Doğada kaybolursak ne yaparız?
“Cep telefonum var kaybolmam” diyenlerden olabilirsiniz.
“Murphy kanunları”na göre cep telefonuna ihtiyaç olduğunda ya yanımızda yoktur ya da şarjı bitmek üzeredir.
Kaybolduğumuzda ne yapmamız gerektiği eskiden ilkokulda “Hayat Bilgisi”nde öğretilirdi.
Hava karanlıksa, kutup yıldızını bulursak yönümüzü de buluruz.
Bunun için “büyük ayı”, “küçük ayı” takım yıldızlarını bilmek gerek.
Karınca yuvası bulursak güneyi de buluruz.
Ağaçların gövdesinin yosunlu tarafı, kuzeyi gösterir.
Ülkemizin kuzeyinde Karadeniz olduğunu “Kuzeyin oğlu” şarkıcısı üzerinden bilir haldeyiz.
Yolu bulmak için bu bilgilere sahip olmak gerek.
Sorun da burada.
Yeni zamanların “bilgi bolluğu” sadece dijital bir illüzyon.
Basit iki gerçeğe dayanır;
Bir, bilgi bolluğu, işe yarar bilgi yerine bilgi çöplüğüne işaret eder.
İki, her ihtiyaç anında bilgiyi Google’lamak zihni çürütür.
Zihnin çürümesiyle, saatine binlerce lira verip kendisine yürüme koçu tutan insanların artması arasında bir ilişki var.
Her şey bir bileşik kap.
Bunları neden anlattım?
Adamın biri bir tripod, bir kamerayla, ne var ne yok ortaya saçıyor.
Safra atar gibi.
Anlattıkları doğru ya da yanlış bilemem. Bildiğim, dokunulmazlık algılarını yıkıyor olmasının içerikten daha önemli olduğu.
Marmara Denizi doğaya yapılan kötülükleri kusuyor. Denizin, “musilaj”la anlattığı, bünyesinde biriken irini göstermek.
Sokakta, cinsiyet ayırmaksızın cinayetler artıyor, kan akıyor.
Bunlar rastlantı değil.
Kaybolduk.
Hipokrat “insan bedeninde safra, irin, kan arttığında karar verme zamanı gelmiştir” diyor. Milattan önce.
Şimdi de yeniden yön bulmaya karar verme zamanı.
Yön belli: Hayatın her alanında “ilkelerle yaşamak.”
İlkelerle yaşamak, siyasette, adalette, uluslararası ilişkilerde, gündelik yaşamda pek çok sorunun çözümü demek.
“İlke”, çıkarlar, tanıdıklar, fırsatlar gibi denge bozucu tavırları dışlar.
“İlke” dengedir, konfordur, çözümdür, temizliktir, sadeliktir.
İktidar da, muhalefet de “ilkeli duruş” siyasetini hayata geçirmeli. “Miş gibi” yapmaksızın.
Kaybolmuşluktan çıkışın bireysel, toplumsal tek yolu bu.
Yazılarıma artık “Çevre Bakanına Mektup” köşesi ekleyeceğim. O kadar.
Marmara Denizi’ni kirletenlere arıtma önlemi için üç yıl verilmiş!
Geçen üç yıl neden yapılmamış ya da geçen 30 yıl?
Sayın Bakan sizi anlıyorum, nereye yetişeceğinizi bilmez haldesiniz.
Ve fakat, her yırtığa yama yaparak olmaz.
Yorulduğunuzla kalırsınız.
Acilen arıtma, tarımsal sulama, betonlaşma ve ağaç kıyımı gibi ana başlıkları içeren radikal politikaları müsamahasız hayata geçirmelisiniz.
Çocuklarınıza borcunuz bu.
Bir, Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmasında “Güçlü ordu, güçlü Türkiye” deyince gerilere gittim.
İlker Başbuğ Genelkurmay başkanı iken bu ifadeyi kullandığında “Vay sen nasıl orduyu ülkenin önüne koyarsın” diye edilmedik laf kalmamıştı.
Hayat tuhaf.
İki, İçişleri Bakanının televizyona çıkması doğru bir iletişim kararı değildi, TBMM Başkanı Şentop’un da Soylu’ya mektup yazması doğru olmadı.
Üç, CHP’nin “ikinci yüzyıl” kampanyası tam bir akıl tutulmasıdır. Zaman ileriye, bu arkadaşlar geriye gidiyor.
Sonra da oyları artmıyor diye şaşırıyorlar.
Dört, başta Emine Erdoğan olmak üzere, hazır gıdalardaki nişasta bazlı şeker oranlarının düşürülmesi yönünde çalışılmış ve bir karara varılmıştı.
Tam aksi oldu, iki katına çıkarıldı!
Demek ki Cargill lobisi iyi çalışmış. Yazık olmuş.
Beş, “Ülkeler bizimle sağlıklı ilişki için yanlış politikalardan vazgeçmeli” diyen Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’na danışmanları “Her doğru her zaman söylenmez” hatırlatması yapmalı.
Altı, Afyon Valisi, Mustafa Kemal’e hakaret eden imamı savunan İnhisar kaymakamına , “Oturduğum koltuğu kime borçluyum” cümlesini 100 kez yazdırsa iyi olurdu.
Yine yazıyorum, kaymakamlara acilen ciddi bir iletişim eğitimi verilmeli. Kendileriyle ve toplumla sağlıklı iletişim için.
Yedi, YÖK Başkanı, TBMM’de, üniversiteleri “milletin kızlarını emanet ettiği, hocalarına annelik babalık yap, rehberlik yap diye emanet ettiği kurumlar” şeklinde tanımlamış.
