Sayın Meltem Demirören,
Hürriyet’ten 50’ye yakın gazeteciyi bir çırpıda kapının önüne koymanız arkadaşlarımla aramda kavga çıkardı.
Arkadaşlarım, bir kadının böylesine acımasız olabileceğini düşünmediklerini söylediler.
Ben de “Tam tersine” dedim, “kadın yönetici aldığı kararların sonuçları üzerine hiç kafa yormaz, sadece yapar.”
Kadıncı tarafla kadıncı olmayan taraf girdik birbirimize.
Sonuç?
Kafamda bir yığın soru.
O soruları medya kazanına atmak yerine, muhatabına sorayım dedim ben de;
Bir:
“Up in the Air” filmi vardır Meltem Hanım, yeni iş ilişkilerini sorgular.
Başrolde George Clooney oynar.
George’un görevi “işten kovuculuk”tur.
Şirketler işten çıkarmak istedikleri kişiye onu gönderirler.
Bizimki de çalışanlara, kovulduklarını şöyle ifade eder: “Pozisyonunuz kapatıldı.”
Dondurucu soğuk cümle.
Ama. Hürriyet’te haber toplantısında ya da askerde olan gazetecinin evine yolladığınız “işletmesel nedenlerle” yazan tebligat kadar soğuk değil.
Benim bir gazeteci arkadaşım var Meltem Hanım.
İşsiz kaldığı zaman, ailesi bilmesin diye sabah işe gider gibi evden çıkar, cebinde parası olmadığı için de soğukta dışarıda dolaşır, akşam evde işten gelmiş gibi yapardı.
Siz şimdi işine son verildiği yazan tebligatı eve gönderince, gazetecinin “işe gidiyorum” yalanını söylemesini de elinden almış olduğunuzu hiç düşündünüz mü?
İki:
“Sendikalı gazetecilerin işten çıkarıldığı” tezine hiç inanmadım, zira örgütlenmesi bu kadar etkisiz başka bir meslek bence yok.
Dedim ki, bu tür işten çıkarmalar, yeni yayın yönetmeninin, gelmeden önce verdiği listeye göre yapılır.
Yeni yayın yönetmeni “şunları işten at, kendi ekibimi kurayım” der, çöpsüz üzüm ister yani.
Süreçte, Vahap Munyar bu nedenle devre dışı tutuldu, yüzde bin iddiaya varım, öyle değil mi Meltem Hanım?
Üç:
Şirket sizin, istediğiniz kararı alırsınız da, “eve tebligat yollayalım, üstüne mail hesaplarını hemen kapatalım” aklını size veren danışmanınızı hiç sorgulamadınız mı?
“Empati” hangi dağda ölmüş olabilir? Gazetecilerin bunca yıl biriktirdiği iletişim ağlarına el koymak ne demek?
Dört:
Çok okunduğunu düşündüğünüz üç, beş yazarı tutup, diğerlerini yollamanın “işletmesel” mantığı var mı?
Mesela Ayşe Arman’ın “işletmesel kararlara” istifa ederek meydan okuyacağı hiç akıllara geldi mi?
Ayakları yoksa masa, masa olmaya devam edebilir mi?
Cevap verseydiniz yazardım…
BÜLENT ARINÇ’IN ZEKÂSI
Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyesi Bülent Arınç, “KHK bir faciadır. Çevremde o kadar çok var ki, onlardan özür diliyorum” deyince, ben de;
Bir, “Bülent Bey istişare adresini şaşırmış olabilir mi” dedim.
İki, “damadının FETÖ’den aklanmasını sessizce unutturmaya çalışmak yerine bunca telaş acaba neden” dedim.
Üç, “Hükümete KHK yetkisi verilirken tatil programı yaptığını mı sanıyordu” dedim.
Dört, “hangi KHK mağdurlarını kastetmiş olabilir, her türden insan o torbada” dedim.
BİRİLERİ, BİRİLERİYLE DALGA GEÇİYOR
ABD’nin, El Bağdadi’nin olmayan cesedini denize gömdüğünü açıklaması bana şu tekerlemeyi hatırlattı:
“Komşu komşu hu hu/ Oğlun geldi mi / Geldi / Ne getirdi / İncik boncuk / Kime
kime / Sana bana / Başka kime / Kara kediye / Kara kedi nerde / Ağaca çıktı /
Ağaç nerde / Balta kesti / Balta nerde / Suya düştü / Su nerde / İnek İçti / İnek
nerde / Dağa kaçtı / Dağ nerde / Yandı bitti kül oldu…”
NİHAYET BİRİ BENİ DUYDU
Duyan da Fatih Altaylı oldu.
