Kıpçak ne demek? Kıpçaklar Türk mü? Nerede ne zaman var oldular?
Kıpçak ne demek? Kıpçaklar Türk mü? Kıpçaklar nerede ne zaman var oldular? Uyanış Büyük Selçuklu ile birlikte Kıpçaklar da merak edilmeye başlandı. İşte Kıpçak Türkleri ile ilgili detaylar...
Kıpçak ne demek? Kıpçaklar Türk mü? Uyanış Büyük Selçuklu ile birlikte Kıpçaklar da merakla araştırılmaya başlandı. İşte detaylar..
KIPÇAK NE DEMEK?
Kıpçaklar'ı Bizanslılar ve Latinler "Kumanos, Cumanus, Komani", Ruslar "Polovets Kıpçaki" (Ferganskiye), Almanlar ve diğer Batılı milletler "Falben, Valani, Pallidi", Ermeniler "Khartes", Macarlar "Kun" adlarıyla zikretmişlerdir. Bu adların ortak anlamı "sarı, sarımsı, solgun"dur. İslâm kaynaklarında "Kıbcâk, Kıbşâk, Kıfçak", Gürcü kaynaklarında "Kifşak, Hifşah" şekillerinde geçen kelimenin etimolojisi hakkında kesin bir sonuca varılamamıştır. Kıpçaklar'ın adının ilk defa geçtiği Rus yıllıklarında Türkmen, Peçenek ve Uzlar'la aynı kavimden oldukları vurgulanmaktadır.
Kıpçaklar da Peçenek ve Uzlar gibi Güneydoğu Avrupa bozkırlarında bir devlet kuramamışlar, daha çok kavmî esaslara göre birleşmiş topluluklar halinde yaşamışlardır. Kaynaklarda çoğunlukla Kumanlar adı altında zikredilen Kıpçaklar, İrtiş boylarındaki Kimekler'in İşim-Tobol vadilerinde oturan bir koludur. XI. yüzyılın son yarısında ikili federasyon halinde yaşayan Kimekler'de idarecilik görevi Kıpçak kolundaydı. Balkaş'tan İrtiş'e kadar olan bölgeye hükmeden Kıpçaklar güneyden gelen Kunsarılar'ın kendilerine katılmasıyla daha da kuvvetlendiler, ancak büyük bir ihtimalle doğudan K'itan baskısı, yer ve otlak darlığı sebebiyle İdil (İtil) nehri üzerinden Batı'ya yöneldiler. Önlerindeki Uz (Oğuz) kitlelerinin 1048'de Balkanlar'a çekilmesi üzerine de Güney Rusya'ya geldiler. Rus yıllıklarında ilk defa 1054 yılında "Polovtsı" adıyla zikredilen Kıpçaklar bu dönemde hâkimiyet sahalarını Dinyeper'e kadar genişlettiler. Doğuda Kıpçak adı muhafaza edilirken Batı'da yukarıda anılan adlarla tanındılar.
1061'den itibaren Kıpçaklar Rus bozkırlarını ele geçirmeye başladılar. 1078'de Bizans'a isyan eden Peçenekler'le birlikte Edirne'yi muhasara ettiler. Bu tarihten itibaren 1083-1096 ve 1109-1114 yıllarında Bizans'a karşı akınlar yaptılar. Hâkimiyetlerini, 1080'lerde Don-Dinyester havzaları başta olmak üzere Balkaş gölü-Talas yöresinden Tuna ağzına kadar yaydılar. Kafkaslar'da Kuban bölgesini de içine alan bu arazi kuzeyde Oka-Sura nehirleri boyuna, yani İdil Bulgarları sınırına kadar uzanıyordu. Doğu Avrupa-Batı Sibirya bozkır bölgelerinin tamamını kapsayan Kuman-Kıpçak sahası o zamandan itibaren İslâm kaynaklarında "Deşt-i Kıpçak" (Kıpçak Bozkırı) adıyla anılmıştır. Rus, Bulgar, Alan, Burtas, Hazar ve Ulahlar'ın Kıpçak tâbiiyetinde yaşadıkları bu devirde Kıpçak ülkesi Orta Asya, İtil-Yayık, Don-Donets, Aşağı Dinyeper ve Tuna adlı beş bölgeye ayrılmıştı. Kıpçaklar bu bölgelerde kendi başbuğlarının idaresinde yaşıyorlardı. 