Mehmet Çebi'nin eşsiz koleksiyonu Katarlıları mest etti!
Katar'ın başkenti Doha'da Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı himayesinde "Çağdaş Hat ve Tespih" sergisi açıldı. Katarlı seçkin konuklar, Mehmet Çebi'nin koleksiyonunda yer alan eserlere büyük ilgi gösterdi
Katar Müzesi Al Riwaq Galerisi'nde düzenlenen serginin açılışına Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Sefer Turan, Türkiye'nin Doha Büyükelçisi Fikret Özer, eski Başbakan Yardımcısı Emrullah İşler, Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı Prof. Dr. Mustafa Sabri Küçükaşçı, İstanbul Kültür ve Turizm Müdürü Dr. Coşkun Yılmaz'ın yanı sıra Türkiye ve Katar'dan sanatseverler katıldı.
Etkinlikte, çok sayıda basın mensubu da hazır bulundu.
İstanbul Sanat ve Medeniyet Vakfı Başkanı Mehmet Çebi'nin koleksiyonundan oluşan sergide, usta sanatçıların klasik ve modern hat çalışmalarından 250 Hilye-i Şerif ile kıymetli materyallerden yapılmış 350 tespih yer alıyor.
Hazreti Muhammed'in fiziksel, insani ve ahlaki niteliklerini, tavır ve hareketlerini anlatan eserler "Hilye-i Şerif" ismiyle biliniyor.
Doha'daki "Çağdaş Hat ve Tespih" sergisi, 17 Haziran'a kadar açık kalacak.
TESBİHDE “TEZHİB” DEVRİ
Yaradan’ın mutlak büyüklüğünü tarif için söylenen ve “Allah; tüm eksiklik ve kusurlardan uzaktır” anlamını taşıyan Sübhânallah deyimi, tesbih’in has ismidir. Almanca’da Gebetskette, Fransızca’da chapelet, İngilizce’de prayer beads isimleriyle anılır.
Kur’ân’da sık sık geçen ve çoğu müslümanın namazlardan sonra otuz üçer kez tekrarladığı Sübhânallah, Elhamdülillâh, Allâhuekber sözlerini sayabilmek için, ipe dizilmiş tanelere tesbih demişiz.
Kul’un, Yaradan’a yakın olma arzusuyla, bildiği her değerli malzemeyle ve değişik dinlere göre 33, 50, 99, 100, 108, 500, hattâ 1000 taneli olarak hazırladığı bir “sayma aracı”dır tesbih. İbâdet sırasındaki “tesbih çekimi” zaman zaman bir çeşit meditasyona dönüşerek, kişinin bedenini ve aklını etkiler. İnanç konsantrasyonu içinde, dil’in, kalb’in ve rûh’un zikri başlar.
Tesbihde estetik gelişmelerin 14. ya da 15. yüzyıllarda başladığı sanılıyor. Habblar, yani tâneler bir imamın arkasında namaza duran kişilere benzetilerek “imâme” çevresine sıralanmış ve tesbihde san’at yarışının startı verilmiştir. Çeşitli sert ağaçlar yontularak değişik tâne şekilleri meydana çıkarılmıştır. On altıncı yüzyılda, kemik, boynuz, diş, kehribar, sedef, inci gibi malzeme işlenmeye başlanmış ve İslâm’daki her güzel şeyi san’ata dönüştüren Osmanlı’nın İstanbul’u bu san’atın da bir merkezi olmuştur.
Türk tesbihçiliğinin gelişmesi 16. yüzyılda başlar denilirse de, bu konudaki bilgilerimiz 17. yüzyıldan geriye gitmiyor. Takip eden iki asırda tesbihçilik zanaatinin tam bir “san’at” haline geldiğini görürüz.
Tesbihçilikte kullanılan maddeler arasında kehribar, zümrüt, yâkut, necef, fîrûze (turkuvaz), şahmaksut, akik, lapislazuli, yeşim, fildişi, mamut dişi, mors balığı dişi, balina dişi, bağa (deniz kaplumbağasının kabuğu), zergerdan (gergedan boynuzu), buffalo boynuzu, boğa boynuzu, geyik boynuzu, deve kemiği, ak ve kara amber (amber balinasının barsaklarından çıkarılan güzel kokulu bir madde), kaplan tırnağı, inci, mercan, sedef, oltu taşı, abanoz, yılan ağacı, sandal ağacı, öd ağacı, kan ağacı, pelesenk, tesbih ağacı, demir ağacı, gül ağacı, demirhindi ve diğerleri sayılabilir. Hemen hatırlatalım ki hayvalnar malzeme için öldürülmemekte, bir şekilde bir parçaları ölümsüzleştirilmektedir.
