Düşünceye karşı çıkabiliriz. Katılmayabiliriz. İtirazlarımız şiddetli olabilir ama iş “konuşmalı mı, konuşmamalı mı”, “yazmalı mı, yazmamalı mı” boyutuna gelince biraz durmak ve düşünmek lazımdır…
“Bir gün birileri çıkıp aynı soruları bizim için sorarsa, bir gün bizler de düşünce görüşlerimizi aşikar etmekten mahrum kalırsak ne olur?” demek yararlı olur…
Televizyonların kadrolu tartışmacılarına bakıyorum, bazen yenilir yutulur şeyler söylemiyorlar, insana saç baş yolduruyorlar. Çileden çıkarıyorlar. Bu kadarı da olur mu, dedirtiyorlar. Daha ötesi, “Bunlar kimin adına konuşuyor, ne yapmak istiyor, dertleri ne, bizimle alıp veremedikleri nedir?” sorularını sordurtuyorlar…
Ama “Bunlar konuşmamalı veya bunlar konuşulmamalı” gibi yorumlar, düşünceler bir süre sonra sonu nereye çıkacağı belli olmayan bir yere doğru götürür bizi…
Konuşsunlar. İçlerindekini dışarıya vursunlar. Konuştukça zaten ölçüyü, endazeyi kaçırıyor ve kendilerini dinleyecek insanları da uzaklaştırıyorlar…
Her ekrana çıkana sempati mi var ki, her tweet atanın görüşleri hemencecik taraftar kalabalıklarınca benimseniyor mu ki bu kadar tepki gösteriyoruz…
Bunların geçmişte Atatürk heykellerine saldıran Kemal Pilavoğlu’nun Ticanilerinden hiçbir farkı yoktur…
Su akar yatağını bulur…
Devlet karşıtı söylem dönem dönem moda olur. Devlete yönelik uçsuz bucaksız, hadsiz hesapsız laf söyleme merakında olanlar her ülkede vardır, devletini suçlamaya bayılan ve böyle yaptıkça kendisini özgürlük savunucusu gibi bir yere konumlandırmak isteyenler her yerde çıkar… Bunların sırtlarını sıvazlayanlar, arkalayanlar, iyi yaptın, güzel söyledin diyenler de olur…
Bunlar her yerde marjinaldir. Fakat umumiyetle bunlar ilkelidirler, devletle hiçbir işlerinin olmaması için azami dikkati gösterirler, özellikle hayatlarını kazanma yollarının devletlerle, hükümetlerle ilişkili olmaması için kılı kırk yararlar…
Üstelik devlete yönelik bu denli keskin çıkışlar yapanlar ana akım medyayı da tercih etmezler seslerini duyurmak için. Ana akım medya da bunlara itibar etmez, yer vermez. Ana akım medyanın devlet eleştirisi yapan elemanları varsa bile bunlar daha aklı başında cümleler kullanmaya dikkat ederler ve ölçüyü kaçıracak militan bir dili, terörize edecek bir üslubu hoş görmezler…
“Burada kabahat kimde?” derseniz, elbette konuştuğu yeri tayin edemeyen, beslendiği yer itibariyle devlet ve hükümetle göbekten bağlı olan birini çok aşırı ciddiye alan bizlerdedir…
Maalesef televizyonlarda çok seçeneğimiz var gibi görünse de, kanalların kadrolu tartışmacılarından kurtuluşumuz yok. Aslında “Televizyon kumandalarımızı kullanalım, bu isimlere, saçma görüşlerine takılmayalım” diyeceğim ama hangi kanalı çevirsek benzer isimler, sesler ve sözlerle karşılaştığımız için çok seslilik vb. ifadeleri de kullanmak mümkün değil… Yine de, benim önerim açık, en büyük cezayı izleyici, okuyucu verir bunlara… Yüzlerine bakan olmazsa, itibar eden çıkmaz ise bunlar da ölçüsüz endazesiz konuşacakları, yazacakları çarşı pazar bulamazlar.
Aşırı infial ne yazık ki, saçmalıkları bile “düşünce suçu” haline getiriyor. Doğrudan doğruya akıl ve mantıkla temas etmeksizin ağızdan çıkan sözlerin başına da “suç” ile birlikte anılsa bile “düşünce” geliyor…
Kendilerine “Barış Akademisyeni” diyenlerin yazdığı terör örgütü ile aynı yerde buluştuklarını düşündüğümüz bildiriye bile Anayasa Mahkemesi’nin “ifade özgürlüğünün sınırları içinde kalıyor” dediği bir iklimde olduğumuz da gözden kaçırılmamalıdır.
Düşünce ve ifade özgürlüğünü, düşünmeden konuşanlara, kötü ifadelere, militan zihniyetlere, terörize etmek isteyenlere, provokatörlere rağmen korumak zorundayız.
Bu ülke, bu topraklar, bu devlet her zaman hür düşüncenin sarsılmaz kalesi olarak büyümüştür. Tarihimizde en ihtişamlı dönemlerimize bakalım hep aklın, bilimin, düşüncenin, sözün yüksek olduğu dönemleri görürüz.
Sözü ayağa düşürenler, düşüncesi kıymetsizler bizim de hayat standartlarımızı düşürmesin…