1969 yılında Ürdün’ün Ankara Büyükelçiliği Mescid-i Aksa hakkında Türkiye Dışişleri Bakanlığına gönderdiği konuya dair bilgilendirme notunda diyordu ki:
Müslümanlar nezdinde ve bütün dünya milletlerince, Mescid-i Aksa, kutsiyetini ve ehemmiyetini, dini, medeni ve insani olmak üzere, üç cihetten kazanmaktadır.
Öncelikle dini kutsiyeti, Peygamber Efendimizin İslamiyet’in ilk günlerinde, namazlarında, 3 ay müddetle Mescid-i Aksa’ya kıble olarak yönelmiş olmasından ileri gelmektedir.
Bu müddet zarfında, Peygamberimiz, her namazda Cenabı Hak’tan kendisine hidayet ve ilham vermesini dua ederek, ibadetini tevcih edeceği bir yön, bir kıble göstermesini dilemiş, nihayet Allah’tan gelen emirde, Kâbe’yi kıble ittihaz edinmesi bildirilmiştir. Bu husus Kur’an-ı Kerim’de: “Yüzünü Mescid-i Haram’a yönelt” ayetinde açıklanmıştır. Bu nedenledir ki Mescid-i Aksa, İslam’ın ilk kıblesi vasfını almış bulunmaktadır.
Mescid-i Aksa’nın diğer kutsiyet nedeni ise, bu mukaddes mahal, Peygamber Efendimize miraç müyesser olduğu gece, Mescid-i Haram’dan, Kâbe’den, Kudüs’e, Mescid-i Aksa’ya varıp, orasının, miraç için hareket noktası olarak seçilmesindendir. Bu husus da, Kur’an-ı Kerim’de, İsra suresinin ilk ayetinde açıkça belirtilmiştir.
Peygamberimizin bir hadisinde açık bir surette, Müslümanlara ziyaret etmelerini tavsiye ettiği üç mescitten biri yine Mescid-i Aksa olmuştur. Diğerleri ise Mescid-i Haram (Kâbe) ve Medine’deki kendi mescidi, Mescid-i Nebevi’dir.
Dolayısıyla Mescid-i Aksa İslamiyet’in ilk kıblesi, Peygamber Efendimizin Mirac’a çıkışının hareket noktası ve nihayet, Mekke ve Medine’den, yani Harmeyn-i Şerife’den sonra üçüncü mukaddes İslam mabedidir.
Mescid-i Aksa’nın bulunduğu yerler, Müslümanlar için en mukaddes yerlerden biridir. Çünkü Cenabı Hak, Kur’an-ı Kerim’de (Mescidin etrafını mübarek kıldık) demiştir. Bu etraftan maksat, Filistin ve bütün Ürdün olarak kabul edilir.
Mescid-i Aksa’nın kültürel açıdan da ehemmiyeti oldukça büyüktür. Burası öteden beri ilim ve irfan kaynağı olmuştur. Buradaki okullar ve medreselerde birçok İslam uleması yetişmiş, ulemadan birçok zat kitap ve eserlerini burada yazmış ve neşretmiştir. Burada yapılan tedrisat arasında İmam Gazali’nin Hüccetü’l-İslam’ı zikredilebilir. Hatta yakın zamanlara kadar Mescit’te her gün öğle ile ikindi arasında, birçok din âlimleri ders verirdi. Ramazan aylarında ise bu kültürel hareket kat be kat artardı.
Mescid-i Aksa’nın insani ve ölmez bir abide oluşu da üzerinde durulması gereken önemli bir cihetidir. Her şeyden evvel mimari bakımdan büyük bir sanat eseridir. Ona karşı girişilecek her türlü kötü hareket, insanlık vicdanına indirilmiş bir darbe olarak telakki olunacaktır.
