FETÖ
FETÖ gibi gizlilik ve takiye esasına dayalı bir örgütün tarihçesinin tüm yönleriyle ve sağlıklı bir şekilde ortaya konabilmesi güçtür. Bu sebeple öncelikle söz konusu örgüt hakkında kapsayıcı ve tutarlı bilgiler serdetmek bakımından bu bölümün kronolojik kısımlarına geçilmeden önce örgütün niteliği, yapısı, zihniyeti, vb. hakkında genel bilgi, açıklama ve değerlendirmelere yer verilmesi uygun görülmüştür.
Fetullah Gülen liderliğindeki yapılanma, 2013 yılı sonlarına kadar başta “Cemaat” ve “Gülen Cemaati” olmak üzere, “Fethullah Gülen Cemaati”, “Fethullahçı Yapılanma”, “Fethullah Gülen Örgütü”, “Camia”, “Hizmet Hareketi”, “Gönüllüler Hareketi” vb. ifadelerle anılmıştır. 2013 yılında hükümete karşı tertip edilen 17-25 Aralık yargısal darbe girişiminin ardından ise yapılanmanın özüne, maksadına, karakteristiğine ve eylemlerine daha uygun analitik ve teknik tanım ve ifadeler kullanıma sokulmuş ve “Paralel Devlet Yapılanması (PDY)” ve “Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ)” olarak anılmaya başlanmıştır.
Örgütün kuruluşundan itibaren, örgüt mensupları bu yapılanma hakkında her mecrada, her fırsatta ve ısrarla “Camia”, “Hizmet Hareketi”, “Gönüllüler Hareketi” vb. ifadeler kullanmayı tercih etmiş ve içinde “örgüt” ya da “yapılanma” gibi kelimelerin yer aldığı ifadeleri kullanmadıkları gibi bu tür kullanım ve söylemleri sürekli eleştirerek reddetmişlerdir. Bu, örgütün takiye stratejisi ve karakterini ele veren sayısız işaretten biridir. Zira “cemaat” kelimesi anlam ve kullanım açısından geleneksel bir dinî algı yaratmaktadır. Başından beri “radikal” görünmekten ve hatta klasik bir dinî hareket olarak algılanmaktan kaçınarak “farklı, zararsız ve ılımlı” bir görüntü sergilemek isteyen örgüt için “cemaat” gibi kelimeler bile “tedbiren sakıncalı” muamelesi görmüştür. Örgüt hiçbir zaman tamamen dinî bir hareket olarak algılanmak istememiş ve bu uğurda, cemaat kelimesinin bile kullanımından - tavandan tabana kadar - özenle ve ısrarla kaçınmıştır. Son tahlilde, örgütün kendini isimlendirme tercihlerindeki bu bilinçli ve kolektif tutum dahi bu yapılanmanın sosyolojik süreçlerin doğal akışıyla ortaya çıkan ve gelişen bir sivil toplum hareketi değil, başından beri gizli hedefler için organize ve devamında ise terörize olan bir örgüt olduğunu göstermektedir.
Örgütün kurucusu ve lideri olan Fetullah Gülen 27 Nisan 1941 tarihinde Erzurum’un Pasinler ilçesinin Korucuk köyünde doğmuştur. Gülen'in babası Ramiz Gülen cami imamı, annesi Refia Gülen ev hanımıdır. Fetullah Gülen, altısı erkek, ikisi kız, sekiz kardeşin ikincisidir.
Örgüt hakkında dikkat çeken hususlar en başta, Gülen’in isminden başlamaktadır: Gülen’in nüfus kayıtlarındaki ismi “Fethullah” değil “Fetullah” olarak geçmektedir. İki kelime arasındaki “h” farkı, ince ve önemli bir nüans oluşturmaktadır: “Fethullah” tercihi sayesinde Gülen, her mecrada ismi “Feth” yani “Fetih” içeren bir dini lider olarak anılmakta ve telaffuz edilmektedir; “Fethullah”, “Allah’ın fethi” demektir. Bu kullanımla daha en başından, örgüt liderinin isminden başlayarak, daha sonra büyüyecek ve önce Türkiye’ye ardından da tüm dünyaya yayılacak bir “Fetih” hareketi için bu isim üzerinden bir manevi ve kutsal işaret, sırlı bir keramet ve kudsiyet algısı yaratılarak “dinî fenomen” hâline gelmenin hedeflendiği anlaşılmaktadır.
