Hülya Koçyiğit
Çocukluğu
Hülya, 12 Aralık 1947’de, İstanbul Yenikapı’daki evlerinde, Melek
Hanım ve Sedat Bey’in ilk çocukları olarak dünyaya geldi. Sedat Bey
22 yaşındayken, annesi henüz 16’sındaydı. Daha sonra da Feryal ve
Nilüfer gelecek, gencecik bu çift, kurdukları küçük aileyle
büyüyecekti.
Hülya 1 yaşını doldurmuştu ki, 1948’de, Bağlarbaşı’na taşındılar. Tıngır mıngır Hülya 5 yaşını bulmuştu ki, bir anda okula gitme sevdalısı oldu. Bu istek dilinden düşmeyince ailesi okula gidip bir danıştılar. Ancak okula gitme yaşı 6 idi. Okul Müdürü, dilerlerse mahkemede yaşını büyütebilecekleri önerisinde bulunmuştu. Koçyiğit Ailesi, Kadıköy Belediyesi’nin yolunu tuttu. Hakim, yaş büyütülmesine gerek olmadan okula gidebileceği onayını verdi ve Hülya, okullu oldu. Daha mini mini birler başlamıştı ki, sınıfta hep dans eden, şarkı söyleyen şen şakrak bir kız çocuğu vardı. Evet, bu kız çocuğu Hülya’nın ta kendisiydi. Sevgi içerisinde büyüdüğü mutlu ailesi, okuluna da yansıyordu. Bu şarkılar, danslar ilkokul öğretmeninin dikkatinden kaçmamıştı.
Müzik Öğretmeninin annesini yönlendirmeye başlamasıyla, Hülya kendini özel bir ilgi ve beklentinin içinde bulmuştu. Sanatın üstüne başına bulaşmış güzelliğinden, bir gün çok güzel işler yapacağından habersiz, sevgi dolusu gülücükler paylaşıyordu etrafıyla…
Sirk sahnesinde bir küçük kız
Hülya’daki yeteneğin fark edilişi, ona gösterilen yoğun ilgi derken
her şey hızla gelişmeye başlamıştı. Bu küçük kız çocuğu için bir
müzik duyduğunda dans etmek, artık sıradan bir eylemdi. İşte her
şeyin hızlandığı bu dönemde, Medrano Sirki, Beşiktaş’a geldi.
Birinci sınıfın sonlarıydı. Tüm sınıf bu sirke gittiler. Seyir
sırasında olan oldu ve Hülya kendini bir anda sahnede buldu. Çoktan
müziğin ritmine kaptırmış, dansına başlamıştı. Büyülü bir rüyanın
enfes parçasıydı sanki. Öylesine ilgi görmüştü ki, alkışlar en çok
onun içindi.
Eğitim hayatı
Müziğe piyano eğitimi ile başlamıştı. Ardından bu süreç Ankara
Devlet Konservatuarı’nda devam edecekti. Yakın bir arkadaşı,
gazetede, Ankara Devlet Konservatuarı’nın Bale Bölümü’ne öğrenci
alacağını ve sınavların açıldığı haberini görür görmez, hemen
annesi Melek Hanım’a haber vermiş; o da Hülya’yı kaptığı gibi
soluğu sınavın yapılacağı Galatasaray Lisesi’nde almıştı.
Yaklaşık 310 öğrencinin katıldığı sınavdan, 9 kişi seçildi ve bu 9 kişi arasında elbette Hülya da vardı. Şimdi Ankara yoları görünmüştü işte; küçük Hülya, yatılı okuyacaktı. Babası ne kadar karşı çıksa da, annesi kızının en büyük destekçisi oldu. Genel olarak küçüklerin ortalama 11-12, büyüklerin 18-19 yaşlarında olduğu bale bölümünde, Hülya 7 yaşında küçücük bir kız olarak dimdik duruyordu.
Annesi, Ankara’da sadece bir hafta otelde kalmış, sonra da İstanbul’a dönmüştü. Hülya burada bir yandan bale eğitimi alıyor, bir yandan da ilkokula gidiyordu. Ancak üçüncü ders yılı başladığında Hülya orada olamadı. Babasının sabrı bu kadar dayanmış olacaktı ki, o yaz tatili dönüşü, kızının Ankara’ya gitmesine karşı çıktı ve kaydını İstanbul’da, Atatürk Kız Lisesi’ne aldırdı.
Daha sonra da iki kız kardeşiyle beraber İstanbul Şehir Tiyatrosu’na girdi. Okul, tiyatro, bale hepsi bir aradaydı. Hatta Bebek’te, öğretmeninden de piyano dersi alıyordu. Sanatla kuşatılmış hayatında kalacak son boşluğu da Müzik Öğretmeni, nota dersleriyle doldurmuştu…
Muhsin Ertuğrul keşfetti
Okulunda da sürekli gösteriler düzenleniyor, haliyle Hülya’nın da
mutlaka bir rolü oluyordu. Özellikle İngilizceyi düzgün bir aksanla
konuşuyor olması, büyük ilgi görmüştü.
Bu kadar çalışma ve başarı elbet duyulacaktı. Sonunda Hülya’nın namı, yönetmen Muhsin Ertuğrul’un kulağına kadar çalındı. Muhsin Ertuğrul, herkesin hocası olarak anılıyordu. Annesi, bu kez de Hülya’yı alıp Ertuğrul’un yanına gitti. Ertuğrul’un bir arkadaşı, annesi Melek Hanım’ı tanışığı çıkmıştı ve bu tesadüf daha yumuşak bir ortam oluşturdu.