1091'de Macaristan'a, 1092'de Lehistan'a giren Kıpçaklar 1093'te Bizans topraklarında göründüler. Ruslar 1103'te Kıpçaklar'a karşı büyük bir başarı kazandılar, Kıpçaklar da buna 1105-1111 yılları arasında kısa aralıklarla şiddetli akınlar halinde cevap verdiler. Tuna Kıpçakları'nın bir kısmı Macaristan'a giderken Dinyeper Kıpçakları, Pereyaslavl Knezliği'ne karşı hücuma geçtiler (1177-1179). Kiev civarına akın eden Aksu nehri boyundaki Kıpçaklar, Kiev Knezi Svyatoslav idaresinde bütün güney Rus knezliklerinin birleşerek meydana getirdikleri orduya mağlûp oldular (1184). Bu sefere katılmayan Novgorod-Seversk Knezi İgor Svyatoslaviç 1185 yılında Kıpçaklar'a karşı sefere çıktı, ancak Aşağı Don sahasındaki Kayalı ırmağı kıyısında kuşatılarak imha edildi. Rus edebiyatının şaheseri olarak kabul edilen "İgor Bölüğü Destanı"nda İgor Svyatoslaviç'in bu seferi anlatılmaktadır.
Rus knezleri, Kıpçaklar'ın yardımlarını sağlamak ve nüfuz elde etmek amacıyla Kıpçak başbuğlarının kızlarıyla evlenmişlerdir. Kıpçak başbuğu Atrak'ın güzelliğiyle meşhur olan kızının Gürcü Kralı Bagratlı II. David ile evlenmesinden sonra Don-Kuban boyundaki Kıpçaklar'la Gürcüler arasında yakın münasebetler kuruldu. Gürcü kralı 1118'de Çoruh, Kür dolaylarına yerleşen Kuman Kıpçakları'ndan 40.000 kişilik mükemmel bir atlı ordu oluşturdu. Gürcüler, bu atlı Kıpçak kuvvetleri sayesinde Anadolu Selçukluları'nın hücumlarına karşı koydular. Şirvan, İran ve İrmîniye'ye başarılı seferler düzenlediler.
Kıpçak başbuğu Atrak 1125'te Gürcistan'dan yurduna döndü. Ancak kendisiyle beraber Gürcistan'a giden Kıpçaklar'ın büyük bir kısmı geri dönmeyip orada kaldı ve çeşitli yerlere yerleştirildi. Doğu Anadolu'da Çıldır gölü çevresindeki Kıpçaklar bunların torunlarıdır. Gürcistan'a gittikleri için Don boylarını tamamen, Kuban bölgesini de kısmen boşaltan Kıpçaklar'dan Kırım yarımadasında kalanlar bölgedeki şehirlere yerleşerek ticaret hayatına atıldılar ve bazı küçük kasabalar kurdular.
Anadolu Selçukluları, 1221 yılında Karadeniz'in büyük ticaret merkezi olan Kırım'daki Suğdak (Sudak) şehrini zaptedince Kıpçak ve Rus kuvvetleri şehri geri almak için birlikte hareket ettilerse de Selçuklu müdafaası karşısında başarılı olamadılar.
Kıpçaklar, doğudan gelen Moğol istilâsı karşısında Ruslar'la yeniden askerî iş birliği yapmalarına rağmen 1223 yılında meydana gelen Kalka savaşında Cebe-Noyan ile Sübütay kumandasındaki iki Moğol askerî tümenine mağlûp olmaktan kurtulamadılar.
1238'de Rusya'nın kuzeyi tamamen Cengiz'in torunu Batu Han'ın eline geçti. Kıpçaklar Moğol ordusu karşısında tutunamadılar. Başbuğ Köten kumandasındaki Kıpçak kuvvetleri Don ve Donets havzasında darmadağın oldu, kaçabilenler Macaristan'a sığındılar (1239). Kıpçaklar'ın büyük bir kısmı Moğol istilâsı sırasında İdil Bulgarları'nın topraklarındaki ormanlık sahaya gittiler. Bu olay, eski İdil Bulgar yurdunun büsbütün Kıpçaklaşmasında büyük bir rol oynadı. Kıpçak ülkesi Moğol istilâsına uğrayıp bölgede Altın Orda Devleti'nin kurulmasından sonra (1241) Kıpçaklar'ın hiçbir rolü ve kuvveti kalmadı. Bazı Kıpçaklar Moğol İmparatorluğu'nda önemli görevlerde bulundular.
