Bir Ergun Poyraz’ın Gül’ü vardı, şimdi bir de Ahmet Sever’in Gül’ü oldu.
Ergun Poyraz Musa’nın Gülü adıyla yazdığı -ya da yazdırıldığı söylenen- kitapta Abdullah Gül’e akıl almaz suçlamalarda bulunmuştu. Ahmet Sever’in Abdullah Gül ile birlikte çalıştığı 12 yılı anlattığı kitapta ise tam tersi övgüler var. Yıllardır biblik olmasa da köşelik yazılarıyla Fehmi Koru’nun Gül’ü de zikredilebilir.
Daha önce Ergun Poyraz’ın Gül’ünden yapraklar koparıp ortaya savuranlar, şimdi Ahmet Sever’in Gül’ünden yapraklar koparıyor. Fehmi Koru’nun Gül üstüne son yazdıkları da kimilerince “Fehmi’nin Kerrakesi” olarak yaprak yaprak ele alınıyor.
Kısaca bir Gül kokusu sardı medyamızı... Gazeteci arkadaşlarımız “Beyaz gül kırmızı gül güller arasından gelir” oldular. Dün Ergun Poyraz’ın Gül’e sövgülerinden alıntılar yapıp Cumhurbaşkanı olmasın diye çabalayanlar, bugün Ahmet Sever’in övgülerinden alıntılar yapıp Gül Başbakan olsun, Tayyip’e ayar versin çabasındalar. Dün Ergun Poyraz’ı sövgüsünden dolayı fitneci ilan edenler, bugün Ahmet Sever’i övgüsünden dolayı fitneci ilan ediyorlar.
Her neyse...
Herkesin Gül’ü kendine...
Ahmet Sever 12 yıl birlikte çalıştığı 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile olan anılarını “tarihe not düşmek” amacıyla kitaplaştırmış. Zamanlaması, niyeti üzerinde laf patlatmak balon patlatmaktan farksız. Yazar mı? Yazar. Kimsenin kalemi elinden almaya, klavyeyi önünden çekmeye hakkı yok.
Ancak yazdıklarını birebir gerçek, hakikatin ta kendisi olarak görmek yanlış. Bu bir Abdullah Gül araştırması, biyografi çalışması değil. Hatıra kitabı. Her hatıra gibi sübjektif. Ahmet Sever; 12 yıl boyunca kendi zaviyesinden gördüklerini, görebildiklerini yazmış. Dolayısıyla o kitaptaki Abdullah Gül, Abdullah Gül’ün “kendisi, hakikati” değil. Ahmet Sever’in Gül’ü. Dolayısıyla kitabı temel referans almak kadar temelden reddetmek de yanlış.
Tarihe düşülen notlar tarihin kendisi değildir. Tarihe düşülen, düşülecek bütün notları ele alıp değerlendirmek gerekir ki o da bizim işimiz değil, tarihçilerin işi.
Birlikte çalıştığı 12 yıl boyunca Ahmet Sever Gül’e nasıl baktı; burada sıklıkla dile getirdiğim savcı, avukat, yargıç nazarlarından azâde, arzu ettiği yahut bulunduğu konumu, yani kendisini katmadan çıplak bir gözle tam bir “Şahit” sıfatıyla bakabildi mi, bilmiyoruz.
Kişinin kendisine bile “Şahit” nazarıyla bakabilmesi imkansıza yakın bir güçlük iken, Ahmet Sever’den bunu Gül’e karşı yapabilmesini beklemek de haksızlık olur. Yani Abdullah Gül’ün kendisi değil orada çizilen portre; Ahmet Sever’in Gül’ü.
Kitapta kendisinden söz edilen Akif Beki de bir karşı yazı kaleme aldı Hürriyet’teki köşesinde. O yazıyla birlikte baktığınızda bir de Akif Beki’nin Gül’ü olduğunu çok rahat görebilirsiniz.
Birilerinin Gül ile çarpıştırmaya çalıştığı şimdiki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın nazarında da bir Abdullah Gül portresi var. 60’lı yıllarda başlamış, bugüne kadar gelen, kimi zaman omuz omuza, kimi zaman diz dize, kimi zaman el ele uzun ve zorlu bir yaşanmışlığın çizdiği bir başka Abdullah Gül portresi. O nasıl bir portredir, bilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey o portrenin de Abdullah Gül’ün kendisi yani hakikati olmadığı. O da nihayetinde Erdoğan’ın Gül’üdür.
Bir de Abdullah Gül’ün kendisine bakışı var. O kendisini nasıl görüyor, kendisine nasıl bakıyor, onu da bilmiyoruz. Peki o Abdullah Gül’ün hakikati mi? Elbette hayır! Gidip sorsanız eminim kendisi de bu soruya “Hayır!” diyecektir. Çünkü şayet bir Allah inancına sahip isek, kabul ederiz ki herkesin ve herşeyin hakikatini sadece Allah bilir. O hakikatin dışındaki bütün “bilmeler” sadece zanlardan ibarettir. Öz kültürümüzdeki bu inanç, bizi ölen kişilerle ilgili olarak “öldü” demekten alıkoyar ve biz biri öldüğünde “kendi hakikatine doğdu” demeyi tercih ederiz.
Yani demem o ki; ortadaki manzara, herkesin kendi Gül’ü üzerinden zanlarını savaştırdığı ve kendi zihinlerindeki Gül fotoğrafının dikenlerini birbirlerine batırmaya çalıştığıdır.
Vanlı merhum Kör Bayro olsa “Yav gardaşlar yapmayın etmeyin, kendinizi kendinizle incitmeyin ha!” derdi.
İşiniz gücünüz yok mu sizin Allah aşkına?