoneli ve akademisyen olarak ben bile bilemiyorum.
Ezberlerle ve toptancılıklarla hareket etmek, yönlendirme çabalarını abartmak hiçbir siyasi anlayışa yarar getirmeyecektir.
Üstelik ittifaklarla baraj sorununun seçime giren partilerin geneli için çözüldüğü bir ortamda araştırmacıların yönlendirmeci yaklaşımlarına seçmenin çok da ihtiyaç duyacağını sanmıyorum.
Cumhur ittifakı içinde yer alan partilerin oylarının bir önceki seçimler göz önüne alındığı zaman yüzde ellinin üzerinde olduğu açık. Burada en çok manipülasyon yapılmak istenen parti MHP yine. İyi Parti ile MHP’den bir miktar oy kaybı olacağı bellidir. Bunu MHP’de görebilmektedir. Ancak, İyi Parti’ye gidenlerin çok önemli bir bölümünün zaten MHP ile yollarını neredeyse 2002’de ayırdıklarını malumdur. Yani şimdi İyi Parti içinde yer alan her “ülkücü” her seçimde MHP’yi desteklemiş veya oy vermiş kişiler olarak kabul edilemez. Bunlardan bir kısmı MHP’ye oy vermemek için Perinçek’e bile destek açıklamış insanlardır. Dolayısıyla İyi Parti’nin MHP’den kopardığı oyu da abartmamakta yarar vardır. Ayrıca İyi Parti listeleri gördüğüm kadarıyla umulanı vermemiş ve MHP’den bu partiye geçenleri de diğerlerini de çok tatmin etmemiştir. MHP’den ayrılanların bir kısmının yeniden “yuvaya dönüş” eğilimini görmekteyim.
Millet ittifakı içindeki partilerin oyu yine belli. CHP çok akıllı iki hamle ile kendi tabanından büyük miktarda oy kayması yaşayacağı İyi Parti’yi engellemiştir. Esas buna dikkat etmek lazımdır. Onbeş ödünç milletvekili desteği, İyi Parti’ye sempati ile bakan ve muhtemelen oy verecek CHP’li seçmeni kendi partilerinde tutmak için iyi bir hamle olmuştur. Sonrasında CHP’nin Muharrem İnce’yi Cumhurbaşkanı adayı olarak çıkarması Meral Akşener’e yönelmesi muhtemel CHP oylarını da Tayyip Erdoğan karşısındaki en güçlüde buluşma arzusu içindekileri de bir noktaya toplamıştır.
Ancak, Muharrem İnce HDP oylarına göz kırptıkça kendisinde odaklanabilecek milliyetçi oyları kaybedecektir. Açılım politikaları Türkiye’yi bölünmenin eşiğine getirmiştir. Şimdi görünen o ki, CHP’de, İyi Parti’de, Saadet’de buna devam etmek gibi bir eğilim içindedir, söylemleri bunu teyit etmektedirler. Yine “OHAL’in kaldırılması” başlığı altında Türkiye’nin 15 Temmuz sonrası başlattığı arınma harekatının durdurulacağına dair vaatleri de fevkalade tehlikelidir.
Burada oyu konusunda bir önceki ile aynı olduğunu söylemek mümkün olmayan tek yapı var o da HDP. Doğu ve Güneydoğu’da terörizmle kararlı mücadele ile birlikte artık insanlar üzerinde silahların gölgesi büyük ölçüde kalktığı için sandıklarda öyle istedikleri gibi “tulum” çıkarma imkanları yok ve bundan ötürü hırçınlaşıyorlar. Ben o kanaatteyim ki, artık Doğu ve Güneydoğu’da siyaseten bir normalleşmeye gidilecek ve her siyasi partinin oy alabileceği bir iklim oluşacak. Bu gidişi desteklemek lazım.
İki parti arasında sıkıştırılmış, silah tehdidi ile terör örgütünün siyasi uzantısını desteklemek zorunda bırakılan seçmen yerine Türkiye’nin tüm siyasi hareketlerine özgür iradeleri ile katılabilen vatandaşlarımızı savunmak lazım.
Sözde demokrasi adına PKK’nın ekmeğine yağ sürercesine HDP ve Selahattin Demirtaş övgülerinin demokrasiye hiçbir katkısı olamaz. Bu tutumlar Doğu ve Güneydoğu seçmeni üzerinde yine baskının devam etmesini arzu etmekten başka bir anlam da taşımamaktadır. Siyasi partilerimizin söylemlerini değiştirip doğrudan seçmene hitap etmelerinde yarar vardır. Kendileri adına oy talep etmeleri ve kendilerinin orada zemin bulabilmeleri demokrasi bakımından daha önemlidir.