Başlangıçta Selçuklular'a bağlı iken bağımsız bir hüviyet kazanan Irak'taki Kıpçakoğulları hâkimiyeti bazan bağımsız, bazan da Musul Atabegliği'ne veya Eyyûbîler'e bağlı bir şekilde VII. (XIII.) yüzyılın sonlarına kadar sürmüştür. Arap-İslâm devletlerinde uygulanan saray muhafız kıtalarında Türkler'den oluşan birliklerin kullanılması usulü Eyyûbîler'de de uygulanmış, Kıpçak ve Oğuz gençleri bu amaçla eğitilmiş, askerî güç onlardan oluşan birliklerin elinde toplanmıştır. İzzeddin Aybeg'in Mısır'da 1250'de Eyyûbîler sülâlesine son vererek yerine kendisini sultan ilân etmesiyle kurulan Memlükler Devleti kısa bir süre sonra Kuman-Kıpçak unsurunun eline geçmiştir. Bu devletin sultanları da Kıpçak asıllıdır.
Diğer göçebe Türkler'de olduğu gibi başlangıçta şamanist olan Kıpçaklar'ın bir kısmı zaman içerisinde Hıristiyanlığı benimseyerek özellikle Ortodoks kilisesine bağlanmışlar, bir kısmı da Kırım, Kafkaslar ve İdil Bulgarları ülkesinde görüldüğü gibi müslüman olmuşlardır.
Özbekistan'da Fergana vadisinde yaşayan Kıpçaklar'ın sayısı 1926 nüfus sayımına göre 33.502 kişi idi (günümüz istatistikleri bu konuda sayı vermemektedir). Özbek ve Kırgızlar arasında birer büyük kabile, Başkırt ve Nogaylar arasında ise daha küçük gruplar bugün Kıpçak adını taşımaktadır.
Kıpçak Türkçesi. Kıpçak kavim adının ilk geçtiği yer, İl İtmiş Bilge Kağan'ın (747-759) mezarının bir parçası olduğu tahmin edilen Şine-Usu yazıtındaki "türük kıbçak elig yıl olurmış" ibaresidir. Kumanlar ve Kıpçaklar, VIII. yüzyılda Göktürk Devleti'nin batı bölgelerinde yaşayan Türk boylarındandı. VIII-XII. yüzyıllar arasındaki çeşitli savaş ve göçler sonunda Kıpçak adı altında birleşen Türk boyları Avrupa'da Kuman adıyla anılmaya devam etmiştir. XII. yüzyıldan bu yana Kuman ve Kıpçak adları aynı halkı göstermektedir.
Kıpçaklar'ın önderliğinde oluşan kavimler birliğinin içinde başta Kanglılar ve Kimekler olmak üzere birçok Türk boyu bulunmaktaydı. Ancak bu kavimler çok yayılmış olduklarından bir siyasî birlik olarak ortaya çıkamamışlardır. Kıpçaklar'ın göçlerinden sonra, "Deşt-i Kıpçak" denilen bu ilk yerlerinden günümüze ulaşan yegâne eser Codex Cumanicus adlı derlemedir. XII. yüzyılın ortalarına doğru Moğol akınlarının çoğalmasıyla birlikte yayılma ve dağılmaları da hızlanan Kıpçaklar, büyük bir kısmı Macaristan'da olmak üzere çeşitli Balkan ve Kafkas halkları içinde erimiş ve tarih sahnesinden çekilmiştir.
Kıpçak Türkçesi, Batı Türkçesi'nin kuzey grubuna mensup olmasına rağmen asıl gelişmesi bir başka bölgede, güney grubunun yayıldığı sahanın da güneyinde Mısır ve Suriye'de meydana gelmiştir. Bunun sebebi, pek çok Kıpçak gencinin köle ve câriye olarak satılması suretiyle bilhassa XIII ve XIV. yüzyıllarda Ön Asya ve Mısır'a gelmiş olmasıdır. Türkmen, Altın Orda ve Hârizm'den gelen Türkler de bu bölgede önemli bir nüfusa sahipti. Bütün bu Türk boyları, zamanında kendi coğrafyalarında oluşturamadıkları devlet, medeniyet ve kültür merkezlerini yabancı bir muhitte oluşturmayı başarmışlardır.