Üniversiteler kreş değil. Hocaların işi de ebeveynlik değil. Öğrencilerin aradığı da ebeveyn değil.
Ben fakülteme girince kimsenin annesi gibi hissetmiyorum.
İşim hocalık yapmak ve rehber olmak. Altını çizeyim.
Sekiz, birisi de çıkıp Turizm Bakanının otelinde kalan gazetecileri, bürokratları, danışmanları ve siyasetçileri açıklasa ne güzel olur.
Dokuz, Özyeğin Üniversitesi “Hüsnü Özyeğin felsefesi” diye bir ders açmalı.
En son Hürriyet’e “Fikir ve azim paradan her zaman daha önemlidir. İyi bir fikir, doğru çalışmayla mutlaka sermaye bulur” demiş.
Öğrencilerime her zaman anlattığım şey bu.
On, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı yönetim anlayışını, medyada görünürlük üzerine kurmuş. Bu uğurda metro inşaatında koşu falan yapıyor.
Gittiği yol çok ama çok yanlış. Biri kendisine bunu söylemeli.
On bir, her bölümünde yüzlerce kişinin öldürüldüğü, abzürt şiddet dizisi “Çukur” final yaptı.
Darısı başta “Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz” olmak üzere, tüm şiddet güzellemeli, mafya övmeli dizilerin başına.
On iki, Cemal Süreya’nın kızları babalarının eserlerini izinsiz basan Yapı Kredi’ye 20 bin TL’lık tazminat davası açmışlar.
Sadece “Öyle uzaktan seviyorum seni; / Sana söylemek istediğim her kelimeyi,/
Dilimde parçalayarak seviyorum” dizeleri bile kaç tane 20 bin eder…
Sedat Peker videolarının içeriği daha önce dediğim gibi bizi aşar.
Ben ülkemin birden aydınlanıp gerçekleri öğrenme tutulumuna inanmadığım için neden çok izlendiğine dair birkaç not yazayım;
Bir, izleyicinin yıllardır tv dizileriyle mafya algısının açık olduğunun farkında.
İki, referanssız konuşmuyor. Televizyon yorumcusu bilim insanlarının bile referans kullanmadığı günümüzde tezata bakın.
Üç, Stefan Zweig’den Vedat Türkali’ye geniş bir okuma önerisi sunuyor. Alışılmış algıları ters yüz ediyor.
Dört, imla kurallarındaki yanlışları için açıklama yapıyor.
Beş, özeleştiri yapıyor. Kendisiyle dalga geçiyor.
Altı, espri yapıyor. Bir tür stand up deneyerek aşk peşinde koşarak meydanı boş bırakan Cem Yılmaz boşluğuna oynuyor.
Yedi, “arkası yarın” klişesini uygulayarak merak uyandırıyor.
Sekiz, pazardan pazara araya meşgul edici videolar koyuyor, gündemi sıcak tutuyor.
Dokuz, Tevfik Diker misali, konuşmasında kendisinden söz edilmesi siparişi verenlerin ortaya çıkmasıyla yeni bir mecra olduğunu gösteriyor.
On, medya içerikleri o kadar berbat ki, her kesimi yakalıyor.
On bir, araya kadın ismi, tehdit, çatalla yaralama konuları serperek reyting formülünü uyguluyor.
Eskiden biri çok yiyince, büyükler “Evladım mide fesadından gideceksin” derlerdi.
Demek istenen belliydi, yemeyi kes.
Televizyonlarımız yemek yarışmaları, yemek programlarından geçilmezken şimdi de yemek dizileri ekranları kaplıyor.
En az üç dizide başrol aşçı. Mekân mutfak.
Ne oldu da yemeğe gömüldük?
İnsanın/canlıların iki temel güdüsü var: Hayatta kalmak ve üremek (neslini sürdürmek).
İnsan sosyal bir varlık olmaya başladıkça üremek için seks yapmak da çeşitli ambalajlara giriyor.
Burası üzeri örtülü, altı kaotik bir alan. Stratejisi yorucu.
Hayatta kalmak için beslenmek ise, yeni yeni sosyal strateji oluyor. İlgi, “haz”zın sakıncasız kısmı olmasından kaynaklı.
Yemeğin hazzına, “üremek için iyi olanı seçme” güdüsünü tetikleyen yakışıklı adamlar da eklenince tüm güdüler devreye girebiliyor.
Bilmem anlatabildim mi?
Ses etmeyeyim diyorum olmuyor.
Gözümüzün bebeği Milli Takıma “Bizim çocuklar” diyorlar.
Benim bildiğim bu ülkede “bizim çocuklar” iki çağrışım yapar.
Biri, belirli bir yaş grubunda darbeleri çağrıştırır, 1980 için ABD’nin “Bizim çocuklar başardı” sözü unutulmaz.
Diğeri, çocuktur mazur görülür anlayışı.
Yetmemiş gibi, ABD’den klip yönetmeni falan getiriliyor.
Gençlik Ve Spor Bakanını severim, iyi niyetli bulurum ama ona bu fikirleri verenlerin iletişim anlayışları sorunlu.
Kampanyayı kim yürütüyor bilen var mı?
Sanaldan gerçeğe dönüş: Google sanal alemdeki varlığını New York’ta bir mağaza açarak gerçek dünyaya taşıdı. Mağaza sayısı artacak. Sanal medya imparatoru Amazon’un patronu da basılı gazete satın aldı. Sanal mağazaların bazıları gerçek mağaza açıyorlar. Diyeceğim o ki, yüz yüze iletişimin, sıcak iletişimin yerini doldurmak olası değil. Her iletişim planında bu kısmı akılda tutmak şart.