Nihat Doğan’ın iki reşit olmayan kızı alıkoyduğu iddiası ve Beyaz TV’deki programına son verilmesi üzerine medyamızda yaşanan tacizleri bir kez daha düşündüm. Nihat Doğan’ın daha önce başka bir şarkıcı arkadaşıyla iki eskort çağırıp yaptığı kavgalı, darplı karakolda biten parti öyle çok da uzaklarda değilken, nasıl olur da televizyonlarda boy gösterir akıl almıyor.
Yeniden düşündüm, dedim çünkü dizi setinde tacize uğrayan kostüm asistanının çığlığından sonra birileri de çıkar medyadaki tacizleri konuşur diye bekledim ama HAYIR!
Medya patronu Fatih Oflaz’ın öz kızını istismar ettiği dava yıllarca gizlenmiş olmasına rağmen basına sızınca, artık medyamızdaki tacizleri konuşuruz diye bekledim ama HAYIR!
Hollywood’da patlak veren cinsel taciz skandalının ardından başlayan #metoo paylaşımları tüm dünyayı sararken, bizde de ünlü simalar uğradıkları tacizleri dile getirecek cesareti buldu. Ben yine medyadaki tacizleri konuşuruz diye umutlandım ama HAYIR!
“İlk taşı günahsız olanınız atsın!”
Ortaya çıkan tecavüz ve taciz skandallarından sonra hem toplumda hem de medyada memnuniyet verici bir duyarlılık oluşuyor. Medya ki dördüncü kuvvettir; toplumu aydınlatmak, bilgilendirmek kadar yol göstermek misyonu da vardır. Etik değerleri dile getireceksek, ahlak talep edeceksek önce kendi içimizdeki çürükleri ayıklamamız gerekmez mi? Ama, yok, HAYIR, bu onlarca yıldır yapılmadı.
1996 yılında Yeni Günaydın gazetesinde stajyer muhabir olarak çalışmaya başlamıştım. Daha 19 yaşında bir üniversite öğrencisiydim. Magazin muhabirimiz bir yarışmada dereceye giren modeli fotoğraflarını çekeceği yalanına inandırıp evine götürmüştü. Ve tecavüz etmişti.
Kız şikayetçi oldu mu, hakkını aradı mı bilmiyorum ancak olaya dair ne bizim gazetede ne de başka bir mecrada tek bir cümle görmedim. Bu ilk hayal kırıklığımdı. Anlıyorum, gazete “Muhabirimiz bir modele tecavüz etti” başlığı atamazdı elbette ama koruduğu gerçekten mağdur muydu yoksa muhabir mi, cevabı siz verin.
***
Şimdi hayatta olmayan kimi ünlü gazeteci ve televizyoncuların ‘sübyancı’ya çıkmış adları…
1997 yılıydı. Üniversiteden arkadaşlarım dönemin ünlü bir televizyoncusuyla iş görüşmesine gitti. Staj için görüştükleri ekran yüzü üç kız öğrenciyi aynı anda taciz edecek kadar cevvaldi. Ağlaya ağlaya geri dönmüştü kızlar.
Medyanın muktedirleri uçkurlarının derdine kim bilir kaç kişinin kariyerine de engel oldu.
Yok, “Yayın müdürünün odasından sutyeni elinde çıktı” veya “Asansörde işi pişirmişler” gibi fantezilerle süslenmiş dedikoduları, şehir efsanelerini anlatmayacağım. Mağdurları korumak adına isim vermeyeceğim. Belki bundan sonra, herkes konuşur. Çünkü biz gazeteciler zavallıyızdır. Gerçekten! Kendi haklarımızı koruyamazken, kendi uğradığımız haksızlıkları dile getiremezken bir de bizden topluma faydalı olmamız beklenir.
Medyadaki muktedirlerin çoğunlukla en güçsüzü (stajyer veya yeni muhabir) seçerek yaptığı sistematik tacizlere şahit olup sesini çıkarmayanlar, gıybet söz konusu olunca ballandıra ballandıra anlatmak şehvetinden kurtulamadılar.
“Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.” Evet, öyledir. Çünkü Tolstoy’un da dediği gibi kötüler kendilerine tahammül edildikçe daha çok azarlar.
Tahammül edildiği için azanlardan biri, 1990’larda bir ekonomi dergisinin başında bulunan bir zattı. Herkes, her fırsatta onun kadın çalışanları elle taciz ettiğini bilirdi. İki genç muhabirin odasından apar topar çıkarak son anda kendilerini kurtardığı da sır değildi ama öyle işte, hep hoş görüldü bu zat. Bir akşam odasında sıkıştırıp, tecavüze yeltendiği genç muhabir çığlıklar atarak elinden zor kurtuldu. Dergi grubunda olayı duymayan kalmamıştı. Üstelik bu genç kadın, tevazudan kimseye söz etmemiş olsa da, medya patronunun uzak akrabasıydı. İş patronun kulağına gidince, tacizleriyle meşhur yayın yönetmeni işten çıkarıldı. O güne kadar tacize uğrayan kadınlar, tacize uğramışlıklarıyla kaldı.
İş görüşmesi yaptığı genç muhabirin şaşkın bakışları arasında bacaklarını masanın üzerine uzatıp, erekte olan penisini sergilemekten çekinmeyen gazete yayın koordinatörü görmüş bir Bab-ı Ali’dir burası. Medyayı bu isimle anarız ancak aslında Bab-ı Ali, Osmanlı’da sadrazamın sarayına verilen isimdir. Medyanın tacizci muktedirleri de kendini sadrazam sanmaktadır. Tacizi doğal hakkı görmektedir. O koltukta oturuyorsa dilediği her kadına dokunabilir.
Medyanın dilsiz şeytanları da onları “Dokunmatik”, “Eller”, “Çapkın”, “Dokumantasyon” gibi lakaplarla anıp, tacizlerini normalleştirmektedir.
Başka?
Ayrıldığı muhabir sevgilisini işten atan dergi yayın yönetmeni mi istersiniz, sevgilisini mahrem fotoğraflarını ortalığa saçmakla tehdit eden yazı işleri müdürü mü?
Özetle, biz kendi söküğümüzü dikemedik.
Hep mi kadınlar mağdurdu, derseniz eğer… Al takke ver külah işlerin böyle ilerlemesinden rahatsız olmayan kadınlar da vardı. Hatta yolu yatak odasından geçen kariyer planlamaları yapanlar da yok değildi. Ve fakat yatarak kariyer yapanların büyük kısmı, medyada gücü elinde bulunduranlar yer değiştirdikçe elendi.
***
1998 yılıydı. Business Week dergisinde muhabir olarak çalışıyorum. Üniversiteden yakın bir arkadaşımla ekip olmuşum. Bu kız yıllık izin kullanıp Avusturya’da bir gençlik kampına gitti. Arkadaşım kamptan döndüğünde, dergi grubunun ileri gelen bir yöneticisi herkesin içinde “Korunsaydın bari” deyivermişti.
Tabii ya! Bir kız gençlik kampına gitmişse, tek başına gezip tozmuşsa önüne gelen herkesle yatıp kalkmıştır! Başka da bir açıklaması yoktur!
Bu yazıyı hem medyadaki tacizleri konuşalım diye yazdım hem de ülkemizdeki entelektüel erkeklerin bile konu kadın olunca ne kadar primitif (ilkel) davrandıklarını görelim diye.