Gülen’in nüfus kayıt bilgileri hakkında başka hususlar da dikkat çekmetedir. Fetullah Gülen'in doğum yılı 1942 iken nüfus kayıtlarında 1941 olarak düzeltilmiştir. Vaiz sıfatıyla memur olmaya yaşı yetmediği için doğum tarihini 1 yıl geriye çektirerek yaşını büyütmüştür.
Fetullah Gülen’in 1945 yılında Kur'an-ı Kerim okumayı öğrenmeye başladığı ve kısa zamanda Kur'an-ı Kerim’i hatmettiği de rivayet edilmektedir (“Kısa zamanda Kur'an-ı Kerim’i hatmetmek, küçük yaşta hafızlık yapmak vb.” gibi dinî olağanüstülük, “mistik harikuladelik” çağrıştıran bu gibi rivayetlerin, örgütte yüceltme ve efsaneleştirme yoluyla “Seçilmiş Kişi, Mehdi” ve “lider kültü” algısını inşa sürecinin temelinde yer aldığı gözden kaçmamalıdır.
Fetullah Gülen’in babasının sert ve otoriter biri olduğu, bunun yol açtığı ataerkil aile ortamının Gülen’in yetişmesinde ve kişiliğinin şekillenmesinde etkili olduğu da söylenmelidir. Nitekim uzun yıllar bu yapılanma içerisinde yer alan Latif Erdoğan ve Hüseyin Gülerce medyaya da yansıyan kimi ifadelerinde Fetullah Gülen’in öteden beri yakın çevresindekilere şiddet uyguladığını ifade etmişlerdir. Fetullah Gülen üst üste sınıfta kalarak ilköğreniminin ikinci yılında okuldan ayrılmış ve yaşı geçtikten sonra ilkokulu dışarıdan girdiği imtihanlarla tamamlayıp ilkokul diplomasını almıştır. Babası ile birlikte Pasinler ilçesine bağlı Alvar Köyü’ne giden Gülen bir süre Alvarlı Efe Hoca'nın dinî sohbetlerinde bulunmuş, fakat alıngan ve agresif tavırları sebebiyle bu sohbetlerde uzun süre devamlılık gösterememiş, buna rağmen ezberinin ve hitabetinin kuvvetli olmasından dolayı vaiz olmuştur. İlk vaazlarını Alvarlı Köyü'nde vermiş ve sonrasında Erzurum'a giderek Sıtkı Efendi isimli bir hocadan dersler almıştır. Muratpaşa Medresesi'nde kurs görmüş, camilerde hocalardan ders almıştır. Gülen 17 yaşındayken, Mehmet Kırkıncı Hoca’nın davetiyle Erzurum'a gelen Said Nursi'nin talebeleri ile tanışmış ve Risale-i Nur derslerine katılmaya başlamıştır. Gülen’in tartışmalı “Nurculuğu” böylelikle başlamıştır.
Fetullah Gülen, gerek takipçilerinde gerekse kamuoyundaki yaygın düşüncenin aksine, Nurculuk Hareketinin kurucusu olan Said Nursi ile tanışmamış ve hiç görüşmemiştir. Bu durum örgütün “dışa başka, içe başka”, ikiyüzlü, istismarcı ve pragmatist tavrının ilk örneklerinden biridir. Zira Fetullah Gülen takipçileri tarafından -tevazu ve mahviyet nazarıyla değerlendirilerek- “ihlaslı bir ‘Nur Talebesi’” olarak görüldüğü gibi, Said Nursi’nin müellifi olduğu Risale-i Nur Külliyatında “İman ve Kur’an hizmetinde kendisinden sonra gelecek kişi” olarak işaret edilen, dolayısıyla bu anlamda Said Nursi’nin (ve doğal olarak da Nurculuğun) “varisi” olarak da görülmüş ve zamanla bu anlayış Gülen’in mehdiyetine dair kati bir inanca dönüşmüştür.
