Çok uzatmadan başlığı açayım; “Merak”, Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayının kim olacağını, “kedi” de seçmeni anlatıyor.
Seçmeni kediye benzetmeme itiraz edenler olursa abes olur, ama şaşırmam, geçelim.
TBMM’nin açıldığı gün, bir CHP yöneticisine yine, yeniden “adaylarının kim olacağı” sorulunca, şöyle dedi: “Bu merak halkımızın bize yönelen teveccühünü de gösteriyor.”
Sürekli “aday kim olacak” kazanının altındaki ateşe odun atılıyor. Adeta top çevirme üstadı olundu.
Muhalif partilerin yöneticileri bu durumdan haz duyuyor.
Dikkatleri “Millet İttifakı adayı” üzerinde tutmaya yönelik bu taktiklere kafa yorulduğu kesin.
Ya Cumhur İttifakı’nın adayı Erdoğan olmazsa? Bu konuda kafa yoran yok.
Erdoğan da bir insan ve seçime daha çok zaman var, çıkıp “Artık canım istemiyor” diyemez mi? İhtimal sıfıra yakın olsa da siyaset, sonsuz olasılıklar dünyası.
Geçelim.
Anlaşılan o ki muhalefet, seçmende aday merakı uyandırmanın seçim kazanmaya yeteceğine inanmış.
Bildiğim, “merak”ın seçim kazandırdığını gösteren bir araştırma yok.
Aksine, süreç iyi yönetilmezse çoğu zaman ters işler.
“Merak kediyi öldürür” sözü, pek çok kültürde yerleşik bu anlayışın özetidir.
Meraklandırma süresini uzattıkça, şunlara da kapıyı açmış olursunuz;
Bir, seçmenin beklenti düzeyi yükseldikçe, aday kim olursa olsun, dağ fare doğurdu hissi ortaya çıkar.
İki, adaya öyle nitelikler atfetmeye yol açılır ki, Anıtkabir’den Mustafa Kemal çıkıp gelse, tartışmaya neden olabilir.
Üç, ismi geçenlerden biri olursa, “Baştan belliydi bu kadar uzatmaya ne gerek vardı” denir.
Dört, yeni, duyulmadık bir isim açıklandığında ise seçmen, oyuna getirilmiş hissedebilir.
Merakı yönetmek zor iş.
Kaldı ki, seçim kazanmanın artık tek bir formülü var: “İçinde bulunulan durumdan seçmeni kim çıkarabilir” sorusuna cevap vermek.
“İNANDIĞIN YOLDAN DEĞİL, GÖSTERDİĞİM YOLDAN YÜRÜ”YECEKTİN
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iletişim tarzında değişiklikler oldu.
Yeniden “halkın arasına karışan Erdoğan”, mesajları paylaşılmaya başladı.
Markete gidiyor, gazete okurken kedi seviyor, spor yapıyor, gülümsüyor. “Güçlü tek adam Erdoğan”dan “insan Erdoğan”a geçiş yapıldı.
İletişim anlayışındaki bu dönüşüm, zamanlaması açısından biraz gecikse de doğru oldu.
Erdoğan’ın iletişiminden söz ederken geçen haftaki bir konuya da değinmeden olmaz.
Kısa bir süreliğine Erdoğan’ın iletişim işlerinden sorumlu olan Faruk Acar’ın, İYİ Parti’ye transfer olduğu haberinde “Erdoğan’ın kazanmasında rol oynadığı” ifadesi yer aldı.
Bu konuda iki noktanın altını çizmem gerek;
Bir, Erdoğan’ın seçim kazanmasında iki isim rol oynamıştır, biri Erdoğan’ın kendisidir, diğeri Erol Olçok’tur. O ifade öyle her önüne gelen tarafından kullanılamaz.
İki, Erdoğan’ın yakın çevresinden iyi bildiğim konu, Acar’ın “İnandığın yolda yürü” sloganı ve kampanyasından rahatsız olunduğudur.
O sloganı eleştiren epeyce yazı yazdım, o zaman bana “sloganın parti içerisinde de epeyce tartışmaya neden olduğu” söylenmişti.
O günlerde Acar’a yol görünmüştü.