Orta Türkçe döneminde Türk dilinin Batı kolunu Kuman-Kıpçak ve Oğuz boylarına mensup olan Türkler'in lehçeleri meydana getirir. XIII. yüzyılda teşekkül eden ve değişik dil özellikleri gösteren yeni yazı dillerinin ortaya çıkışı, o zamanki yazı dili Karahanlı Türkçesi ile (Hâkāniye Türkçesi) farklı özelliklere sahip olan Oğuz ve Kıpçak gibi Türk boylarının batıya doğru göçleri ve farklı bölgelere yayılmasıyla daha da belirgin hale gelmiştir. Kıpçaklar uzun süre Türkmenler'le birlikte yaşadıklarından Kıpçak Türkçesi ile Türkmen Türkçesi arasında çok yakın ilişki vardır. Kıpçak Türkçesi hakkındaki en eski bilgiler Kâşgarlı Mahmud'un Dîvânü lugāti't-Türk'ünde Oğuz Türkçesi ile birlikte geçer. Bu bilgilerden iki lehçenin birbirine benzediği anlaşılmaktadır. Bu lehçeleri konuşan gruplardan birinin zamanla kuzeye, diğerinin güneye göç ederek ayrı siyasî teşkilât ve sınırlarla birbirinden uzaklaşmaları iki lehçede bazı farkların meydana gelmesine yol açmıştır. Ancak Mısır'da bu iki Türk kavminin yeniden bir araya geldiği dönemlerden kalan dil yâdigârlarında Türkmen ve Kıpçak Türkçesi özelliklerinin kesin olarak ayırt edilmesinde çeşitli güçlükler ortaya çıkmıştır. XIII. yüzyıldan itibaren Suriye ve Mısır'da Memlük Kıpçakçası ile yazılan bu eserlerin dili tam bir birlik göstermez. Bazı eserler için yazarları "Türkçe, halis Türkçe, Kıpçakça, Türkmence" gibi tabirler kullanmışlardır. Bunlarla ne kastedildiği, aralarındaki farklılıkların ne olduğu tam olarak açıklanamamıştır.
Kıpçak Türkçesi'nin başlıca dil özellikleri şöylece sıralanabilir: 1. Bilinen sekiz ünlünün yanında bérmek / birmek "vermek", éşitmek / işitmek, béy / biy "bey" gibi kelimelerde görülen ikili şekiller kapalı "e"nin varlığına işaret eder. 2. İç ve son sesteki "ġ / g"ler v olur: aġır > avur, baġlamak > bavlamak, tögmek > tövmek "dövmek". 3. İç ve son sesteki "d / d"ler y olur: adak > ayak, kedmek > keymek "giymek". 4. Birden çok heceli kelimelerin sonundaki "ġ / g"ler çoğunlukla düşer: bitig > biti "kitap, yazı", katıġ > katı. 5. Olumsuzluk için "ermez / ermes" yerine daha çok "degül" kullanılır. 6. İlgi hali eki daima -nıg / -nig (zamirlerde -ıg / -ig) şeklindedir.