İlerleyen bölümlerde de açıklanacağı üzere, Fetullah Gülen Said Nursi’nin Nurculuğunu farklı bir yaklaşımla yeniden üretmiş; “Üstadın müjdelediği kişi” rolüne bürünmüş, bu durumun sonucu olarak, aslen Fetullahçı olan bu yapılanma pek çoklarınca Nurculuk ile karıştırılmış, Nurculuk çoğu kez Fetullahçılık ile bir tutulmuş ve son tahlilde Gülen ve örgütü her vesileyle bu “karıştırmanın” semerelerinden yararlanırken esasen Nurcu olan diğer gruplara ise bu karışıklığın olumsuz sonuçlarına katlanmak düşmüştür.
Fetullah Gülen tarafından örgütün kuruluşu ve çekirdek kadrosunun oluşturulması, 1966 yılında İzmir Kestanepazarı’ndaki İmam-Hatip Derneği ve İlahiyat Öğrenci Yetiştirme Derneğine ait olan Kur’an Kursu’nda öğreticilik ve yine aynı derneğe ait olan öğrenci yurdunda müdürlük yaptığı dönemde olmuştur. Oluşumundan kısa bir süre sonra “cemaatten örgüte” ve zamanla güç zehirlenmesi yaşayarak “terör örgütüne” evrilen Gülen Cemaatinin örgüt olarak gelişimi üç ana aşamada değerlendirilebilir: İlk aşama, yeraltı faaliyeti denilebilecek düzeyde büyük bir gizlilikle işleyen ve 12 Eylül 1980 askeri darbesine kadar süren “kuruluş, temellenme ve kadrolaşmaya başlama” aşaması; ikinci aşama örgütün devlet kadrolarının “kılcal damarlarına kadar”sızarak devleti ele geçirme planını uygulayabilmek için kullandığı takiye taktiğine dayalı ikiyüzlü örgüt mekanizmasının hızla işlediği, gizlilik ve “tedbir” ile “güçlenerek yayılma ve yayılarak güçlenme” stratejisinin uygulandığı ve 28 Şubat 1997 post-modern darbe sürecine kadar devam eden “hem toplumda hem devlette yayılma ve her alanda iktidarı ele geçirme” aşaması; üçüncü aşama ise nihai hedef olan “altın vuruş-kıyam-huruç” için “kadrolaşmanın tamamlanması ve asıl niyet için harekete geçilmesi” aşaması olup 15 Temmuz 2016 darbe girişimine kadar sürmüştür.
İlk aşamada “Işık Evleri” denilen öğrenci evleri açılmıştır. Gerek
cemaatin taban kadrolar gerekse de kamu kurumlarına yerleştirilecek
olan kadrolar buralardan yetiştirilecektir. Işık evlerine ekonomik
kaynak sağlamak için bilindik yöntemler kullanılmış, zengin
hayırseverlerden ya da zengin olmamakla birlikte hayır hasenata
düşkün kişilerden temin edilen yardımlarla bu evler idame edildiği
gibi hızla yenileri açılmıştır.
12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonraki ikinci aşama, örgüt için okullaşma ve kurumsallaşmanın başladığı ve büyük bir hızla yayıldığı aşamadır. ANAP iktidarı ile liberal politikaların uygulanması, teknolojik yeniliklerin ülkeye girişi ve revaç bulması karşısında Fetullah Gülen boş durmamış, kendisini “liberalizme uygun, modern ve farklı hoca” profili ile “Ilımlı İslam’ın Gülen yüzü” olarak konumlandırma yoluna gitmiştir. "Hoşgörülü, barışçıl ve devletçi" bir tutum izleyerek, “okullaşma” ve “kamu kurumlarındaki kadrolaşma hareketini” tamamlamıştır.