Yine de belirtmem gerekir, araştırmacıdan kampanyacı olmaz, kampanyadan tek sorumlu da kampanyacı olmaz, seçim sonuçları da kampanyacıya bağlanamaz.
ODTÜ’DE NELER OLUYOR?
Üniversitelerin yüz yüze eğitime geçmesi, “eğitimin online’ı olmaz” diyen benim gibi hocaları pek sevindirdi.
Süreç, sorunları da beraberinde getiriyor. Uyum güçlükleri oluyor, sorunların giderilmesine çaba harcanıyor.
Bir de online eğitimde ısrar edenler var.
ODTÜ gibi.
Türkiye’nin ve dünyanın en saygın üniversitelerinden olan ODTÜ’de birinci sınıflar yüzde 100 online!
YÖK’ün “yüzde 40 online” kriteri bile uygulanmıyor.
Başka üniversiteler için anlaşılabilir bu durum, ODTÜ için anlaşılamaz.
Çünkü, ODTÜ’yü kazanmak en yüksek çıtadır, genç bir insanın neredeyse 18 yıllık üstün çabaları sonucunda olur.
ODTÜ’yü kazanan bir genç ve ailesi, kampüsten içeri adım atmanın heyecanı için bekler. Üniversitelerin işi o heyecanı beslemektir, öldürmek değil.
Sonra da çıkıp “eğitim online” diyemezsiniz. Hijyen koşullarını gerekçe gösteremezsiniz.
Yıldız Tilbe konseri için hijyen kuralları yok da eğitim için nasıl var?
ODTÜ’yü online sertifika veren kurumlarla eş etmek olacak şey değil.
İlk öğretim, orta öğretimde minicik çocuklar okula giderken, zekâ ve bilinç ortalaması Türkiye’nin üzerinde olan bir üniversitede online eğitim anlaşılamaz.
Konuyu araştırınca, “yönetimin hocalara sorduğunu, hocalardan böyle bir karar çıktığı” söylendi.
ODTÜ’nün özverisiyle meşhur hocaları böyle bir karar almış olamaz. Ve hiçbir neden, yıllarca çalışıp ODTÜ’yü kazanmış gençlerin hayal kırıklıklarını haklılaştıramaz.
Boğaziçi Üniversitesi’nden de çok şikayet var. Yönetimin hocalarla işbirliği yapmaksızın hayata geçirdiği pandemi eğitim sürecinin, kaosa neden olduğu yönünde.
Unutulmasın, yönetilenlerle işbirliğine gitmeyen yönetimler uzun ömürlü olamazlar.
KAFESTEN ÇIK
Yazma serüvenimde kendime hep şu iki tembihi yaptım;
Bir, sadece akademinin anlayacağı dilde yazma, bilgiyi anlaşılır dille herkese ulaştır.
İki, hangi karşı mahalle olursa olsun, onlarla arana duvar ören bir dilden kaçın, duvarı kaldır.
İnsan kendi yaptığı kafese tıkılı kalmaktan kurtulmalı.
Kendi kafesinde hem de gönüllü olarak kaldıkça, ne ilerleme, ne iyileşme ne de ortak anlayış gelişir.
Zaten tüm sınırlar eriyor.
82 yaşındaki şahane perküsyon ustası Okay Temiz, “Çok isterdim, bir popçunun, mesela Serdar Ortaç’ın öncesinde onun dinleyicisine çalayım. Müzik insanların tavrını değiştiriyor. Yoksa nereden bilecekler Okay Temiz’i?” demiş.
Benim de yazarken yapmak istediğim tam buydu.
Fazıl Say konseri öncesi Kibariye gibi, Kibariye konseri öncesi Fazıl Say gibi yazmaya çalışmak.
Okura ulaşmayan fikir, şahane olmuş neye yarar?
OLMAZ Kİ
Bir, Çanakkale’de yapılan dünyanın en uzun asma köprüsüne “1915 Çanakkale” ismi verilmiş.
Ertuğrul Özkök itiraz etmiş: “O bölge dünyada Troya olarak biliniyor. Küresel bir isim olsun, adı Troya olsun.”
Olmaz. Troya küresel değil, yerel bir isim. Küresel isim olsun derseniz “1915 Köprüsü” olsun. Hem anlamı hem de rakamlarla daha da küreseli olamaz.
