"Mavi Marmara şehitleri dil uzatmak aymazlıktır ama..."

Yeni Şafak yazarı Hasan Öztürk, Cem Küçük'ün Mavi Marmara şehitleri hakkında "manyak" ifadesi sonrası başlayan tartışmaya katıldı.

Mavi Marmara şehitlerine dil uzatmanın "aymazlık" olduğunu belirten Hasan Öztürk, eleştirilerini "İslamcı" olarak tanımlanan kesim üzerine yoğunlaştırdı.

Hasan Öztürk, "Bugün “tasfiye” ve hesaplaşma adına, Mavi Marmara şehitleri ve gazilerine dil uzatmak en hafifinden aymazlıktır, cüretkarlıktır, haksızlıktır. Lakin, o dil uzatma üzerinden “bizi tasfiye edecekler” yaygarası koparmak da, eleştirilen seviyeye inmektir." dedi.

İşte o yazı;

- Mavi Marmara…

Biz onu, mavi olarak gönderdik; gönlümüzün yarısına… O bize kan kırmızı olarak döndü, bir gazi olarak!

Biz ona, oyuncaklar, battaniyeler, elbiseler, bakliyat koyup gönderdik… O bize, kurşun yaralarıyla döndü.

Biz ona can'larımızı koyup gönderdik… O bize, katillerin postal izleriyle döndü.

***

Mavi Marmara..!

Sadece Türkiye Müslümanlarının değil… Sadece Müslümanların değil… Yeryüzünün vicdanlılarının vicdanı olarak yola çıktı… Gerçi “otoriteden” izin almamıştı… Gerçi bazılarının hesaplarına alet edilmişti! Gerçi gizli ajandalılar vardı… Onun üzerinden hesap görenler, hesap edenler vardı… Falandı, filandı…

Olsun..!

Onunla yola çıkanların kahir ekseriyetinin Gazzeli bir bebeğin ağlamasına kulak vermekten…

Bir annenin feryadına dikkat kesilmekten…

Bir babanın isyanına ortak olmaktan…

İslam'ın izzet ve şerefini korumaktan, İsrail'in gayri meşru tutumuna dikkat çekmekten gayri bir hesabı yoktu. (Bu hesabın dışında olanlar vardıysa da çoğunluk onlardan beriydi.)

“Allah” diyorlardı… “Zulme sessiz kalamayız” diyorlardı. Gazze'deki insanlık trajedisini dünyaya duyurmak istiyorlardı… Mavi Marmara onlara yol arkadaşıydı.

Sarayburnu'ndan demir aldığında, bizden olanları, yüzü bize dönük olanlara götürüyordu.

Aşdod limanından demir aldığındaysa buruk, yaralı, kan kokan, barut kokan bir gazi olarak; bize geri dönüyordu.

31 Mayıs 2010 sabahı Mavi Marmara uluslararası sularda İsrail'in terör saldırısına uğradı.

10 şehit, onlarca yaralımız vardı. O günden sonra Türkiye-İsrail ilişkileri en alt seviyeye indi. 2016'nın sonunda yeni bir normalleşme zemini bulundu.

Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk tepkisini de son tepkisini de yerinde bulanlardanım. (Hatta 10 yıl İsrail'den deport yemiş bir gazeteci olarak Türkiye-İsrail ilişkilerinin
normalleşmesini savunanlardanım, bu yüzden linç edilen de yine benim.)

Devlet gereğini yapmıştır, bu meseleyi mesele edenler de…

BOSNA'DA ŞEHİT DÜŞEN SELAMİ İLE MAVİ MARMARA'DA ŞEHİT DÜŞEN FURKAN KARDEŞTİR

Mavi Marmara'da şehit düşen Furkan ile Bosna'da şehit düşen Selami kardeştir.

Afganistan'da şehit düşen Bilal ile Mavi Marmara'da şehit düşen Cevdet kardeştir.

15 Temmuz Şehitler Köprüsü'nde şehit düşen Abdullah ile Mavi Marmara'da şehit düşen Fahri, kardeştir. El Bab'da şehit düşen Mehmet ile Mavi Marmara'da şehit düşen Necdet kardeştir.

Dahası, onlar uluslararası hesapların, gizli servislerin, kirli oyunların, üretilmiş fanatizmin “elemanları” değillerdir. Sadece 'rızaen lillah'ı gözetenlerdir. (İçlerine sızan gizli ajandalılar şimdilik buranın konusunu değil.)

Onlar sade birer mü'min… İnanmış birer Müslüman, vicdanlı insanlardı… Yiğitlerdi.

Rahmetli Bahattin Yıldız ağabeyin uçağı Afganistan'da düşmemiş olsaydı ve Hindikuş Dağları'na vücudunun parçaları savrulmamış olsaydı o da Mavi Marmara ile yola çıkacaktı.

Herkes bir hesap yapmış olabilir. Herkesin bir hesabı olmuş olabilir. Bizim bilmediğimiz türlü gizli ajandalar olabilir… Lakin o hesapların en esaslısını hasbiler yapmıştır. Allah (cc) onların canlarını, “cennet karşılığı satın almıştır”. Aslolan bu hesaptır!

