ABD, Suriye bataklığındaki başarısızlığını kendi kamuoyuna izah edemiyor ve Türkiye’ye karşı alabildiğine hırçınlaşıyor.
Yaptırımların büyütüleceği ve Türkiye’nin hareket kabiliyetinin sıfırlanacağına dair bir psikolojik harekat var.
Anlaşılan o ki, ABD’de ne kadar Türkiye karşıtı grup varsa bir araya gelmiş durumda…
Türkiye gibi yetmiş yılı aşkın süre içinde müttefiklik ilişkisinde bulunduğu bir ülkeye karşı PKK terör örgütünün uzantıları ile iş birliğini tercih eden, yıllardan beri onları eğiten, silah ve mühimmatla donatan ABD, bir hafta bile sürmeden eğitip donattıklarının buharlaştığını görmenin büyük şokunda.
Muhtemelen PKK türevlerinin Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı daha dirençli olacağını ve büyük kayıplar verdireceklerini, bu şekilde Türk kamuoyunun da moralsiz olacağını düşünüyorlardı, hesaplarını da buna göre yapıyorlardı ki, tutmadı.
Yine yapılan hesaplar içinde Türkiye’nin agresif davranacağı, sivil unsurları da içeren, etnik ve dini grupların kutsal yerlerini ve şehirlerin alt yapılarını tahrip eden bir operasyon gerçekleştireceği de vardı. Böyle bir şey de olmadı. Hatta, terörist gruplar kilise, havra vb. ibadethaneleri işgal ve oralardan TSK’ya saldırmalarına rağmen büyük bir titizlik sergilendi ve kesinlikle buralar ateş altına alınmadı.
DAİŞ militanlarının Türkiye’nin sorumluluğunda olacağı ifade edildi, Türkiye şehirlere girdiğinde tutuklu militanların hepsi PKK unsurları tarafından serbest bırakılmıştı…
ABD bölgede bulunmasına temel neden olarak gördüğü iki gerekçesini de kendisi tekzip etti, birincisi DAİŞ ile mücadele idi, eğitip donattığı halen de savunmaya çalıştığı terörist yapılar DAİŞ ile işbirliği içinde olduğunu gösterdi. İkincisi İran’ın ülkedeki etkisini kırmak idi, çıktığı yerlere İran destekli, rejim görünümlü milislerin girmesine göz yumdu…
ABD 11 Eylül olaylarından sonra terörizmle mücadele konsepti geliştirmiş ve dünyanın neresinde olursa olsun önleyici müdahalede bulunacağını deklare ederek Afganistan, Irak, Sudan, Yemen ve Suriye’ye yönelik müdahalelerinin meşruiyet temellerini oluşturmuştu.
Fakat anlaşılan o ki, ABD çıkarlarını tehdit etmediği sürece, müttefiklerine yönelik bile olsa teröriste terörist demeyecek, onlarla iş tutacak ve onları müttefiklerine karşı eğitip donatacak…
Böyle bir yapı ile belki Arap ülkelerinde başarılı olabilir, onları istediği gibi yönlendirebilir ama Türkiye gibi bir ülkede bu anlayışın başarılı olması mümkün değil…
Her zaman söylüyoruz, terörist teröristtir. Terörist tehdit kime ve hangi gerekçe ile yönelirse yönelsin mutlaka önlenmelidir. Terörizmle mücadelede evrensel işbirliğine gidilmelidir. Aksi takdirde bu iki yüzü de kesen kılıç gibi, kullanmayı düşünen ülkelere de zarar verir.
ABD şimdi net bir karar vermelidir. Yetmiş yıllık müttefiki mi, karanlıkta iş tutmaya uğraştığı terör örgütü mü?
Şurası açık ki, ABD’nin dış politikalarını belirleyenler kesinlikle son derece ilkesiz, tutarsız, bilgisiz ve öngörüden yoksun insanlar. Bundan dolayıdır ki, en iyi müttefikleri ile ilişkileri bu noktalara kadar taşımış, iki ülke ilişkilerini tarihimizde hiç olmadığı kadar kötü bir yere çekmişlerdir.
Türk insanının hiçbir zaman yabancı bir halka, dini veya etnik gruba topyekûn düşmanlığı olmamıştır. Avrupa’da hala hem İslam hem de Yahudi düşmanlığı en üst seviyelerdedir. Ancak Türkler ne Yahudileri, ne Hristiyanları ve ne de diğer dini unsurları asla düşman olarak görmez, önyargı ile yaklaşmaz ve kötülükleri için bir faaliyette bulunmaz.
Bunun içindir ki harekâtın adı Barış Pınarı olmuştur. Bunun içindir ki, harekâtın sonu tüm Ortadoğu halkları için barış olacaktır. Tüm dini inançlar yine kardeşçe, özgürce bu coğrafyada var olacaktır.