Dünya bir doğumun sancılarını çekiyor. Bu doğum bildiğimiz doğumlara benzemiyor. Önceden kestiremiyoruz. Yani bebek sağlıklı mı olacak yoksa bir sıkıntı söz konusu mu, ultrason gibi aletlerle bakıp göremiyoruz. Bu doğumda ya küreselciler ya milliciler kazanacak. Ya dev şirketlerin küresel köyü haline geleceğiz ya da milli devletlerin kendi aralarında uzlaşıyla hem sınırlarını, bağımsızlıklarını koruyabildiği hem de insanlığı korumaya aldığı bir bebeğin doğumuyla karşılaşacağız.
Bu doğumda kritik ülkeler var. Bakın Portekiz Cumhurbaşkanı Marcelo Rebelo de Sousa, katıldığı bir toplantıda bu ülkeleri ve yaşadıklarımızı nasıl anlatıyor:
“Dünyada bir dönüm noktasındayız, dünya aynı olmayacak. Amerika seçimlerinden sonra aynı olmayacak, sonuç ne olursa olsun, farklı olacak. Çin'deki değişimlerden sonra da durum aynı olmayacak. Salgın ve ekonomik olarak toparlanma (...) Rusya Federasyonu'nun veya Güney Afrika, Brezilya, Türkiye ve Hindistan'daki yükselen güçlerin konumlandırması aynı olmayacak."
Portekiz Cumhurbaşkanı Türkiye’yi de yeni dönemin önemli aktörleri arasında sayıyor.
Dikkat ettiyseniz Avrupa’yı zikretmiyor. Hatta şu yorumu yapmakta: “Avrupa siyasi sistemleri derin bir kriz içinde.”
Dünyada pek çok ülkenin siyasetçisi, stratejisti yaptıkları analizlerde Türkiye’nin önümüzdeki dönemin belirleyici güçlerinden biri olacağının sürekli olarak altını çiziyor.
Peki biz bu durumu iyi anlayabiliyor muyuz?
Yoksa halen Avrupa Birliği ve ABD yönüne dönmemiz gerektiğini söyleyenlerin, arkasındaki derin aklın ve o aklın aparatlarının operasyonlarıyla mı uğraşıyoruz?
Evet aynen öyle.
Halen operasyon altındayız ve bu operasyonun şiddeti giderek artıyor. Bunu anlamak için sosyal medyaya bakmanız yeterli.
Sosyal medyada veya gerçek hayatta bilinen bazı isimler üzerinden çok sarsıcı tartışmalar, gerilimler oluşturuluyor. Örneğin bir kesim İslamiyeti, muhafazakar camiayı hedef alırken, bir başka kesim de CHP yönetiminin politikalarını eleştirmek yerine Atatürk’e, Atatürkçülere çok sert söylemlerle saldırıyor. Farklı gibi görünseler de aslında aynı kaynaktan besleniyorlar. Geçmişte yaşanan ve 12 Eylül öncesinde çok net sahneye konan Gerilim Stratejisi’nin bir benzeri uzunca bir süredir Türkiye üzerinde sahneleniyor. Amaç, geleceğin belirleyici güçlerinden biri Türkiye yerine bağımlı Türkiye’nin yeniden geri gelmesi. Ekonomideki gelişmelerden tutun da dezenformasyonlara kadar birçok olayın nedeni bu.
Gerilim Stratejisi nedir diye soracak olursanız, Gladyo yapılanlamalarının İtalya ve Türkiye’de ağırlıklı olarak uyguladığı ve hedefe giden yolu açacak olan stratejidir şeklinde tanımlayabiliriz. Karşılıklı iki gücü önce dezenformasyonlarla karşı karşıya getirip, ardından çatıştırıp, askeri veya kontrol altındaki bir başka gücü toplumun geneline “çözüm” olarak sunmak.
15 Temmuz öncesinde yaşadık. Bir anda bütün terör örgütlerinin saldırılarıyla sarsıldık. PKK’dan tutun, DAEŞ’ine, DHKP-C’sine kadar tüm terör örgütleri aktifleştirildi. FETÖ de bunlara sızdıkları yerlerden alan açtı. Hatırlarsanız, sokağa çıkarken, toplu taşımaya binerken çekindiğimiz dönemler oldu. “Acaba bomba patlar mı, canlı bomba karşımıza çıkar mı” diye endişelenmedik mi? Amaç neydi? Toplumu “Artık ne olacaksa olsun da bu günler geride kalsın” psikolojisine sokup, darbecilerin psikolojik olarak önünü açmaktı. Başaramadılar. Ama 12 Eylül’de bunu başardılar. CHP ve MHP yönetimlerini de zor durumda bırakacak şekilde sokakları terörize ettiler, kontrolden çıkan kuvvetler üzerinden bu ülkenin gençlerini karşı karşıya getirdiler. Sonuç: 12 Eylül darbesinin şartları olgunlaştı.
