Köprü Olmak...

Şenol Göka SuperHaber'e yazdı...

Prof. Dr. Erol Göka’nın Türklerin Psikolojisi başlıklı çalışmasında atıfta bulunduğu Türklerin uygarlık tarihindeki yeri konusunu düşünürken, ister istemez bir medya karşılaştırması yapmayı gerekli hissediyor insan. Nasıl bir ilişki kurarak gereklilik hissedildiğini kısaca anlatmaya çalışalım

“Türkler uygarlık tarihinde ağırlıklı olarak köprü rolünü üstlendi. Bu rolü üstlenebilecek özelliklere sahip bir topluluk, yani Türkler olmasaydı uygarlık tarihi olmazdı.” Böylesine iddialıdır Türklerin uygarlık tarihindeki yeri. Arının tabiatta oynadığı rol gibi… Hatırlarsanız bir dönem arılar toplu halde yok olmaya başladığında bilim adamları yeryüzünde hayatın duracağı tartışmalarını da başlatmışlardı.

Köprü olmak, taşımak, ulaştırmak, değiştirmek ve tabii ki değişmektir.

Tarih boyunca Türkler hep bu ifadelerle anılmışlar, asla asimile olmamışlar, ama daima uyum sağlamışlardır. Düştüklerinde kendilerine aslını hatırlatan yerden iki avuç toprak alarak azimle kalkmayı bilmişler ve her şeye rağmen yollarına devam etmişler. Bilinen; bin yılda Anadolu’ya, bin yılda da Anadolu’dan öteye yüzyıllardır devam eden, kökü belli, özü belli bir yolun, bir ulu çınarın dalları gibi sabırlı, dayanıklı, azimli yolcularıdır Türkler… Birçok insan topluluğu için yıllarca süren travmalara yol açabilecek olaylar, Türkler için sıradan kabul edilebilecek, sabrederek geçiştirilebilecek şeylerdir.

Köprü olmak, sürekli hareket halinde olmak, geldiği yerle gideceği yer arasında bağ kurarak zorlukları aşmaktır. Hareket halinde olmak, ya anlaşmalarla ya kaynaşmalarla ya da çarpışmalarla devam etmeyi gerektirir. Bir merkezden dışa doğru gidip, oralarda bulunan zenginlikleri merkeze getirmek değildir bu. Fethederek vatan yaptıkları topraklarda gözcüleri, şehitleri, cenazeleri, kabirleri, bakıcıları bırakarak gidilen topyekün bir hareket, bir yolculuktur. Vardıkları, yurt edinip yaşadıkları her yer Kızıl Elmadır.

Konup göçmenin, fani olana baki olanla değer biçmenin en geniş ifadesini yol boyunca çeşitlenip zenginleşen bu hareketlilikte bulmak mümkündür. Geçtikleri yerlerde varlıklarına göz dikene karşı ihtişam, kendilerine gönül verene tevazu, tanımak isteyene heyecan, zorluk çıkarana sabır, velhasılı her türlü zıtlık Türklerin bu hareketinin gerekliliği içindedir. Bu yüzden biraz abartılıdır Türkler. Ortaları pek yoktur. Ya en dipte ya en tepede hissederler ve yaşarlar başlarına gelen ve gelebilecek olan her şeyi. Onun içindir ki, yazının aklıyla değil, sözün aklıyla tepki gösterirler daha çok. Zira yazı birkaç kez kontrolü gerektirir, çevreler, taşkınlık yapmaz. Sözse uçar, tozar, coşar, taşar. Sahibini rezil de eder vezir de eder. Türkler, sözün heyecanına alışkın olduklarından söze dayalı şeylere daha çok yatkındırlar. Belki de bu yüzden sosyal medyayı ve interneti çok sevdiler, atışmayı, kapışmayı sevdikleri gibi…

Bir köşe yazısının elverdiği sınırlar içinde kalarak, özetle ele almaya çalıştığımız uygarlıklar arası köprü olma halini, bunun kültürel özelliklere yansımasını buradan itibaren farklı bir bakış açısına taşıyalım…

Uygarlıklar arası köprü olma, onları birleştirip kaynaştırma, sentezleyip geliştirme rolü ele alınırken, insanlar ve toplumlar arasında benzer işlevi yerine getiren medyayı, medyanın tavrını ve ona yaklaşımı hesaba katmamak eksiklik olur.

Malum. Medya, “medium”dan gelir. Araç, aracı, bağ kuran, köprü olan, orta, ortam anlamlarını içerir. İsmiyle müsemma bir şekilde aracı olmanın, köprü oluşturmanın, bağ kurmanın bütün özelliklerini bünyesinde barındırır. Faaliyette bulunduğu alanlarda kendine uygun ortamlar ve kamuoyu oluşturur. Bir bakıma, ahlaktan, ilişki biçimine kadar kendi kültürünü inşa eder.

Adı üzerinde aracı olarak bağlar kuran medyanın köprü olma özelliği, olumlu yada olumsuz anlamda öne çıkanı, göze batanı, yani biraz abartılı olanı seçip ele almayı dolayısıyla daha da abartmayı gerektirir. Yapısı gereği abartıya yönelen medyanın aracı olduğu alanlar hareketliyse, yani Türkler gibiyse, daha abartılı tavır sergilemesi olağandır. Bu abartı zaman zaman yıpratıcı olsa da, bir ölçü dikkate alındığında, toplumsal dinamikler ve duyarlılıklar açısından yararlı olabilir. Daha çok yazının aklına değil, sözün heyecan uyandıran aklına uygun olarak işlevini sürdüren medyanın, bizim ülkemiz gibi içeriğini rahatlıkla besleyebilen ortamlarda abartıyı arttırması kaçınılmazdır.

Yani aslında, hep yakınıp durduğumuz bizim medyamız böyle değil, biz böyleyiz. İşte örgütlü medyadan farklı bir araç, farklı bir ayna sosyal medya…Hali pür melalimizi net bir şekilde ortaya koymaktadır. Çok şikayetçi olunmalı mı? Sosyal medyayı da kendimizi bildiğimiz gibi bildiğimiz için elbette hayır. Yeter ki, 15 Temmuz’daki gibi ihanet olmasın, fitneye düşüp onursuzlaşılmasın. Zeytin Dalı’ndaki gibi birliktelik olsun.

Abartı tamam, bir yere kadar anlaşılabilir, hoş görülebilir, yalan ve fitneyse asla…

Kemal Can Serveti Ne Kadar? Can Holding Şirketleri Nelerdir? Asıl soru bu: Türk medyasını kim yönetiyor? Zamanhan Can Kimdir? Nereli? Can Holding'in Sahibi Kim?
Sonraki Haber