Hava yeni kararıyordu…
Konya-Ankara otoyolundaki kamyonun önünde iki adam ve bir çocuk oturuyordu...
Şoförün yanındaki Yusuf Akyurt, cam kenarındaki oğluna bakarken aklından binbir soru geçiyordu...
O anda kamyon bir viraja girdi, kapı açıldı ve çocuk dışarıya savruldu.
İki adam çocuğun yanına gittiklerinde artık çok geçti…
Bu lanet ne zaman bitecekti?
Her şey 1930’lu yıllarda, bir yaz günü başlamıştı...
Konya Mevlana Müzesi’nin müdürü Yusuf Akyurt’un içi içini kemiriyordu.
Mevlana’nın sandukasının altındaki mezar odasının esrarı hiç aklından çıkmıyordu.
Efsanenin kökeni, Mevlana’nın vefat ettiği 17 Aralık 1273 gününe uzanıyordu...
Mevlana defnedilmiş, naaşı kabrinin altındaki 4 metrelik mezar odasına konmuştu.
İşte bütün sır bu odadaydı. Çünkü oraya kimse inmemişti. Küçük bir kız çocuğu hariç...
Anlatılanlara göre Sultan IV. Murat Mevlana’nın türbesini ziyaret etmiş ve merak ettiği o odayı görmek istemiş ama Mevlevi büyükleri tarafından engellenmişti.
Merakını yenemeyen Sultan, küçük bir oyuna başvurmuş; tesbihi odanın açık duran kapısından aşağıya ‘düşürmüştü.’Tesbihi almak için 7 yaşındaki bir kız çocuğu indirilmişti.
Çocuk, yukarı çıktığında yüzünde bir dehşet vardı.
Ama gördüklerini asla anlatamayacaktı; dili tutulmuştu.
1640 yılında da mezar odasının ağzı tuğlayla örülüp üzeri kurşunla kaplandı.
İşte o gün müze müdürü Akyurt, bu esrarı düşünüyor ve aşağıya inmeye hazırlanıyordu. Ve kapağı açmaya çalışırken ilk acı haber geldi; evi yanıyordu…
Bir süre sonra tayininin çıktığını öğrenip bir kez daha yıkılacaktı.
Ama asıl felaket onu Konya - Ankara yolu üzerinde bekliyordu...
Bu hazin öykü; Akyurt’un oğlunun cenazesinden sonra sandukanın başında gözyaşları içinde büyük düşünürden af dilemesi ile ‘şimdilik’ son buldu...
Şimdilik dedik, çünkü 746 yıllık bu gizem hala çözülebilmiş değil...
Kim belki de en doğrusu ‘o odada ne var’ sorusuna fazla kafayı takmamak...
Mevlana’dan istifade edebildiğimiz kadar edip, onu sırlarıyla başbaşa bırakmak…