Milli Mücadele hareketinin önemli isimlerinden biri olan General Ali İhsan Sabis Paşa hem Ankara’da hem de İstanbul’da Ceza Mahkemelerinin muhatabı kılınmıştı.
Konu ABD belgelerine de yansımış ve bu hususta şu bilgilere yer verilmişti:
1944 yılı Türk siyasi, hukuki ve askeri tarihi açısından önemli bir hadiseye tanıklı etti. Zira bir süredir bürokrasinin yüksek makamlarında bulunan birçok şahsa anonim olarak yazılmış ve “ordu subayı” şeklinde imzalanmış, mevcut savaş karşısında hükümetin tutumunu ağır surette eleştiren ve kendisine karşı saldırgan ve tehditkâr bir dil kullanan, ama kimin yazdığına dair somut surette bir isim taşımayan mektuplar gönderilmişti.
İfade edilen o ki; Emniyet teşkilatı mensupları yapmış oldukları araştırmalar neticesinde söz konusu mektupların General Ali İhsan Sabis Paşa tarafından kaleme alınıp yollandığını tespit etmişti.
Dolayısıyla da Paşa, bürokrasinin yüksek mevkilerinde bulunan isimlere, müttefik yanlısı gazetelerin editörlerine ve benzeri daha başka kimselere anonim adlarla mektuplar göndererek kendilerini siyaseten topa tutmak, tehditte bulunmak ve ülke menfaatleri aleyhine çalışmakla suçlanmıştı.
Yine ifade edildiğine göre 1940 ve 1941 yıllarında Paşa Hitler'in karargâhını iki kez ziyaret etmiş ve müttefiklerin safında savaşa girmeye karar vermesi durumunda Türkiye'nin Vidkun Quisling'i olacağından söz etmişti.
Paşa, yine belirtildiğine göre, Şubat 1944'te, yayın müdürü olarak, Alman propaganda organı “Turkische Post”un başına da geçmişti.
Puslu havanın hâkim olduğu bu dönemde Sabis Paşanın adı o sıralarda görülmekte olan ve hükümeti yıkmak için gizli örgütleneme içerisinde olduğu iddia edilen “Turancılık” davası ile de irtibatlandırılmaya çalışılmıştı.
ABD belgelerindeki ifade biçimiyle;
Türk ordusunun emekli generali Ali İhsan Sabis, İstanbul'da devam etmekte olan söz konusu (Turancı) davanın tamamlayıcı bir öğesi haline getirilmeye çalışılan ikincil bir konu halindeydi.
Nihayet Paşa söz konusu gerekçelerle askeri mahkemede yargılanmak üzere 1944 Temmuzunda sivil polisler tarafından gözaltına alınmış ve 30 Eylül 1944’te İstanbul Birinci Sıkıyönetim Mahkemesi’nde yargı önüne çıkartılmıştı.
Esasen duruşmanın, dönemin şartları dikkate alındığında, hiç bir cazibe ve hususiyeti yoktu. Yargılama bilakis oldukça sıkıcı bir tarzda gerçekleşmekteydi.
Suçlanan taraf kendisini savunmakta, iddiaların asılsız olduğunu ve ortaya konan delillerin kendisinin mağdur edilebilmesi amacıyla Emniyet Teşkilatı mensupları tarafından kasten organize edildiğini belirtmekteydi.
Savcı ise suçlamalarını uzman raporları ile teyit ve ispat etmeye çalışmakta ve göz kamaştırıcı tanıkların varlığına dayanarak Paşa’nın suçlu olduğunu iddia etmekteydi.
Savcı, Paşa’nın anonim surette iki çeşit mektup kaleme aldığını ve bunları; Cumhurbaşkanı’na, Büyük Millet Meclisi Başkan Yardımcısı’na, Milli Savunma, İletişim ve İçişleri Bakanlarına, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreteri ve CHP Başkan Yardımcısı’na, Ankara Üçüncü Ceza Mahkemesi hâkim ve savcılığına ve bazı milletvekilleri ile gazetecilere gönderdiğini belirtmekteydi.
İddianamede belirtildiğine göre, ilk tür mektupların gönderildiği şahısların dikkatleri, özellikle Ankara’da kendisi aleyhinde görülmekte olan diğer davanın askeri ve sivil çevrelerde hoşnutsuzlukla karşılandığını ifade etmeye yönelikti.
Diğer bir ifade ile davaya bakan mahkemenin baskı altında hareket ettiği, yargılama için kullanılan unsurların askıya alınması gerektiği, aksi takdirde ülkede ciddi huzursuzluklar yaşanıp karışıklıklar çıkabileceği dile getirilmek istenmişti.
İkinci kategoride yer alan mektuplarda ise savaş karşısında hükümetin takındığı tavır şiddetle tenkit edilmişti.