Bu dönemin 1990’lı yıllardaki ikinci yarısı cemaatin hedef büyüterek yurt dışına açıldığı dönem olmuştur. Eğitim faaliyetlerindeki hızlı başarı ve yayılmanın verdiği güç ve rüzgâr, yapılanmanın sadece devletin değil toplumun da kılcallarına sızması konusunda cesaret vermiş, diyalog çalışmaları bu aşamada başlamıştır. Kamu kurumlarına yerleşmeler geometrik bir hızla artarak kitlesel boyutta kadrolaşmaya dönüşmeye başlamıştır. Okullaşma ve kurumsallaşma ile birlikte ekonomik kaynak sağlama yöntemleri bakımından şirketleşme ve holdingleşmeye gidilmiştir. Bank Asya’nın kuruluşu buna en bariz örnek olup, eğitim alanının yanında sağlık, bilişim, finans, taşımacılık, basın yayın gibi alanlarda da faaliyetlere başlanılmıştır.
Üçüncü aşama 28 Şubat 1997 postmodern darbe vakasından sonra
başlamaktadır. Bu aşamada Fetullah Gülen 1999 yılında sağlık
sorunlarını bahane ederek yurt dışına kaçmış ve ABD’ye yerleşmiş;
cemaatin söylemini değiştirerek daha çok evrensel ve küresel
ifadeler kullanmaya başlamış; “dinler arası diyalog”, “evrensel
insan hakları” gibi küreselleşme konseptine uygun yeni bir söylem
geliştirmiştir. “Ilımlı İslam” söylemi artık daha belirgin olduğu
gibi daha küreseldir: Bu söylem, sadece Türkiye’ye değil tüm
dünyaya karşı vurgulanmakta ve yeni küresel “İslami terörizmin”
panzehri olarak sunulmaktadır. Fetullahçı Terör Örgütü, küresel güç
odaklarının menfaatleri doğrultusunda Ilımlı İslam şeklinde formüle
edilen siyasi projenin bir aracı olarak kullanılmıştır.
Gerek takipçilerine gerekse de dindar insanlara İslami düşünceyi yayma ve İslam’a hizmet etme niyet ve gayretinde olduğu izlenimi vermeye çalışan Fetullah Gülen, -12 Eylül ve 28 Şubat dönemleri de dâhil olmak üzere- her dönemde içinde bulunduğu sosyo-politik koşullara çok iyi uyum sağlamış, iktidar dengelerini gözetip siyasi konjonktür ve gidişatı iyi okumuş, siyasi partilerden uzak kalır gibi görünmeye, ancak esasen bu uzaklık görüntüsü nispetinde yakın olmaya özen göstermiş, kendi ifadesiyle her zaman “tekme mesafesinde” durmuş, kendisini dönemin güçlü siyasi partisi hangisiyse ona destek veriyormuş gibi göstererek cemaatine alttan alta “kazandıran” bir güç odağı olduğu fikrini telkin etmiştir; sonuç olarak, siyasetten azade bir sahte tavırla siyasetin merkezinde olmayı başarmış ve bunun her türlü nimet ve getirilerinden sonuna kadar istifade etmiştir.
Toplumun önemli bir kesimi Gülen Örgütünün yoksul öğrencilere
yardım eden ve hayır işleriyle iştigal eden bir dini cemaat olduğu
düşüncesiyle, dini, milli ve manevi hassasiyetlerle yapılanmanın
sosyal alanda gelişerek kurumsallaşmasına destek olmuş ve imkân
sağlamıştır. Bu, devletin örgüte bakışı ve desteği için de
geçerlidir. Örgütün yıllarca ve devasa boyutlara varacak şekilde
ekonomik kaynak toplaması, kendisine eleman devşirmesi ve devlet
kurumlarında örgütlenmesi genelde bu tür iyi niyetli yaklaşım ve
hassasiyetlerin sonucudur. Kısacası, toplumun gerek milli gerekse
de dini ve manevi duyguları ve hassasiyetleri bu örgüt tarafından
kullanılarak istismar edilmiş, taviz ve imtiyazlara dönüştürülmüş
ve tüm bunlar Fetullah Gülen’i ve takipçilerini gerek maddi gerekse
de psikolojik ve sosyolojik olarak özel bir konuma, fakat aynı
zamanda bir o kadar patolojik, kibirli ve sorunlu bir konuma
getirmiştir: Örgüt kendisini “Hizmet” için “Seçilmiş” kişiler
topluluğu ve Gülen’i de “Kurtarıcı Mehdi” olarak
konumlandırmıştır.