Süleyman Soylu “Çukur” dizisine itiraz edince Fatih Altaylı, “ATV’deki Müge Anlı gibi gündüz programlarındaki şiddete, Emniyet güçlerinin küçük düşürülmesine kimse ses çıkarmayacak mı” diye sordu.
Soylu’nun, emrindeki teşkilata “Müge Anlı kadar olamıyoruz ayıp bize” demeyişine dikkat çekti.
Taa 16 Kasım 2016’da ben yazmışım, “Müge Anlı’ya ödül vermek, emniyet güçleriyle dalga geçmek değilse nedir?” demişim.
Emniyetimiz gibi haberciliğimizin de Müge Anlı’ya ihale edildiğini de 14 Ekim 2018’de yazmışım.
En son 14 Ocak 2019 tarihli yazımda “Müge Anlı’nın programı, emniyet güçlerini rencide etmiyor mu?” diye sormuşum.
Yani, Altaylı’nın “kimse ses çıkarmayacak mı” sorusundaki “kimse” ben değilim.
SEVDİM
Cumhurbaşkanlığı’nın “resepsiyon” sözcüğünü, “kabul töreni” olarak çevirmesini sevdim.
TRT’nin 29 Ekim kutlama filminde “Cumhuriyet bayramımız” demesindeki, Cumhurbaşkanlığı bayram tören salonuna asılan yazıdaki “Cumhuriyetimizin” ifadesindeki “biz”i sevdim.
Hazal Kaya’nın, hamileliğinde kaç kilo aldığını soran muhabirlere, “Ne kadar ayıp!” diyerek, unutulan “ayıp” sözcüğünü hatırlatmasını sevdim.
Boş boş bakarak banka hesaplarını kabartan onca dizi oyuncusuna karşılık, “Klan”da oynayan Halil Babür’ü sevdim.
NE ŞİMDİ BU?
Milli Eğitim Bakanı Ziya hoca baktı ki, eğitim sistemimizi düzeltecek bir şey yapamıyor...
Eğitimde dünya sıralamasında yükselmek için çareyi öğretmenlere önlükte buldu.
Eskiden öğrenciler önlük giyerdi, önlükleri çıkardık eğitim düzeyimiz daha geriye gitti.
Şimdi de öğrenciden çıkardığımızı öğretmene giydirdik.
Biri bana eğitimde iyileşme için bula bula önlük bulduğumuzun şaka olduğunu söylesin.
NE OLACAK SİNEMANIN HALİ?
AVM’lerin birindeyim.
Günlerden cumartesi. Dışarısı soğuk.
En büyük sinema işletmelerinden birinin gişeleri bomboş.
O uzun bilet kuyruklarından eser yok.
İn cin top.
Gösterimdeki filmlerin her biri diğerinden berbat, ondandır dedim.
Aklıma biletlerin 30 TL olduğu geldi, 30 kuruşu hak eden film yok.
Bir biletin yarı fiyatına dijital platform üyelikleri var artık.
Diyeceğim o ki, sinema salonları ölmüş, cenaze namazı kılınmamış.
Yani… Hava soğuk, filmler berbat, biletler pahalı. Oturun evinizde.
Not: Biri Ertuğrul Özkök’e farklı filmlerin seyircilerini toplayarak izleyen kişi sayısına ulaşılamayacağını söylesin. Zira, Recep İvedik’in beş filminin izleyicisini toplayıp 30 milyon seyirci buluyor! Seyirciyle gişeyi karıştırıyor.
AKLIMDA KALAN
Bir, Odatv.com’un tıklanma oranı: Medyamız sapır sapır döküldükçe odatv.com’un okur sayısı artıyor. Çünkü haberde “güvenilir kaynak” arayan onları buluyor. Güvenilir olunca, haber kaynakları da haberi oraya fısıldıyorlar. Sonuçta da odatv.com, günlük 1 milyon 250 bin kişiye ulaşıyor, 2 milyon 100 bin
giriş alıyor. Yeni zamanlarda kim “güven” kavramına sahipse, yükselen o olur.
İki, 23 Nisan’ın 100’ü: Hep söylüyorum 23 Nisan’ın 100 Yılı, şöyle ağız tadıyla kutlayacağımız bir bayram olsun. Zaman daralıyor belediyeler popçu peşine düşüyor. Çok sıkıcı çok. Kaldı 171 gün. 23nisanfestivali@gmail.com @23nisanin100u #23nisanin100ü