Bu mektuplara göre Türkiye’nin esas menfaati ve bağımsız suretteki varlığı ve Türk halkının boyunduruktan kurtularak özgür surette yaşaması Sovyetler Birliği’ne karşı Almanya ile ittifak oluşturulmasını gerektirmekteydi.
Mektuplarda ayrıca Büyük Britanya ile olan dostluğu münhasıran İngiltere’nin bencil menfaatlerine atfedilmekte, Türk-İngiliz ittifakı baltalanmaya çalışmakta ve İngiltere’nin Boğazlar konusunda Türkiye’yi Rusya’ya feda etmekten hiçbir surette kaçınmayacağı dile getirilmekteydi. Yarı resmi suretteki Ulus gazetesi yazarlarından Falih Rıfkı Atay ve Radyo gazetesi yazarı Nurettin Artam gibi şahıslara da, İngiliz ve Rus yanlısı olmalarından ötürü, mektuplarda oldukça ağır bir dille eleştirilmişti.
Savcıya göre Sabis Paşanın tutumu muhaliflerini rahatsız ediciydi ve zaten öyle de değerlendirilmişti. Alman yanlısı olduğu, yazdığı ve konuştuklarından net bir surette anlaşılmaktaydı. Ayrıca Paşa, Turancı bir eğilim de sergilemekteydi. Bu yöndeki temayülü ile dergi ve gazetelerde sürekli yazılar yazdığı ise ayrı bir gerçekti. O, “Harp Hatıralarım” adlı eserinde bile Rusya aleyhtarı olduğunu gizlememişti. Ayrıca Falih Rıfkı Atay’a karşı beslediği olumsuz şahsi hisleri bilinmeyen bir şey değildi. Daha evvelce de onu bir hayli iğnelemiş biriydi.
Paşa’nın esasen tavrının yeni bir şey olmayıp eskiden beri bilindiği, ancak mektuplarda olduğu gibi aşikâr bir surette yazıp konuşmadığı savcılık makamı tarafından iddia ile ifade edilmişti. Onun ayrıca Ankara’da görülen davasının geri çekilmesini için zorlayıcı bir tutum sergilediği ve bu nedenden ötürü Ceza Hukuku’nun 188. Maddesi gereği;
Türkiye’nin ulusal menfaatlerine aykırı bir surette sınır komşusu Sovyetler Birliği aleyhine Almanya yanında savaşa girmesi, Türkiye’nin kurtuluşunun Alman zaferine bağlı olduğu ve anlaşma bulunmasına rağmen Büyük Britanya’nın Türkiye’yi kendi menfaatleri için feda edeceği yollu propagandaları dikkate alındığında, ilaveten, Ceza Hukuku’nun 188. Maddesi gereği mahkûmiyetini talep etmişti.
İddia makamı birçok hususa temas ile birçok iddiada bulunmuşsa da Paşa’nın suçlu olduğuna dair ortaya açık ve net surette deliller koymaktan yoksun kalmıştı. Onun Turancılık hareketiyle herhangi bir bağlantısı olduğunu gösteren kanıtlar da bulunamamıştı…
Ancak yapılan yargılama neticesinde Sabis Paşa 5 yıl 11 ay hapis cezasına mahkûm edilmişti. Fakat işlenen suçların barış zamanında gerçekleşmiş olduğu dikkate alınarak verilen ceza üçte bire indirilmişti. Göndermiş olduğu iddia edilen tehdit dolu siyasi mektupların da postanede kaldığı, adreslerine henüz ulaştırılamamış bulunduğu dikkate alınarak verilen cezanın kalan kısmından üçte bir indirime daha gidilmesi uygun bulunmuştu. Dolayısıyla da nihayeti itibarıyla Paşa 11 ay 20 gün hapis cezası ile cezalandırılmıştı.
Sabis Paşanın aynı tarihlerde maruz kaldığı bir başka dava ise kaleme aldığı “Harp Hatıralarım” adlı eseri ile alakalıydı.
Kendilerine hakaret edildiği suçlaması ile açılan bu dava Ankara Üçüncü Ceza Mahkemesi’nde görülmekteydi.
1944 Nisan ve Mayısında duruşmaları gerçekleştirilmiş, ancak bu davanın İstanbul’da görülen dava ile hiçbir alaka kurulmamış yahut öyle olması uygun bulunmuştu.
Dava netice itibarıyla Paşa’nın şikâyetçilerden özür dilemesi üzerine kapanmışsa da oldukça ilginç bir seyir takip etmişti.
Ali İhsan Sabis Paşa hatıralarını kaleme alıp yayınlamaya başlayınca Balıkesir milletvekili General Kazım Özalp; Bahriye Nazırı müteveffa Cemal Paşanın çocukları ve Adalet eski bakanı ve Londra Büyükelçisi Fethi Okyar tarafından, şahıslarına hakarette bulunulduğu gerekçesiyle, Paşa aleyhine dava açılmıştı.