Malzeme konusunda şimdi “yok” yoktur! Kehrübâlar, mercanlar, kukalar, balık dişleri, gergedan boynuzları… Ustası gider, bu maddeleri teşbihe, bir sanat eserine dönüştürmek için dünyanın öbür ucunda arar, bulur, getirir.
Şimdi bir yarış başlamıştır. İmâmeler âhenkli biçimde uzamış, üzerlerine halkalar sikkeler giydirilmiş, bir tesbihe binlerce altın ya da gümüş çivi çakılmış, yakutlar, zümrütler, pırlantalar kakılmış, tânelere birer birer ne yazılar yazılmıştır. Kısaca söylemek gerekirse, tesbihde “tezhib” devri yaşanmaktadır.
HİLYE
İnsanlık tarihinde, İslam Peygamberi Hz. Muhammed (sas) kadar bütün söz ve davranışları, hayatın en ince teferruatına kadar kitaplara kaydedilen başka bir şahsiyetin var olduğu söylenemez. Yine insanlık tarihinde İslam ümmeti kadar peygamberinin ağzından dökülen hikmetli sözleri ve onun tarafından sergilenen örnek tutum ve davranışları sonraki nesillere aktaran ve bunu aktarmak için de binlerce cilt literatür oluşturan başka bir ümmet olmasa gerekir.
Resul-i Ekrem’in (sas) örnek hayatını ve insanlığa hidayet yolunu gösteren çalışmlarını anlatan siyer, meğazi ve tarih kaynakları; onun söz ve davranışlarını nesilden nesle rivayet eden müsnedler, sünenler, camiler, mu’cemler, musannefler ve bu eserlerde yer alan rivayetleri denetlemek için oluşan rical, tabakat, cerh-ta’dil çalışmaları; onun fiziki vasıflarını ve ahlaki özelliklerini tasfir eden delail, şemail ve hilye türü eserler, nihayet ona olan aşkımızı ve sevgimizi ifade eden naatlar, kasideleri miraciyeler ve mevlitler ve daha burada zikredemediğimiz sayısız telif ve tasnifler, hep onu bize anlatan ve tanıtan; onun hadislerini bize aktaran; sünnetini ve mesajını bize ulaştıran eşsiz kaynaklardır.
Siyer-i nebi içinde yer almakla birlikte şemail’in bir bölümü olarak ortaya çıkan ve bir insan olarak Resul-i Ekrem’in özellikle bizim kültür ve edebiyatımızda özgün kompozisyonlarıyla aşk-ı Muhammedi’nin bir nişanesi olarak Sevgili Peygamberimizin (sas) fiziki özelliklerini ve bedeni güzelliklerini tasvir eden edebi eserlere ve aynı konuda hüsn-i hat ve tezhib sanatıyla bütünleşerek gözümüze ve gönlümüze hitap eden muhteşem levhalara verilen isimdir.
Hilyeler, Sevgili Peygamberimizi dünya gözüyle görüp iman ederek bilip tanıyanların dilinden, onu hiç görmeden iman eden ve bilip tanımak isteyen Müslümanların gönüllerinde yanan aşk ateşine bir nebze olsun serpilmiş damlacıklardır. İslam toplumlarında tevhid inancının temel ilkelerine halel getirebileceği düşüncesiyle Hz. Muhammed’in (sas resmini çizmek hiçbir zaman tasvip edilmemiştir. Bunun yerine görenlerin tariflerinden hareketle Resul-i Ekrem’i (sas) tanıyıp anlatma, bir başka ifadeyle beşer kelamının elverdiği ölçüde yazı ile onun portresini çizme yolu seçilmiştir. Dolayısıyla hilyeler, Peygamber Efendimizi görme şerefine nail olmuş kutlu bir nesil tarafından ona duyulan engin muhabbetin ve onu görme bahtiyarlığına erişememiş ümmeti tarafından ona karşı hissedilen derin hasretin bir ifadesi olmuştur.
Ancak şurası iyi bilinmelidir ki, Resul-i Ekrem’i (sas) tanımak sadece onun suretini ve hilyesini ya da şemailini tanımak değildir. Aslolan bir medeniyet tesis ederken Sevgili Peygamberimize (sas)rehberlik eden ilke ve esasları tanımaktır.