Sultan Abdülhamid’in etrafındaki en önemli isimlerinden birisi de hiç şüphesiz ki Arap İzzet Paşadır.
Tam adı Ahmet İzzet el-Âbid’dir. Fakat bugünkü anlamda bir soy isim bulunmadığı, insanların baba ve dedelerine nispetle anıldığı bir zamanda yaşadığı için belgelerde geçen biçimi ile İzzet Paşanın şecereli adı Ahmet İzzet bin Muhyiddin Ebu’l-Havl bin Ömer bin Abdilkadir’dir.
Arap isim yazım geleneği bir tarafa bırakılacak olursa o, Türk idare ve siyaset tarihinde kısaca Arap İzzet Paşa şeklinde tanınmış ve surette meşhur olmuştur. Ama zaman zaman en meşhur tarihçiler tarafından bile Mareşal Ahmet İzzet Furgaç (1864-1937) Paşa ile karıştırılmaktan kurtulamamıştır.
Kaynaklarda isminin, az da olsa, Şamlı İzzet, Arap İzzet ve Kambur İzzet, İzzet Holo veya İzzet el-Âbid şeklinde geçtiği de görülür.
İsminin başındaki “Arap” sıfatı kökeni itibarı ile Arap olmasından, “Şamlı” nispeti ise Suriyeli bulunmasından kaynaklanmıştır.
İzzet Paşanın babası, kısaca Holo Paşa diye anılmış olan Muhyiddin Ebi’l-Havl, annesi ise kabri İstanbul’da Yahya Efendi Dergâhı haziresinde bulunan Fatıma Hanımdır.
İzzet Paşa, Holo Paşanın ikinci sırada doğan erkek evladıdır. Müslüman bir ailenin Müslüman bir çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Dolayısıyla kimilerinin dediği gibi o ne bir piçti ne de baldırı çıplak bir sefih.
İzzet Paşa her şeyden önce şehir çocuğuydu. Şehirde doğmuştu. Ailesi Şam eşrafındandı. Dolayısıyla seçkin bir aileye mensuptu. Ailesi ayrıca son derece zengindi. Paşa zengin bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmişti.
Kürt çocukları ne zamandan beri dadılar elinde büyümüştür bilinmez ama İzzet Paşa dadılar elinde büyümüştü. O günlere dair oldukça ilginç hatıraları dahi vardı. Keşke Kürt çocukları da dadılar elinde büyüselerdi. Keşke bütün Kürtler, Türkler, herkes hep müreffeh bir hayat sürselerdi.
İzzet Paşa, hiç abartısız, muhteşem bir zekâya sahipti.
Sultan Abdülhamid ve İzzet Paşayı eleştirenlerinin galiba aynı fikirde oldukları tek bir husus vardı: İzzet’in zekâsı.
Şüphesiz ki o, sadece dostları tarafından değil, muarız ve muhalifleri tarafında da Yıldız Sarayı’nın “en zeki ve en dahi” üyesi olarak tanındı. Onun “inanılmaz derecede üretken bir beynin sahibi” olduğu inancı herkesçe kabul edildi. İngiliz diplomat Harry Lamb’e göre “İzzet’in Abdülhamid idaresinde süratle yükselişindeki temel sır, aşikâr bir surette onun zekâ ve akıllılığında gizliydi.” Times Gazetesi ise İzzet’i “son derece kurnaz bir adam” olarak tanımlamıştı. İzzet’i ve ailesini yakından tanıyan fakat aynı zamanda kendisinden pek fazla hoşnut kalmayan, Şamlı, fanatik bir Arap kavmiyetçisi Muhammed Kürt Ali dahi ondan bahsederken; “Nadir bir zekâ ve engin bir çözüm sahibiydi” diyerek söz etmek zorunda kalmıştı.
İzzet, zekâsı ve komplimanları sayesinde Yıldız Sarayı’nda kendisine en tepede yer edindi. Kurnazlığı, entrikaları ve insanları iyi tanıması ve işlerin nasıl yürütüleceğine dair bilgisi sayesinde rakiplerini alt ederek 1908 yılına kadar Abdülhamid’in yanı başında onun sağ kolu olarak kalmayı başarabildi.