Ankara Üçüncü Ceza Mahkemesi, 14 Aralık 1944’te, İstanbul Askeri Mahkemesi’nde yargılanması nedeni ile tutuklu olan Sabis Paşanın Ankara’ya gelmesini sağlamış ve savunması dinlenmişti.
Sabis Paşa savunmasında, hatıralarını kaleme alırken şikâyetçileri kasıtlı olarak rencide etmediğini, ancak buna rağmen kendilerinden özür dilemeye hazır bulunduğunu belirtmişti. Dava vekili, müvekkillerine danışabilmesi için duruşmanın kısa bir süreliğine tehirini istemiş ve öyle de olmuştu.
16 Aralıktaki duruşma, dava vekilinin müvekkillerinin özür dilenmesini kabul edecekleri beyanı ile yeniden başlanmıştı. Ancak özrün biçimsel olarak şikâyetçilerin istediği şekilde olması da bir şart olarak ileri sürülmüştü.
General Ali İhsan Sabis Paşa ileri sürülen şartı kabul etmiş ve kaleme aldığı eserde General Kazım Özalp ve müteveffa Fethi Okyar beyi rencide eden ifadelerin bütünüyle asılsız olduğunu ve gerçeği yansıtmadığını ifade etmiş ve kendilerinden resmi ve aleni surette özür dilemişti.
O tarihte vefat etmiş bulunan Cemal Paşanın çocukları ise Paşa’nın yapacağı özür dileme şekline; “kasten doğru olmayan bir beyanda bulunduğu” ibaresinin ilave edilmesini de talep etmişlerdi.
Şikâyetçilerin yapılan özür dileme ile tatmin olduklarını dikkate alan hâkim nihayet davaya son vermiş ve dosyayı kapatmıştı.
Ankara Üçüncü Ceza Mahkemesi’nde görüşülen davanın bütün detayları yarı resmi bir hüviyet taşıyan Ulus gazetesinin 17 Aralık 1944 tarihli sayısında kamuoyu ile paylaşılmış ve toplumun muayyen bir kısmı tarafından bilinirlik kazanması sağlanmıştı.
Ali İhsan Sabis Paşa neden böyle bir duruma maruz kalmıştı? Oysaki neticede dişe dokunur bir ceza almamıştı.
Kendisi son dönem Osmanlı subaylarının en kahraman isimlerinden biriydi.
Irak cephesinde İngilizleri perişan etmişti.
Mısır ve Suriye orduları başkumandanı General Allenby, Osmanlı hükümetine bir ültimatom vererek Ali İhsan Paşanın görevden alınmasını, Altıncı Ordu'nun lağvedilerek silah ve cephanesinin kendilerine teslim edilmesini, bölgedeki Türk jandarmasının dağıtılmasını ve bölge halkının silahtan arındırılmasını istemek zorunda kalmıştı.
Kürt ve Arap aşiretlerini kışkırtan İngiliz istihbarat kaymakamı Killing'i o tutuklamıştı.
Takdire şayan öngörüleri olan biriydi.
Paşa ayrıca İngilizler tarafından tutuklanmış, Malta’ya sürgün edilmiş, ama adadan kaçıp memlekete gelince Ankara'dan görev istemiş ve Milli Mücadele’ye de katılmıştı.
Sabis Paşa, Ankara’dan görev talep edince, İsmet Paşanın emrinde, Garp Cephesi Komutanlığı’nda görevlendirilmişti. Oysaki İsmet Paşa, Sabis Paşadan hem daha kıdemsiz hem de daha yeteneksizdi. Dolayısıyla da Sabis Paşa ile İsmet Paşa kısa bir süre sonra ihtilafa düşmüşlerdi.
Yaşanan ihtilafın nedeni onun başına buyruk biri olarak suçlanması ve Büyük Taarruz’dan önce İsmet Paşa'nın talebi üzerine Mustafa Kemal emri ile Birinci Ordu Kumandanlığından azil ile henüz 41 yaşında olduğu halde emekliye sevk edilmesi ile neticelenmişti.
Irak cephesinde İngilizlere karşı Sâbis muharebelerini kazanmış olan Paşa’nın İkinci Dünya Savaşı yıllarında İsmet Paşanın idaresi ve siyasetini şiddetle tenkit etmesinden ötürü araları bir kez daha açılmıştı.
Kim bilir belki de aralarındaki ihtilaf hiç kapanmamıştı.
Paşa belki de söz konusu ihtilaftan ötürü arzu etmediği akıbetlere maruz kalmıştı.
ABD belgelerindeki beyana göre, Ali İhsan Sabis Paşa 1920 yılında Mustafa Kemal ile tartışmış ve dolayısıyla da mevcut rejime kin beslemeye başlamıştı.
Şayet bu tespit doğru ise belki de aralarındaki kan uyuşmazlığı, Paşa’nın akıbetini belirlemişti.
Mekânı cennet olsun.