Ertuğrul, Hülya’nın daha iyi bir eğitim alması gerektiğini düşünüyordu ve bunun için de mutlaka Ankara Devlet Konservatuarı’na gitmeliydi. Hülya’nın hayatında bir kez daha Ankara sözcüğü geçmiş, midesindeki kelebekler boğazına doğru yükselmişti. Yarım kalanı tamamlamaya, Ankara’ya gitti.
Ankara Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü’nde lise eğitimi almaya başladı. Sınıf arkadaşlarından biri de Salih Güney’di.
Şöhrete adım adım
Hülya, Ankara’ya gitmişti ve kız kardeşleri de İstanbul Şehir
Tiyatroları’nda oynuyordu. Yönetmen Nuri Akıncı, “Bir Yetimenin
Hasreti” filmi için çalışmalarını yürütüyordu ve kız kardeşi
Nilüfer’i çok beğenmişti. Genç kıza bir teklif götürdü. Annesi
teklifi kabul etti ve kardeşi, Hülya’dan önce, başrollerinde Kenan
Pars v Gülistan Güzey’in yer aldığı filmde yer aldı.
Çekimlere, kardeşini ziyarete Hülya da gitmişti. Burada Gülistan Güzey ile samimi bir tanışıklıkları oldu. Nilüfer’e ikinci filmi “Çocuk Hırsızları” için teklif götüren yönetmen de Metin Erksan oldu. Çekimler yaz tatiline denk gelmişti. Hülya da seti daha rahat ziyaret edebilmişti. Bir gün Şehir Tiyatroları’nda yönetmen ve seslendirme sanatçısı olan Abdurrahman Palay’ın, Muhterem Nur ile çektiği bir filmin setine konuk oldu. Muhterem Nur ile tanışmışlardı.
Bu sırada Metin Erksan da bir sonraki yaz tatilinde iddialı bir film olacağı söylenen “Susuz Yaz” için bir kadın oyuncu arayışındaydı. Annesi Melek Hanım, “Hülya’yı düşünür müsünüz?” diye sordu. Erksan, Hülya’yı yanına çağırdı, şöyle bir baktı ve birkaç fotoğrafının çekilmesi için onu stüdyoya yolladı. Başına eşarp bağlanıp kaşları kalınlaştırılan Hülya’nın pozları çekildi.
Bir yönetmen onun hakkında düşünüyorken, tanıdıkları Hülya’dan, Memduh Ün’e de bahsetmişti. Göksel Arsoy’un başrolde oynayacağı bir film için kadın oyuncuya ihtiyaç vardı. Adaylardan biri de Filiz Akın’dı. Memduh Ün, okuluna Hülya’yı görmeye gittiğinde, hayal kırıklığını “Çok küçükmüşsün” diyerek dile getirdi.
Metin Erksan da onu küçük bulmuştu. Ancak Ses Dergisi’nin düzenlediği artist yarışmasına, adı duyulsun diye Hülya’yı da yazdırdı. Yarışmanın birinciye ödülü, altı filmde başrol oynayacağına dair bir sözleşmeydi. Hülya, babası ile birlikte gittiği ilk elemeyi geçmişti. Şimdi daha çok heyecanlanabilirdi işte. Yetenek sınavını da içeren ikinci aşama, Şile’deydi. Yanında bu kez annesi vardı. Elemeler başladığında, mayoların giyilmesi gerektiği söylendi. Ancak Hülya bu kısmı atlamış olacak ki, yanında mayosu yoktu. Etrafta kiralık mayo bulabilecekleri bir yer ararken yarışmacılardan biri, “Benim yanımda mayo var. Ben zaten bikini giyeceğim, mayomu giyebilirsin” dedi. Bu sesin sahibi Ajda Pekkan’dı. Elemelerden birinci olarak ayrılan isim de Ajda oldu. Erkeklerin birincisi de Ediz Hun’du. Hülya da ikinci oldu. Neyse ki yönetmenle anlaşma imzaladığı için bir filmde oynayabilecekti.
Yeni bir yıldız doğuyor
Yarışmanın ardında “Susuz Yaz”ın çekimleri için Bademler Köyü’ne
gittiler. Hülya ilk kez bir köye gidiyordu. Burada başında eşarbı,
üzerinde köye özgü kıyafetlerle Hülya rolüne çalışıyor, bir yandan
da köy ortamına alışmaya çalışıyordu. Metin Erksan da her gün mekan
keşfindeydi. Tiyatro eğitimi ile Hülya işini fazlasıyla ciddiye
almıştı. Konuşmasına varıncaya kadar o tam bir köylü olmuştu. Ancak
bu kadarı yönetmenin pek umurunda değildi. Zaten film dublaja
girecekti. İki ay sonunda köy çekimlerini tamamladılar. Son
sahneler artık İstanbul’da çekilecekti.
Film bir yana, Hülya bir yandan da okula hazırlanmalıydı. Ancak başka şirketlerle anlaşma imzalar da olmuştu. Giderek bir tercih yapmakla karşı karşıya kalacak gibiydi. Aslında Hülya okulu bırakmak istemiyordu. Ama nihayet o yol ayrımına gelindi ve Hülya, Yeşilçam’ı seçti.
Özellikle “Susuz Yaz”dan sonra verdiği kararın ne kadar doğru olduğunu anlayacaktı. Basının ilgisi çok büyüktü. Film döneminin en büyük filmlerinden biriydi. Yurt dışı festivallerine gönderilmeye başlanmıştı. Ve Hülya için “Yeni bir yıldız doğuyor” manşetleri atılıyordu.