Şimdi bu gerilimin nedeni ne? Hiç düşündünüz mü?
Niye durup dururken AK Parti’ye, Cumhur İttifakı seçmenine küfür/hakaret eden eşkıyalar baştacı yapılıyor. Neden CHP seçmenine küfür/hakaret eden eşkıyalar ortaya çıkıyor. Üstüne üstlük, karşılıklı olarak Atatürk ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a da hakaretler havada uçuşuyor. Oysa seçmen de Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Recep Tayyip Erdoğan da düşman değil. Ama düşmanlaştırma çabaları artırılıyor. Karşıymış gibi görünenler gerilimden ortak bir şekilde besleniyor.
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin açıklamasını bu çerçevede de değerlendirin. Satır aralarında çok önemli notlar vardı. Devlet Bahçeli, “Dış bağlantılı bir operasyon mekaniği aleni şekilde devrededir” diyerek şu önemli tespitleri yaptı:
“Sosyal medyadan körüklenen yalan haberler, kamplaşma ve kutuplaşmayı yaygınlaştıran yıkıcı hevesler, fitne cephesini tahkim eden melanet hedefler, devlet ile millet arasına nifak saçmak için fırsat kollayan provokatif hamleler zincirleme reaksiyon halindedir.
Demokratik tartışma adabından mahrum, sağduyu ve soğukkanlı analizden mazur art niyetli bir güruh milli ve manevi hassasiyetlerimizi kundaklamak için geceli gündüzlü faaliyet içindedir.
Demokrasi dışı bunalım ve çalkantılara özlem duyan devlet ve millet muhaliflerinin Türkiye’yi müteselsilen her türlü iç ve dış kaynaklı mütehakkim dayatmalara müsait hale getirmek hususunda yoğun çaba sarfettiği ulu orta meydandadır.”
MHP lideri, “Türkiye’mize ölümü gösterip sıtmaya razı olması yönünde zalim bir baskı söz konusu” diyerek üç aşamalı bir planın devrede olduğunun altını çizdi:
- İlk aşama: Yönetilemeyen, krizden krize sürüklenen, herkesin birbirine husumet beslediği bir ülke tablosunun kuvveden fille çıkmasıdır.
- İkinci aşama: Milli mukavemetin kırılarak terörle mücadelenin sekteye uğraması, ekonomik ve diplomatik temelde boyun eğilmesi, etnik ve mezhep ayrışmasının tetiklenmesidir.
- Üçüncü aşama: Sözde erken seçim zorlamasıyla Türk ve Türkiye Yüzyılı Vizyonunun işlerliğini ve işlevselliğini sabote etmek, hatta anti demokratik arayışlara tahkimat sağlamaktır.
MHP lideri Türkiye’ye yönelik saldırının stratejisini ve bu strateji çerçevesinde atılan taktik adımları açık açık söyledi.
Öyle bir uyarı da yaptı ki, adeta Türk Silahlı Kuvvetlerimize kalkan oldu. Evet, birileri “ne alakası var, genç Teğmenleri eleştirdi” diyecektir. Hiç alakası yok. Devlet Bahçeli, bu iddiaların aksine, yazımızın girişinde aktardığımız küresel-bölgesel mücadelelerde güvenlik teminatımız olan şanlı Türk ordusunun disiplinini, birliğini, hiyerarşisini bozmaya yönelik olası tertiplere, kumpaslara karşı, Türk ordusunu hem kurumsal hem de her bir mensubunu koruma hamlesi yapmıştır. Kara Harp Okulu mezuniyetindeki görüntülerin soruşturma, araştırma aşamasından geçmesi çağrısını da yaparak aslında tartışmaları bitirmenin formülünü söylemiştir. Böylece ordumuza zarar vermeden, ordumuz içinde olası ikilik çıkarma gayesi olanlara karşı uyanık olmamızı ifade etmiştir.
Devlet Bahçeli, sözünü ettiğimiz provokasyonların hem içte hem dışta hedefi olan Cumhur İttifakı’nın etrafına da bir kalkan örmüştür.
Kitap konusu olacak, sayfalarca yazılacak gelişmeleri 3 A4’lük yazıda aktarmak kolay değil.
Ama tüm parçaları birleştirdiğimizde “Keşke ABD-AB galip gelse”çilerin gemi azıya aldığını görebiliyoruz. Aynen geçmişte “Keşke Yunan galip gelse” diyenlerin mağlup olduğunu gördüysek, “Keşke ABD-AB galip gelse”cilerin de mağlubiyeti için son derece uyanık olmamız gereken bir dönem bu dönem. Atlattığımızda ise gelecek doğumun en önemli aktörlerinden biri olacak bir Türkiye tarih sahnesinde yer alacak. Aynen şanlı tarihine layık olacak şekilde…