Kıpçak dili yâdigârları bugün üç grupta incelenmektedir. a) Karadeniz'in Kuzeyinde Yazılanlar (Latin harfli metinler). Codex Cumanicus. Yerleşik bir medeniyet kuramayan bozkır Kıpçaklar'ından bugüne ulaşan yegâne eser olan Codex Cumanicus Venedik'te Saint Marcus Kütüphanesi'nde bulunmaktadır (Cod. Marc. Lat. DXLIX). Gotik harflerle yazılan eserin birinci kısmının ilk satırlarında görülen 1303 yılının istinsah tarihi olduğu, telifinin ise 1294 yılında gerçekleştirildiği tahmin edilmektedir. Kuman ve Tatar Türkçesi ile yazıldığı çeşitli yerlerinde belirtilen eser biri elli beş, diğeri yirmi yedi varaklık iki defterin tek ciltte birleştirilmesinden meydana gelmiştir. Latince, Farsça ve Kuman Türkçesi sözlükten oluşan ilk defterde Latince bir girişten sonra bazı gramer kuralları ve muhtelif konularla ilgili kelimeler Latin alfabesine göre sıralanmıştır. Ancak Latince'den daha çok İtalyanca'ya yakın olduğu için bu kısma İtalyanca Codex denir. Bu kısmın İtalyan tüccarları tarafından yazıya aktarıldığı sanılmaktadır. Kuman Türkçesi-Almanca sözlükle başlayan ikinci defter Hıristiyanlığa dair Kuman Türkçesi ile dua, ilâhi ve kırk yedi adet bilmeceyi ihtiva eder. Metinler Latin, Gotik ve bazan Yunan harfleriyle yazılmıştır. Hıristiyan ilâhilerinin Alman misyonerleri tarafından Kuman Türkçesi'ne tercüme edildiği tahmin edilmektedir. Bu bölüme de Almanca Codex denir ve muhtemelen Fransisken tarikatına bağlı Alman rahipleri tarafından yazıya aktarılmıştır. Codex Cumanicus'tan bazı parçaları 1828'de M. J. Klaproth, tamamını ise 1880'de Geza Kuun Latince tercüme ve açıklamalarla yayımlamış, daha sonra Kaare Grønbech bir cilt faksimile (1936), bir cilt sözlük (1942) olmak üzere eserin kolay yararlanılabilecek bir neşrini gerçekleştirmiştir. Eser üzerinde ayrıca Wilhelm Radloff, Willy Bang Kaup, Gyula Németh, Annemaria von Gabain ve Andreas Tietze gibi Türkologlar'ın çeşitli çalışmaları bulunmaktadır.
b) Ermeni Kıpçakçası (Ermeni harfli metinler). XI. yüzyılın ortalarında Ermeni Bagratlılar Devleti'nin yıkılması üzerine Ermeniler'in büyük bir kısmı kuzeye doğru Kıpçaklar'ın faal olduğu bölgelere gelip yerleşerek burada bir cemaat oluşturdular. XIII ve XIV. yüzyıllarda bölgede sayıları daha da artan Ermeniler, Kıpçaklar'la olan sıkı temasları ve siyasî, ticarî sebepler dolayısıyla kiliselerinde ve resmî yazışmalarında Kıpçak Türkçesi'ni kullanmaya başladılar. Ermeni Kıpçakçası'na ait dil malzemesi, 1559-1664 yıllarına ait Kamanez-Podolsk Ermeni cemaatine ait çeşitli dosya ve evraklardır. 1943 yılına kadar Ukrayna'nın Kiev şehrinde muhafaza edilen bu dil malzemesi 1944'te Almanlar'ın geri çekilmesi sırasında çıkan yangınlarda yok oldu. Bunlardan sadece 1930 yılında T. I. Hrunin'in transkripsiyonla çevirdiği metinler günümüze ulaştı. Ayrıca Viyana, Venedik, Paris, Breslau ve Krakow kütüphanelerinde Ermeni Kıpçakçası ile yazılmış yirmi sekiz adet yazma bulunmaktadır. Bu yazmalarla ilgili M. Levicki, Omeljan Pritsak, E. Tryjarski, R. Kohnowa, Jean Deny, E. V. Sevortyan ve R. Daşkaviç gibi araştırmacıların çeşitli yayınları bulunmaktadır.
