"Metin Akpınar saçma sapan konuşuyor, hepsi bu!"

İsmail Kılıçarslan: Metin Akpınar’ın ettiği bu sözler yüzünden bir savcı tarafından ifadeye çağrılmasını da çok sorunlu buldum. Saçma sapan konuşuyor, hepsi bu...

Konuk oldukları Halk TV'deki bir programda sarf edilen ve tepki çeken sözleri üzerine haklarında soruşturma başlattığı Müjdat Gezen ve Metin Akpınar, sevk edildikleri mahkemede adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.

Özellikle, toplumun büyük bir kesimi tarafından sevilen Metin Akpınar'ın soruşturmaya tabi tutulması pekçok vatandaşı üzdü.

Bugün Yeni Şafak'taki köşesinde, bu soruşturmayı yorumlayan İsmail Kılıçarslan, "Elbette ifade özgürlüğünün sınırları bellidir. Ancak nerdeyse baştan sona dinlediğim o konuşmasında Metin Akpınar’ın bu sınırı aştığı kanaati oluşmadı bende. Saçma sapan konuşuyor, hepsi bu." ifadelerini kullandı.

İşte o köşe yazısı;

- Akpınar, Telli, Öztürk

Önce şu: Metin Akpınar’ın bir televizyon kanalında sarf ettiği sözlerin pek çoğunu sorunlu buldum. Darbeden neredeyse özlemle bahsetmesi, Türkiye’nin bir faşizm devleti olduğunu ihsas etmesi, iç savaş beklentisi, sekülarizm övgüsü, gergedan benzetmeleri falan en hafif tabirle bir “tiksinti duygusu” oluşturdu bende.

Sonra da şu: Metin Akpınar’ın ettiği bu sözler yüzünden bir savcı tarafından ifadeye çağrılmasını da çok sorunlu buldum. Netice itibariyle kişilerin saçma sapan konuşma haklarının olduğunu düşünüyorum. Elbette ifade özgürlüğünün sınırları bellidir. Ancak nerdeyse baştan sona dinlediğim o konuşmasında Metin Akpınar’ın bu sınırı aştığı kanaati oluşmadı bende. Saçma sapan konuşuyor, hepsi bu.

Dahası: Müjdat Gezen, Uğur Dündar, Fatih Portakal, Metin Akpınar, Yılmaz Özdil ve benzeri isimlerin çok işe yaradığını düşünüyorum ben. Türkiye’nin değişimine, yenilenmesine ayak uyduramayan, dahası buna ayak direyen kitlelerin gazını alma görevini üstleniyorlar. İmza gününde Yılmaz Özdil’in boynuna sarılıp hüngür hüngür ağlayan o kız mesela bir varlık, bir varoluş alanı buluyor kendisine bunu yaparak. Malumunuzdur ki o varlık ve varoluş alanının sağlıklı şekilde ilerlemesi milyon tane tehlike bertaraf eder memlekette.

Önce şu: Şair Ahmet Telli’nin neredeyse hiçbir politik fikrine, hiçbir siyasi görüşüne katılmam. Irk temelli kötü bir Kürtçülük söylemi vardır bana kalırsa. Çağdaş sosyalizmin epeyce önce bıraktığı bir “kötü ezberler silsilesi” ile konuşur. Beğendiğim birkaç şiiri olduğu doğrudur ama şair listemde de yer almaz. Fazla romantik bulurum şiirlerini ve şiirde fazla romantizm hiç bana göre bir şey değildir.

Sonra da şu: Hacettepe Üniversitesi rektörlüğünün izin verdiği, salon tahsis ettiği bir etkinlikte bir grup insanın Ahmet Telli’nin konuşmasına izin vermemesi, onu ölümle tehdit etmesi her bakımdan aptalcadır. Bunun yakışanı o salona oturup, sorularla, hatta belki daha şık bir takım protestolarla Ahmet Telli’ye karşı görüşlerini ifade etmektir.

Dahası: Adaletin tecelli etmesini istemek başka, bunun için kafamıza estiği gibi bir yöntem belirlemek bambaşka bir şeydir. Doğrusu, söylenenler doğruysa ve etkinlik alanına Apo posterleri v.b asıldıysa bu suçtur ve bu suçun karşılığı vardır, olmalıdır. Bu işi yapanlar hak ettikleri cezayı almalıdırlar. Ancak dağ başı yöntemleriyle değil, hukukla. Hatta Ahmet Telli’nin konuşmasında da terör örgütü propagandası varsa bu da cezaya konudur elbette. Ancak toplanıp protesto ederek konuşmasına müsaade etmemek bir cezalandırma yöntemi değildir.

Önce şu: Mustafa Öztürk’ün tarihselciliği bence fevkalade başarısız bir tarihselciliktir. Kur’an’ı ve dini anlamada pekâlâ zaman zaman başvurulabilecek bir yöntem olan tarihselciliği de bütün bütün nefret edilecek bir olguya dönüşmüştür Öztürk bana kalırsa. Cennet meselesindeki sözleri de, kıssalara yaklaşımı da, vahyin niteliği konusunda yürütmeye çalıştığı tartışma da son derece isabetsizdir. Üstelik bu tartışmaların bir bakıma “arkaik” tartışmalar olduğu meselesini de gözden kaçırmamak gerekir. Geride kalmış, kapanmış, çözümlenmiş bir takım meselelere tekrar tekrar dönmenin bugün cari olan din diline son derece negatif katkılar yaptığı da açıktır. Yani şunu şöylece söylemek gerekir. Öztürk, kamuyu zerrece ilgilendirmeyen konuları bir şekilde gündeme taşıma gayretiyle sürekli eleştirdiği popüler vaizlerle aynı yere düşmektedir. Hatta bu yanıyla Öztürk bir “ilim insanı” değil bir “popüler vaiz” gibi durmaktadır. Her ne kadar kendisi bunun böyle olmadığını iddia etse de günün sonunda tarihselcilerle popüler vaizler Türkiye’deki din dilini ortaklaşa esir almış durumdadırlar bence. Ve yine kanaatim odur ki iki taraf da bu “iktidar alanı”nı paylaşmaktan memnundurlar.

Sonra da şu: Öztürk’ü çatır çatır eleştirmek de, bu eleştirileri bir kamuoyu kampanyasına dönüştürmek de son derece normaldir. Normal olmayanı ise eleştiriyi küfre, hakarete, tehdide ilerletmektir. Dolayısıyla neredeyse bütün görüşlerini isabetsiz/eksik/yanlış bulduğum Öztürk’e hakareti, küfrü, tehdidi de çok yanlış bulduğumu ifade etmek isterim. Öztürk’ü sert şekilde eleştiren metinlere ihtiyacımız var bence, ona sert şekilde küfür ve hakaret edilmesine değil.

Dahası: Hep söylüyorum, yine söyleyeceğim. “Hayati bir din meselesi” olarak ahlakı, davranış eğitimini, bir arada yaşama kültürünü öncelemezsek; Kur’an’ın da dinin de en temelde insanları “daha iyi hale getirmeye” yaradığını vaz’etmezsek halimiz haraptır. Sonu gelmez bir ahmaklık denizini andırıyor Türkiye’de dolaşımdaki din dili. Bir üçüncü yol bulamazsak, yani bu tarihselcilerle bu popüler vaizlerin iktidar alanında sıkışıp kalırsak vay yazık bize.

Hamas: Aç bırakma politikası soykırımın en çirkin araçlarından TEM otoyolunda muz yüklü TIR cayır cayır yandı 25 Kasım tarihli kararlar Resmi Gazete'de yayımlandı!
Sonraki Haber