İki, eskiden Dr. Ümit Aktaş’a saygı duyardım, artık duymuyorum.
Bir insan aşı karşıtı olabilir, kendisini bağlar. Ne var ki bir doktorsan, başkalarının sağlığının sorumluluğu da üzerindedir. Konuşurken, yazarken bin defa düşünmen gerekir.
Onun kitaplarını basan yayınevi sahibi koronadan öldü. Ailesinden ölenler oldu, eşi ve birçok akrabası hastanede.
“Kimse ölümden muaf değil” pişkinliğine vuramazsın, başka ülkede bu kadar rahat televizyonlara çıkartılamazsın.
Üç, ismini anmak istemediğim bir kadın köşe yazarı ve yorumcu “(Başkanlık sistemi konusunda) Yanılmış bir gazeteciyim” demiş.
Bunlar karı, koca sürekli yanılıyorlar ama bir şey olmamış gibi yollarına devam ediyorlar.
Şimdilerde ülkem gazete ve ekranları sürekli olarak yanılan “gazeteci”lerle dolu.
Biz okulda “Gazeteci yanılmaz” üzerine dersler anlatırız, yanılmaz çünkü hiçbir konu ve kişiye körü körüne bağlı olmaz, çıkar peşinde koşmaz. Kendisini sadece haberin ahlakına teslim eder.
Geldiğimiz hale bakın.
Dört, Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde yer alan eserlerin kodlarıyla envanter kayıt sistemindeki kodların uyumlu olmadığı Sayıştay raporunda ortaya çıktı.
Böyle bir olay, gelişmiş her ülkede infial yaratır. Kıyamet kopartır.
Bizde çıt yok.
Orası sadece bizim değil dünyanın gözbebeği olması gereken bir müze. Benim de tutkum.
Lütfen Kültür ve Turizm Bakanlığı ayrılsın, kültür ehil ellere teslim edilsin.
Beş, Yavuz Bingöl hani şu haksızlığın, eşitsizliğin karşısında olarak ün yapan türkücü var ya o, torununu sevmek için özel uçak talep ediyormuş.
Pes ki ne pes! Şöhret şımarıklık getirir ama kime getirir, çiğ olana getirir. Biz Yavuz Bingöl’ü yeterince pişmiş sanıyorduk, yanılmışız.
ÜÇ TEKNİK ADAM MESELESİ
Bir, Fatih Terim egosu.
Zor bela kazanılan Rize galibiyetinin ardından “Allah hediye verdi” demiş. Her galibiyeti kendine, her yenilgiyi kendi dışında herkese mâl eden Terim’in geldiği noktaya bakın.
İki, Sergen Yalçın karakteri.
Hep “kendisi gibi olursa, karakterini takıma yansıtırsa kazanır” dedim. Haklı çıktım. Ve fakat, kendi gibi olmayı takım dışına yansıtmasa iyi olacak.
Zekisin anladık ama oraya buraya tekme atmak Beşiktaş teknik adamına yakışmaz.
Üç, Ersun Yanal düşüşü.
Bence geçmişte Türkiye’nin en iyi teknik adamıydı. Gençlerbirliği, Milli Takım, Fenerbahçe, Trabzon derken Antalyaspor’dan da kovuldu.
Eski bir sohbetimizde, uyarmış, “Dikkat etmezsen izbe bir meyhanede ‘ben bir zamanlar…’ diye başlayan cümleler kurarsın” demiştim.
Haklı çıkmak en nefret ettiğim şey.
Yetenek yetmez, kariyeri ve özel yaşamı da yönetmeyi becermek gerek. Birinde aksarsan diğeri de tepetaklak gidiyor. Yazık.
AKLIMDA KALAN
Estetik operasyonlarla zombileşmek: Bir zamanların efsanesi Ricky Martin’in fotoğrafını ya da kendisini görenler şaşırıyor. Şişirilmiş yüzde kaybolmuş gözler, plastik bir gülüş. Android bir tür gibi. Siz siz olun estetik operasyonlara abanmayın. Özellikle erkeklerde estetik işlemler çok itici bir sonuç doğuruyor. Yaşlanmaktan estetikle zombileşecek kadar korkan kadın ya da erkeklerden uzak durun. Kendisiyle barışık olmayan insan, kimseyle sağlıklı iletişim kuramaz.