c) Mısır ve Suriye'de Kıpçak Türkçesi ile Yazılan Eserler (Arap harfli metinler). Anadolu Türkçesi ve Çağatay Türkçesi'ne nisbetle daha sınırlı sayıda olsa da Memlük Kıpçak eserlerinin Türk dili tarihinde ayrı bir yeri vardır. Gazneli ve Selçuklu devletlerinde idareci sınıfın dili olarak pek rağbet görmeyen Türkçe, Memlük Devleti'nde esaslı bir önem kazandı. Arapça konuşan halkın Türkçe'yi öğrenmesini kolaylaştırmak için çeşitli Türkçe eserler yazıldı, Arapça ve Farsça'dan tercümeler yapıldı. Memlük emîr ve sultanlarının kütüphaneleri için bazı Türkçe eserler istinsah edildi. Memlük-Kıpçak eserlerinin dili asıl Memlük Kıpçakçası, asıl Oğuz Türkçesi ve Kıpçak-Oğuz karışımı bir dil olmak üzere üç grupta incelenmektedir. Bu alanda yazılmış eserler üç grup altında incelenebilir:
A) Lugat ve Gramer Kitapları. 1. Kitâbü'l-İdrâk li-lisâni'l-etrâk. Araplar'a Türkçe'yi öğretmek amacıyla Ebû Hayyân el-Endelüsî tarafından yazılan eser 1312'de Kahire'de tamamlanmıştır. İstanbul'da biri Beyazıt Devlet (Veliyyüddin Efendi, nr. 2896), diğeri İstanbul Üniversitesi (AY, nr. 3856) kütüphanelerinde olmak üzere iki yazma nüshası bulunan kitap Selânikî Mustafa Bey (İstanbul 1309) ve Ahmet Caferoğlu (İstanbul 1931) tarafından yayımlanmıştır. 2. Kitâb-ı Tercümân-ı Türkî ve Acemî ve Mugalî. Müellifi bilinmeyen eser 1343 yılında yazılmıştır. Tek yazması Hollanda'da Leiden Akademi Kütüphanesi'nde bulunan kitabı Martinus Theodorus Houtsma (Leiden 1894) ve Abjan Kurışjanov (Alma-Ata 1970) neşretmiştir. 3. Kitâbü't-Tuhfeti'z-Zekiyye fi'l-lugati't-Türkiyye. Mukaddimesinde Kıpçak Türkçesi ile yazıldığı belirtilen eserin Mısır'da 1425 yılından önce kaleme alındığı tahmin edilmekte, ancak müellifi bilinmemektedir. Tek yazması Beyazıt Devlet Kütüphanesi'ndedir (Veliyyüdin Efendi, nr. 3092). Tıpkıbasımı Tibor Halasi-Kun tarafından yapılan kitabın (Budapest 1942) neşrini Besim Atalay gerçekleştirmiştir (İstanbul 1945). 4. Kitâbü Bulgati'l-müştâk fî lugati't-Türk ve'l-Kıfçak. 1451 yılından önce yazılan eserin müellifi Ebû Muhammed Cemâleddin Abdullah et-Türkî'dir. Tek nüshası Paris Bibliothèque Nationale'de bulunan eser (Suppl. Turcs, nr. 293) Ananiasz Zajaczkowski tarafından biri isimler, diğeri fiiller olmak üzere iki cilt halinde yayımlanmıştır (Varşova 1938-1954). 5. el-Kavânînü'l-külliyye li-zabti'l-lugati't-Türkiyye. XV. yüzyılın başlarında Kahire'de yazılan ve müellifi bilinmeyen bu eserin tek yazması Süleymaniye Kütüphanesi'nde kayıtlıdır (Şehid Ali Paşa, nr. 2659). Kilisli Muallim Rifat'ın (Bilge) neşri (İstanbul 1928) esas alınarak bazı gramer özellikleri ve fihristi S. Telegdi tarafından bir makale halinde yayımlanmış ("Eine Türkische Grammatik in Arabischen Sprache aus dem XV. Jhdt.", KCs.A, I/3 [1937], s. 282-329), daha sonra Arapça kısımlarının tercümesi, örnekler ve gramer terimleri dizinleri yapılarak tıpkıbasımı ile birlikte bir yayımı daha gerçekleştirilmiştir (Recep Toparlı v.dğr., Ankara 1999). 6. eş-Şüzûrü'z-zehebiyye ve'l-kitâbü'l-Ahmediyye fi'l-lugati't-Türkiyye. Molla Sâlih tarafından 1619'da Mısır'da yazılan eseri Besim Atalay yayımlamıştır (İstanbul 1949). 7. Kitâbü'd-Dürreti'l-mudîa fi'l-lugati'l-Arabiyye ve't-Türkiyye. Yazarı bilinmeyen ve iki yazması olan eseri (Floransa Bibliotheca Medicea Laurenzia, Orient, nr. 130; TSMK, FY, nr. 296) Ananiasz Zajaczkowski 1963 yılında ilim âlemine tanıtmış ve üç makale halinde yayımlamıştır (Chapitres choisis du vocabulaire arabe-kiptchak, "ad-Durrat almudia fi'l-lugat at-Turkıya", Roznik Orientalistyczny, XXIX/1 [Warszawa 1965], s. 39-98; XXIX/2 [1965], s. 67-116; XXXII/1 [1969], s. 19-49).
