Başlıktaki sorunun fiziksel çıplaklıkla ilgisi yoktur. “Ruh soyunukluğu” diye bir şey var.
Şarkıcı Sıla, “Dayak yedim” dediği olaydan saatler sonra arkadaşlarıyla bir araya gelmiş.
Görüntüleri izledim. Şarkı söylüyor, kendini koyuvermiş. Sanki ağlıyor gibi söylüyor.
Dağılmış. Korunaksız. İçinden geldiği gibi.
Duygularını öylece ifade etmekten zerre çekinmemiş. O kadar güvenmiş “arkadaş”larına.
Ben, arkadaşla dost arasındaki farkta, yanında yüksek sesle düşünebildiğin kişiye dost dendiğini bilirim.
Çok sık tekrar ettiğim bir tanımı daha vardır dostun: Mutlu anlarınızdan daha çok, mutsuz anlarınızı paylaştığınız kişidir dost.
Diyelim ki dediği doğru Sıla’nın, sevdiği adamdan dayak yedi. Ruhu darmadağın. Kime gider? Dostlarına.
O da öyle yaptığını sanmış. “Ben” demiş, “bu insanlara kendimi emanet edebilirim.”
Emanet medyaya servis edilince, en az yediği dayak kadar yaralanmış olmalı.
Oysa. “Emanet” kavramı, “emanet etmek” eylemi çoktan tarihin bataklığınca yutuldu. Tıpkı “tamir etmek” eylemi gibi.
İnsan kendisini kime emanet edebilir?
Kimin yanında soyunabilir ruhunu?
Kimin yanında yüksek sesle düşünebilir?
Bu üç soru aynı yere çıkar.
Sır herkesle paylaşılmaz.
Herkesin yanında sarhoş olunacak kadar içilmez, içki herkesle içilmez.
Ruh ağrısı herkese belli edilmez, acı herkesle çekilmez.
Şimdi. Kapatın gözlerinizi ve düşünün: Kaç kişinin yanında sakınmadan soyunabilirsiniz ruhunuzu? Bir? İki? Üç?
Bulduğunuz sayı kadardır zenginliğiniz…
VEBAL
Ergenekon davasında karar açıklandı: “Bu haliyle Ergenekon adlı bir örgütün varlığı ispat edilememiştir.”
O süreçte. O kadar çok canlar yandı, canlar kaybedildi, gözyaşları döküldü ki…
O kadar çok insan, günleri sayılı ömrünün günlerini dört duvar arkasında geçirdi ki…
Tamam, başkalarının acıları üzerinden yazmayayım. Benim anneme o süreçte, kaç telefon geldi tv izleyen arkadaşlarından, “Nuran da tutuklanmış öyle mi?” acımasızlığında.
Annemin hastalığının ilerlemesini hızlandıranlar, her bir damlasına canımı vereceğim gözyaşlarını akıttıranlar, onu kaygılı uykulara yatıranlar…
Annem yok şimdi. Vebali ise ensenizde duruyor…
İNSANIN YENİ TEKNOLOJİYLE İMTİHANI
Geçmiş zaman.
Öğrencilerden birine, sosyal medyada cevap verme olanağı olmayan biri hakkında eleştiri yazmanın etik sorununu anlatınca, öğrenci, “İyi ama göreceği aklıma gelmemişti” demişti!
Prens Selman’ın, Kaşıkçı cinayetinden önce infaz ekibini yöneten başdanışmanına 11 kez mesaj attığı ortaya çıkmış!
Marriott International, 500 milyon müşterisinin kişisel bilgilerini hacker’lara kaptırmış.
İnsanın iletişim teknolojisiyle ilişkisi, homo erectus’ların ateşi kullanmayı deneyimlemeleri sürecine benziyor.
HALE, “LALE” VE ŞELALE…
Ülkemizin tanıtım çalışmaları tıpkı başlıktaki üçlemeye benzer.
Herhangi bir devlet politikası yoktur, her gelen bakan kafasına göre takılır.
Özeti, “Ah bir turizm bakanı olsam ülkeyi zıplatırım” geyiğinin sürekli tekrarıdır.
Türkiye’nin turizm başarısı, bu politikasızlığına rağmendir.
Şimdi de, “lale” logosunu değiştirecek bir ihale açılıyormuş.
Ülke logomuz dünyanın en zor, en saçma logolarından biri olan kilim desenleriyle yazılmış “Turkey” değil miydi?
Neyse neyse…
Buradan Hükümete diyeceğim var;
Türkiye’nin tanıtım işinde yine yanlışlık var.
İhaleye çıkacağınız tanıtım işlerinde, yaratıcılıkla uygulamayı aynı sepete koymuşsunuz.
Yapmayın. İşin yaratıcılık tarafına ayrı, uygulama tarafına ayrı ihale açılmalı. Böylelikle, üniversiteler de, genç ajanslar da başvurabilir, yeni fikirlerin yolu açılabilir.