Bazı kaynaklar, yazarlar yahut taraftarlar dün ve bugün, İzzet Paşanın milliyeti konusunda farklı beyan ve iddialardadırlar. İzzet Paşa bazılarına göre Arap, bir rivayete göre Türk ve bazı iddialar göre ise Kürt asıllıdır.
Yine bazılarınca beyan edilenin aksine o; “kanında Araplıktan Kürtlüğe, Çerkezlikten Türklüğe kadar imparatorluğun hemen her unsurunun özelliklerini taşıyordu.” şeklindeki tanımın da bütünüyle kapsamı dışındaydı.
İzzet Paşa ve soyuna dair yapılan tanıtımlar ve söylenen sözler adeta meçhulü el yordamı ile keşfetme kabilindendir. Dolayısıyla da hemen hepsi yanlış ve çalakalem şeklindeki şeylerdir. Bir kısmı ise oldukça seviyesizcedir. İzzet Paşanın sahip olduğu siyasi güç ve kuvveti hazmedemeyen yahut ondan bir şekilde zarar görmüş bulunan yahut ondan umduğuna nail olamamış olan bazı isimler ve kesimler onu rencide edici bir yola başvurmak suretiyle onu hiçleştirmeye çalışmışlardır. O bir “piçti” veya “bed-tıynet Holo namında Şam’da aslı meçhul bir herifin sulbundan gelmiş” gibi kendi içinde çelişkili ve son derece basit, seviyesiz ve düzeysiz bir ifade tarzı ile bazı muhalifleri ondan intikam alma çabası içerisinde girmişlerdi. İzzet Paşa aleyhindeki bu ve benzeri yaklaşımlar bütünüyle cehalet yahut husumete dayalı bir düşüncenin eseri olup onun soyu sopu ve kökenine dair verilen bilgiler ile yakından ve uzaktan hiç bir alakası olmayan safsata türü şeylerdi.
Onun isminin başına konan “Arap” sıfatının kökleşip derinleşmesi ise İttihatçıların kendisine duydukları husumetinin bir neticesiydi.
El-Âbid ailesinin köken ve milliyetinin ne olduğu konusunu ele alan veya bu aileye dair bilgi veren arşiv vesikaları ve yayımlanmış akademik çalışmaların hemen hepsi onun Arap asıllı olduğu fikrinde hemfikirdi.
El-Âbid soyu İslam öncesi Arabistan’ında bir aşiret boyu olarak mevcut olmuştu. Nihayeti itibariyle Mevali denen Müşrife Araplarına dayandığı birçok araştırmacının mutabık olduğu bir husustu.
Âbid aşireti tarihi kaynaklarda belirtildiğine göre Halife Harun Reşid’e akraba bulunmaktaydı. Onun en yaman muhalif ve muarızı, Ebulhüda es-Sayyadi’nin (İzzet Paşanın ifadesi ile Ebuddalal’in) de paylaştığı kabul ve beyana göre ise El-Âbid ailesinin kökeni Hicaz’daki Hazreti Muhammed’in de bağlı bulunduğu Kureyş kabilesine mensup Adnan oğullarından Bekir bin Vâil’e dayanmaktaydı. Dolayısıyla El-Âbidler sahabeden İbn Abbas’a kadar uzanan en büyük şecere kollarından biriydi.
Ne gariptir ki İzzet Paşa gibi bir şahsiyetin adı, sanı, saraya hangi tarihte girdiği yahut hangi tarihte ve nasıl ayrıldığı doğru dürüst bilinmezken milliyetinin Kürt olduğu şeklindeki açıklamalar, kişinin milliyetinin ne olduğunun hiç bir önemi olmasa da, gayet düşündürücüdür. Hele bunu açıklayanlar yetkin ağızlar ve isimlerse bu daha da düşündürücüdür.
Unutmamak gerekir ki, dirilerle her neyse de, ölülerle helalleşmek gayet zordur.