B) Fıkıh Kitapları. 1. Kitâbü'l-Fıkh. Arapça bir fıkıh kitabının satır arası tercümesidir. Tek yazması Süleymaniye Kütüphanesi'nde (Ayasofya, nr. 1360) bulunan eserin mütercimi ve tercüme tarihi hakkında bilgi yoktur. Kitabın Muḳaddimetü'l-Ġaznevî fi'l-ʿibâdât adlı şerhin ikinci bir tercümesi olduğu anlaşılmaktadır (Demirci, X/1 [1992], s. 133). 2. Kitâb fi'l-Fıkh bi-lisâni't-Türkî. Müellifi bilinmeyen bu eserin 1421 yılından önce yazıldığı anlaşılmaktadır. Tek nüshası Millet Kütüphanesi'nde kayıtlıdır (Feyzullah Efendi, nr. 1046). 3. Kitâbü Mukaddimeti Ebi'l-Leys es-Semerkandî. Kansu Gavri (1501-1516) adına Arapça'dan yapılan bir satır arası tercüme olup tek yazması Süleymaniye Kütüphanesi'ndedir (Ayasofya, nr. 1451). 4. İrşâdü'l-mülûk ve's-selâtîn. Yine Arapça'dan yapılan satır arası tercümelerden olan eserin mütercimi bilinmemektedir. 1387'de İskenderiye'de tamamlanan kitabın tek yazması Süleymaniye Kütüphanesi'nde kayıtlıdır (Ayasofya, nr. 1016). 5. Şerhu'l-Menâr. Mukbil b. Abdullah tarafından Arapça'dan Türkçe'ye çevrilip şerhedilen eser 1402'de Mısır'da yazılmıştır. Kitabın Bursa Eski Yazma ve Basma Eserler (Orhan Gazi-Haraççıoğlu, nr. 697), Süleymaniye (Lâleli, nr. 757, 792; Kılıç Ali Paşa, nr. 314) ve Nuruosmaniye (nr. 1367) kütüphanelerinde çeşitli nüshaları bulunmaktadır. 6. Mukaddimetü'l-Gaznevî fi'l-ibâdât (ez-Ziyâü'l-ma'nevî) Tercümesi. İbnü'z-Ziyâ el-Mekkî'nin (ö. 854/1450) eż-Żiyâʿü'l-maʿnevî ʿale'l-Muḳaddimeti'l-Ġaznevî adıyla kaleme aldığı şerhin tercümesidir. Eserin tek yazması Süleymaniye Kütüphanesi'nde kayıtlı olup (Reîsülküttâb Mustafa Efendi, nr. 398) tercüme edenin adı ve tarihiyle ilgili bir bilgi bulunmamaktadır. Ayrıca Konya Yûsuf Ağa Kütüphanesi'nde (nr. 5409) Kıpçak Türkçesi ile yazılmış baş kısmı eksik bir fıkıh kitabı mevcuttur.
Bunların dışında Memlük-Kıpçak Türkçesi ile yazılmış Kitâb fî Riyâzâti'l-hayl, Münyetü'l-guzât, Baytaratü'l-vâzıh ve Kitâb fî ilmi'n-nüşşâb gibi eserler de bulunmaktadır. Bu sahada kaleme alınan edebî eserlerden biri Kutb'un 1341-1342 yıllarında Türkçe'ye çevirdiği Hüsrev ü Şîrin, diğeri ise Seyf-i Sarâyî'nin 1391'de Mısır'da tercüme ettiği Kitâb Gülistân bi't-Türkî adlı Gülistân tercümeleridir (bk. GÜLİSTÂN). Hüsrev ü Şîrin hem Hârizm-Altın Orda hem de Kıpçak Türkçesi dil özellikleri gösterirken Gülistan tercümesi yalnızca Kıpçak Türkçesi özellikleri taşımaktadır.
Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
KIPÇAKLAR TÜRK MÜ?