AKLIN YOLU BİR
Medyayı doktorlar, diyetisyenler, gurmeler dolduralı beri, ekmeğe, yumurtaya problemsiz bakamaz hale geldik malum.
Yesek mi, yemesek mi?
Geçen ay. Ankara Üniversitesi İletişim Araştırmaları Merkezi olarak, Sağlık Bakanlığı, Sağlığın Geliştirilmesi Daire Başkanıyla yaptığımız görüşmede, duruma etkin müdahale edebilecek iletişim politikaları üzerine konuşmuştuk.
Devamlılığı olan politikalar geliştirmek üzerinde durmuştuk.
Tam da bu görüşmenin üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ''Biri çıkıyor 'ekmek
yiyin' diyor, biri de 'yemeyin' diyor. Biri 'yağı su gibi için' diyor, diğeri başka bir şey. Biri 'bal ye' diyor, biri 'yeme zararlı' diyor. Bu işi çözün. Vatandaş doğru bilgiyi alsın'' dedi ya.
Aklın yolu bir.
“AŞK”IN SEFALETİ
Yatak almak isteyince satış görevlisi yerine CEO ile görüşen Ahmet Hakan, Caner’in eski eşi Asena’yla aşk yaşıyormuş…
Bize ne ise…
Ve fakat. Ahmet’i havalara girmeden önce, daha makul günlerinden tanıyan biri olarak, duruma açıklık getirmem lazım;
Bir, Ahmet asla aşık olmaz. Sadece takılır. Etrafındaki umutlara yelken açan kadınlara duyurulur.
Hoş, kadının umutlara yelken açtığını hissettiği anda Ahmet sıvışır.
İki, geçmiş ilişki patikasına bakarsanız, gençliğindeki bastırılmış duyguların dışa vurumunu rahatlıkla görebilirsiniz.
Üç, yazarken gösterdiği samimiyeti ilişkilerinde asla göstermez. Yatak markasını yazmakta sorun görmeyen Ahmet, sevgilisiyle gittiği tatili “kurşun döktürmeye gitme” geyiğiyle gizler.
Not: Neden Ahmet hakkında yazdığımı merak eden varsa, adam satıyor ne yapalım!
MESELE ŞEYMA DEĞİL
Acun ile Şeyma boşanınca.
Cümleler şöyle kuruldu; “Şeyma zaten sevimsizdi”, “Şeyma Acun’u aldattı”, “Şeyma para için evlenmiş ve çocuk yapmıştı, istediğini alınca da bıraktı” vs.
Sanki, para kazanmaya başlayınca eşinden boşanan Acun değil.
Sanki, hayatındaki kadını bir yana koyup daha genç olan kadına giden Acun değil.
Sanki, doğal ya da sonradan sarışının önüne servetini döken Acun değil.
Sanki, erkeklerin genelinin para kazanma zekalarıyla evlenecekleri kadını seçme zekaları arasında bir tezat var.
Benzerlerinden hayli fazla olan Şeyma, aynı popülaritede kalmak için Acun’un üstüne çıkacak birini bulmak zorunda. Aksi halde, hadi kızım bye bye.
GALATASARAY KAFASI
Galatasaray antrenmanı 40 bin seyirciyle dünya rekoru kırmış.
Takım, açık puan farkıyla birinci mi? Değil, dördüncü.
Avrupa futbolunda fırtına mı estiriyor? Yooo, olsa olsa nal topladı denebilir.
Takım tarihin en iyi futbolcularından mı oluşuyor? Nerdeee, belki de gördüğümüz göreceğimiz en döküntü takım.
Kulüp başkanı çok ama çok mu seviliyor ki bir sözüyle insanları toplasın? O da değil, belki de Dursun Özbek’ten sonra en sevilmeyen başkan.
İyi de bu nasıl oluyor?
Olsa olsa düşme hattındaki Fenerbahçe’ye nispetle açıklanabilir.
BEŞİKTAŞ-GALATASARAY MAÇI SONRASI
Dedim ki, tüfeng icat oldu mertlik bozuldu misali “VAR” sistemi çıktı, futbolun tadı tuzu, sihri kalmadı.
Anladım ki, “Beni göndermek isteyenler var” diyen Şenol Güneş’in kaderi, ne kadar başarılı olursa olsun kaybetmek, Fatih Terim’in kaderi, ne kadar başarısız olursa olsun kazamaktır.
AKLIMDA KALAN
Merak ettiğim bir soru: Her yağmur şıp dediğinde, Bodrum’u sel alırken. Yağmur suyunun toprakla buluşmasını sağlayacak tek bir yer kalmayacak şekilde tüm sokakları, caddeleri beton yığınına dönmüşken, alt yapı iflas etmişken. Bodrumlular neden Başkan Kocadon’u sevmeye devam ederler? O da yetmezmiş gibi Başkan Kocadon, neden bir de Muğla’ya aday olmak ister?