Mescid-i Aksa’nın inşası, Kudüs’te ilk mescidi bina eden, üçüncü halife Hazreti Ömer ibni’l-Hattab olmuştur. Hazreti Ömer, öncelikle mescidin inşa edileceği araziyi sahiplerinden satın almış, bakımsız bir çorak olan o araziyi imar edip güzelleştirmiştir. Hazreti Ömer’in mescidinin boyu, ilk yapılışında takriben 25 metre, eni ise 6 metre kadardı. Bilahare Emevi Halifesi Velid ibn-i Abdülmelik, Ömer mescidinin yanında ve ona batı ve kuzey taraflarından bitişik olarak şimdiki büyük binayı yaptırmış ve her yönden kapılar açtırarak onunla birleştirmiştir.
Bu cami 1300 senelik bir tarihi bina olup dünyadaki üstü örtülü camilerin en büyüklerinden biridir
Yüksekliği takriben 15 metredir. Tavanı mermer sütunlar üzerine oturtulmuş, nefis oyma ve tezyinat ile süslenmiş ve üzerlerine ayetler yazılmış ahşap kemerlerle takviye edilmiştir. Yazılar ve tezyinat en büyük hattatların eseri olup İslam edebi tarihinin güzel eserlerindendir.
Mescid’in güney kısmındaki nefis tezyinatlı kubbeye gelince, bunun ahşap kısmı, maalesef çıkan bir yangında tamamen yanmıştır.
Tarih boyunca bütün İslam devletleri, bu mübarek mescidin muhafazasını ve bakımını üstlenmişlerdir. Osmanlı Devleti dört asır boyunca söz konusu vazifeyi üstüne almıştı. Deprem dolayısıyla zarar gören kubbesi tamir edilmiş ve tamir masrafına Türkiye de katılmıştır. Ayrıca Türkiye oraya bu iş için mühendisler de göndermiştir. Mühendislerden bazıları, tamir işlerini takip etmek üzere, bir sene orada kalmıştır.
Mescidin en nefis sanat eserlerinden biri de Nureddin bin İmadeddin Zengi’nin yaptığı minberdir. Söz konusu minberi Salahaddin Eyyubi oraya nakletmiş ve yerine koydurttuktan sonra, Kudüs’ün fethi günü ilk hutbeyi o minber üzerinde okumuştur. O günden bu tarafa, 21 Ağustos 1969 Perşembe gününe kadar, hakkın sesi o minberden dünyaya duyurulmaya devam olunmuştur.
Nureddin bin İmadeddin Zengi’nin eseri o muazzam minber yekpare abanız ağacından yapılmış ve işlenmiş bulunuyordu. Tezyinatı fildişi ile süslenmiş ve oymalardaki incelik o tarihlerdeki İslam sanatkârlarının maharetini ve ince zevk ve sanat kabiliyetini açıkça gösteriyordu.
Minberin derinliği yaklaşık 4 metre, genişliği 1 metre ve kubbeye kadar olan yüksekliği ise 8 metre kadardı. Hutbe koltuğuna kadar 20 basamak merdivenle çıkılırdı. Minberin kubbesi de ayrı bir güzellikte sanat eseriydi.
Minberin merdiven kapısı iki kanatlı olup, normal zamanlarda kapalı durur, imam veya vaiz hutbe okuyacağı günlerde, Cuma namazlarında kapı açılırdı. Minberin sağ ve sol merdiven yanları görülmemiş nefasette oymalarla süslenmiş, fildişi tezyinatla bezenmişti.
Bu minbere, yapıldığı 300 seneden beri, son felaket gününe kadar en ufak bir hasar ve sıyrık dahi olmamıştı. Dünya çapında bir kıymet teşkil eden bu sanat eseri, 1969’de bir Yahudi gencinin sebebiyet verdiği yangında maalesef bütünüyle yanmıştır. Böylece bu eşsiz abide, kül olmuştur. Fen ve sanat bakımından, şimdi milyonlar verilse bile, o eserin bir daha temin edilebilmesi artık mümkün değildir. Esasen minberin kaybı yalnız İslam âlemi için değil, bütün insanlık için elim bir felaket olmuştur.