MAVİ MARMARA HESAPLAŞMADA GARNİTÜR OLAMAZ

Bugün “tasfiye” ve hesaplaşma adına, Mavi Marmara şehitleri ve gazilerine dil uzatmak en hafifinden aymazlıktır, cüretkarlıktır, haksızlıktır.

Lakin, o dil uzatma üzerinden “bizi tasfiye edecekler” yaygarası koparmak da, eleştirilen seviyeye inmektir.

Bu kadarı da fazla..!

Rol çalanları görüyoruz. Rol devşirenleri görüyoruz. Fırsatçıları görüyoruz. Gücün yanından, gücün omuzundan ateş edenleri görüyoruz. Mensubiyet asabiyetini görüyoruz.

Toptancı suçlamaları görüyoruz. Ne etraflarındaki çakallara, ne karşılarındaki hasbilere gözleri ilişiyor. Neredeyseler oradan karşıya hedef gözetmeden ateş ediyorlar.
Çemkiriyorlar… Bunu da İslam adına, Müslümanlık adına, yerlilik ve millilik adına yapıyorlar.

Yazık! Pespayelik!

Biri televizyondan saydırıyor, diğeri cami avlusundan, bir başkası sosyal medyadan!

Al birini vur ötekine.

Birbirlerine düşmanlığın ana sebebini gizliyorlar. Birbirlerine olan öfkelerini, büyük kavganın bir parçası olarak gösteriyorlar.

Küçük menfaatlerini, elde ettikleri nüfuzu, ekonomik ve sosyal kazanımlarını kaybetme endişesini “tasfiye” olarak yutturuyorlar.

Demek ki neymiş, İslamcı sandıklarımızın bir kısmının bu iddia ile alakası yokmuş, yerli sandıklarımızın bir kısmının yerlilikle alakası yokmuş.

Demek ki neymiş, küçük hesaplar, büyük kavganın içine boca ediliyormuş.

Öyle değil mi?

Yalancı bahar kırağıya gebedir

Kimsenin kimseye tahammülünün kalmadığı bir iklim, yalancı bahardır… Her an tomurcuklanmış ağaçları vuracak doluya ya da kırağıya gebedir.

Bir tasfiye tezviratı almış başını gidiyor.

“Tasfiye edilecekler kim” sorusuna verilen cevap sadece “Onlar” ise, burada biraz düşünmek gerektir.

Kim ki yeryüzü serüveninde varlık nedenini unutmuştur, o, vicdanlarda zaten tasfiye olacaktır. Bu tasfiyeye insanlık tarihi şahittir. Ne güç karşı koyabilir, ne mevki, ne para, ne başka bir şey…

Gün gelir, varlık nedenini unutan vicdanlarda tasfiye olur, tarih türlü türlü örnekleriyle doludur… Bu böyledir..!

Bu arada, FETÖ'nün FETÖ olarak tanımlanmadığı dönemde, Mümtaz'er Türköne ve Ali Bulaç ile başlatılan, sonra sempozyumlara konu olan “İslamcılık bitti” tezi, bugün bir başka formla karşımızda duruyor.

İşin tuhafı, ”İslamcı” olarak tanımlananların bir kısmının İslamcılıkla uzaktan yakından ilgisi yok. Bir sürü gevşek ağızlı, medya maymunu ve şarlatana İslamcı kimliği giydiriliyor. Bu züldür.

Öbür yanda “Emperyalizme savaş açan” yerli ve milli olarak kendilerini tanımlayanların önemli bir kısmının geçmişi İslamcıyken, bugün kimsenin sahiplenmediği marjinalleşmiş “Proje İslamcılığı”nı, yani ki emperyalizme uşaklık edenleri genele teşmil ediyorlar.
Türkiye'nin münevverleri fikir olarak ilk çıktığı günden bu yana bazı marjinal savrulmalar olsa da İslamcılığı yerli bir perspektifte tutmuştur. (Uzun tartışmak isteyenlerle bu fasıl yeniden açılabilir.)

Bu sağ duyudur ki son 15 yılda Ak Parti'yi demokratik seçimlerde galip getirmiş, iktidar yapmıştır.

Türkiye İslamcılığının örnek alacağı bir başka model yoktur. Zira Türkiye'deki tecrübe diğer tecrübelerin çok çok üzerindedir.

16 Nisan'ın büyük zaferin üzerinden 1 hafta geçmişken, bu büyük zaferi yalancı bir bahara çevirmek isteyenlere aman dikkat!

Proje İslamcılar olduğu gibi proje yerli ve milliler de olabilir.

Demedi demeyin.

Yanılıyorsam da lütfen düzeltin.

Dünya Bankası'ndan elektrik altyapısına 1,5 milyar dolarlık kaynak Devlet Bahçeli MHP Grup Toplantısı'nda konuşuyor Deniz Akkaya hakkında gözaltı kararı
Sonraki Haber