Kriz zamanlarında siyaset...

Kriz zamanlarında iktidar olmak da, muhalefet yapmak da zordur.

Bir ahlakı, kültürü icap ettirir, demokrasinin hasar görmemesi için fazladan gayret gerektirir.

Dolayısıyla paniklemek, eli eteği dolaşmak veya fırsatçılık yapmak gibi tutum ve davranışlara asla yer olmaması lazımdır…

Krizlerde insanların hayatları alt üst olur.

Ekonomik krizlerde özellikle pek çok insan işini yitirir, servet el değiştirir, çok zenginler bir günde batabilir ve en alttakilerin de zaten nefes alacak hali kalmaz…

Türkiye ekonomik kriz dönemlerini benim hatırladığım dönemler içinde bile defalarca yaşadı.

Tansu Çiller hükümeti döneminde insanlar iki anahtar beklerken bir anda kriz ile ellerindekinden de oldular.

Dar ve sabit gelirliler daha da kötü bir hale geldiler. Fabrikalar kapandı, döviz ve faiz dizginlenemez oldu, istihdam daraldı, cari açık büyüdü.

Sonuçta rahmetli Demirel’in “Tencerenin götüremeyeceği iktidar yoktur” hakikati tecelli etti…

2001 ekonomik krizinde de yine benzer gelişmeler oldu. Ekonomi yönetimindekilerin bir kısmı önce kendi paralarını kurtarma derdine düşecek kadar alçaldı.

Spekülatif hava ile pek çok insanın hayatı alt üst oldu. Üç parçalı hükümetin içinde yer alan MHP Lideri Dr. Devlet Bahçeli’nin dirayeti ve sağduyusu ile tedbirler alınabildi, Türkiye 2002 seçimlerine gitti ve AK Parti iktidarı geldi…

Kuşkusuz ki bu krizlerde etkili olan husus sıcak paraya dayalı kamu finansmanı, çevrilemez borç yükü, kötü yönetim etkili idi.

Bunlara küresel etkiler de eklenmişti.

2001 krizini ise 1999 depremleri ayrıca etkilemişti.

Düşünün ki, Türkiye’nin üretiminin üçte birinden fazlasını sağlayan bölgelerde deprem meydana gelmiş, üretim durmuş, istihdam daralmış ve en önemlisi bu bölgeleri yeniden ayağa kaldırma zorunluluğu ortaya çıkmıştı…

Şimdi de tüm dünyada etkili olan covid 19 pandemisinin yansımaları ile girilen, faiz ve borç sarmalı ile tetiklenen bir ekonomik kriz tablosu ile karşı karşıyayız.

Ülkemizin dünyanın mülteci deposu gibi bir hale gelmesinin, bölgemizdeki savaş ve istikrarsızlık ortamının ve Türkiye’nin Mavi vatan, savunma sanayii, sınırları ile ilgili hususlardaki hassasiyetlerinin artması ve bundan dolayı uluslararası alanda sıkıştırılma çabalarının da bu krize etkilerini yok sayamayız.

Sebepler her ne olursa olsun, bu krizden de çıkmak zorundayız.

Birlik ve bütünlüğümüzü zedelemeden, kardeşliğimizi bozmadan, insanlarımızı yokluğa ve yoksulluğa ezdirmeden tekrar kendimizi refah, mutluluk, huzur içinde hissedeceğimiz normal günlere erişmek zorundayız.

Panik havası içinde bu sağlanamaz.

İktidarın da muhalefetin de bu günlerde benimseyeceği dilin daha mutedil ve yapıcı olması gerekmektedir.

Eleştirilerin dilinin sokağı ve sosyal şiddeti tetiklemesi sorunları büyütür ve çözümü imkânsız hale getirir.

Muhalefetin iktidarı eleştirmesi kadar normal bir şey yoktur ama burada dilin şiddete evrilmesine izin vermemesi gerekir.

Geçmişte bu konuda sergilenen olgunluk örneklerinin şimdi de gösterilmesi lazımdır.

Toplumun büyük bir kesimi krizlerin mağduru ve geleceğinden endişe duymaktadır. Panik ve kargaşa ortamı ile krizler aşılamaz.

Derinleşir.

Bunun da hiç kimseye yararı olmaz.

Türkiye’nin tüm sorunları demokratik meşruiyet ortamlarında çözülür.

Parlamento ve siyasi partilerimiz bunun için vardır.

İnsanları sokağa dökerek, kamplara bölerek, ötekileştirerek sorun çözmenin hiç yolu, imkânı bulunmamaktadır.

Geçmişte Türkiye Sokak şiddetini yaşamış faturasını çok acı ödemiştir.

Sokaklar Türkiye’ye demokrasinin kesintiye uğraması, darbeler, ara rejimler olarak dönmüş ve yine krizleri bu dönemler değil, bu dönemlerden sonra zoraki ulaşılan demokratik ortamlar çözmüştür.

Herkesin daha akıllı ve mutedil olmasında, yapıcı davranmasında ortak yararımız bulunmaktadır.

Bilinmelidir ki “Başka Türkiye yoktur.”

Tüm yazılarını göster