Twitter’da yokum. Ciddiye aldığım bir ortam değil. “Sosyal” de bulmam.
Fikrini merak ettiğim insanların fikrini öğrenmek için Twitter’a başvurmam.
Evlere şenlik bir ortam.
Resmi kurumlar Twitter’a neden Anadolu Ajansı muamelesi gösteriyor anlamış da değilim.
Yeni nesil haber kaynağımız Sedat Peker adına açıklama yapıldı, “Reis adına tweet atan hesaplar reise ait değil” dendi.
Hablemitoğlu Hocanın cinayetinde adı geçen Levent Göktaş’ın avukatı “Adımıza yapılan paylaşımlarla ilgimiz yoktur, hesaplar sahte” dedi.
Twitter’ı almaktan vazgeçen Elon Musk, “Twitter’da kim gerçek, kim değil belirsiz” dememiş miydi?
Sahipsiz laflar denizinde balık avına çıkmak gibi bir şey.
Aslında bir tür yaşayan ölüler ortamı tam.
Facebook’ta kendimle yüz yüze gelmiştim bir gün. İsim benim ismim. Onu geçtim, fotoğraftaki de bendim!
Diğer ben, İngiltere’de bir şehirde yaşıyordu! İngiltere’ye gitmişliğim yoktur bu arada.
Küçük ayrıntı, hiç Facebook hesabım da olmadı.
Şikâyet etmeye kalktım, özel bilgilerimi istedi Facebook.
“Kimliğimi kullanıyorlar” şikâyetinde bulunacağım platform, kimlik bilgilerimi isteyince vazgeçtim.
Bir falcılık sitesi de fotoğrafımı kullanmıştı, falcı niyetine. Neyse ki hukuki yoldan uyardık da kaldırdılar.
Bazen olacakları tahmin edebilsem de falcılıktan değil, akademik bilgiden halbuki.
Diyeceğim o ki, ortam flu. Korku filmlerindeki gibi mezarlığın üzerini sis basmış.
Twitter’da da kimin aslında kime hizmet ettiği bir yerlerde biliniyordur.
Biz sıradan insanların bu süreçlerle baş etmesi mümkün değil.
Kendi okuruma önerim, sosyal medya paylaşımlarını saf ve temizce kabullenmeyin. Tavrınızı belirlerken referans almayın.
Gerçek asla değişmez. Ancak algısal gerçeği değiştirmekte mahir tipler ortalıkta cirit atıyor.
Bence siz en iyisi Twitter’da mezarlıktan geçerken ıslık çalar gibi yapın. Bunun için önce kafanızda ikisini eşleyin.
Radikal Gazetesi ilk çıktığında gazetecilik dünyasının sevincini hatırlıyorum.
İddiası büyüktü. Sol entelektüel içerik olacak, yazılamayanları yazacaktı. Düşünce gazetesi olacaktı.
Konuşulmayan konulara girecekti. Bir tür nefes alacaktı gazetecilik.
Dahası gazetecilere yeni iş kapısı açılmıştı.
Öyle başladı. Öyle olmadı. Köşe yazarlarının çoğunluğu ve yayın yönetmenleri Radikal’i aldılar tam alnından vurdular.
“Özgür ve bağımsız” görünümlü kimi yazarların gizli gündemli kullanışlı tipler oldukları ortaya çıktı.
Sabaha karşı tutuklanan masumların ilan tahtası gibi oldu.
Okur sevmedi karakteri bozuk Radikal’i. Önce tiraj düştü, sonra işlevini tamamladığı düşünüldü, kapatıldı.
Radikal’i öldürenlere bir şey olmadı, hayatları bazen aynı bazen daha iyi devam etti, olan işsiz kalan günahsız gazetecilere oldu.
Geçen hafta web sayfası da kapandı. Radikal hiç yaşamamış sayıldı ama neden olduğu facialar hayatları dağıttı.
Bir gazetenin köşe yazarları ve yayın yönetmenleri tarafından öldürülüşüne tanık olduk. Cinayeti işleyenlerin çoğu halâ ülkem medyasında itibarlı sayılıyor.
Radikal İki’de birkaç makalesi yayınlanmış biri olarak çok üzgünüm.
Bizim geleneksel medya da Twitter gibi, manüplasyon ortamı olup çıktı.
Önümüz seçim ya, bu şekil artarak devam edecek.
En son Abdülkadir Selvi yazdı, Ekrem İmamoğlu cumhurbaşkanlığı adaylığından çekilmiş de. Kılıçdaroğlu’ndan “cumhurbaşkanlığını kazanamazsa CHP Genel Başkanlığını İmamoğlu’na bırakma” sözü almış da.
Abdülkadir Selvi bunu yazabilir. Buna inanabilir. Nasılsa yazılanları test eden, not eden bir okur kitlesi kalmadı.
Şahsen bu tür uçuk kulis haberlerine inanmam. Kulis yazabilecek gazetecilik de zaten sizlere ömür.
Sadece Selvi’nin yazısındaki akla aykırı durumların altını çizeyim;
Bir, Kemal Bey kimseyle bu türden bir pazarlığa girmez.
İki, İmamoğlu dahil bu ülkede hiç kimse, hiçbir parti başkanına bu tür cümleler kurmaz, kuramaz. Siyaseten ölmeleri demektir.
Üç, CHP de hiç kimsenin kişisel mülkü değildir, ondan alınıp buna devredilemez.
Sevgili Selvi atarken de biraz akla uygun at, az sayıda kalan okuru ciddiye al lütfen.
“Mustafa Kemal’in 5 yaşındaki fotoğrafı bulundu” haberinden heyecanlandığım kadar hiçbir şeyden heyecanlanmamıştım.
Kafamda, “tarlada kargaları kovalayan Mustafa”yı hayal etmek dışında bir görüntü olacaktı.
Aldım fotoğrafı önüme, baktım uzun uzun. İlk izlenimim “Bu çocuk benim Paşam değil” oldu.
Kulaklar benzemiyor, yüzde ışık yok, gözler çakmak çakmak değil.
Ama oturuş O’nun oturuşuydu. İçimi hüzün bastı, O olmayan birine O muamelesi yapmakla, “ya O ise” düşüncesi arasında kalmak fenaydı.
Neyse ki uzmanlar konuştu da ekranlarda ağzı olanın ortaya attığı saçmalığa son verildi.
O çocuk Mustafa Kemal olamazdı, O’nun beş yaşında olduğu zaman kalpak yoktu. Üzerindeki yazılı tişört de olamazdı.
Neyse ki, “tarlada kargaları kovalayan Mustafa”m yüreğimde olduğu gibi duruyordu.
Aleyna Tilki’yi sevmem. Ne şarkı söyleme şeklini ne de çizdiği imajdan zerre hoşlanırım.
Ve fakat kızımızın tipik “Z” kuşağı zekasını seviyorum.
Sosyal medyada iç çamaşırlı fotoğrafını paylaşması olay olunca, “Sosyal deney yapıyorum” demiş.
Dünyanın en büyük müzik dergisi Billboard’da röportajı çıkmış, ilgilenen olmamış ama iç çamaşırlı fotoğrafı her yerde habermiş.
Akıllı kız, bu sözlerle sosyal medya kullanıcısını da, magazin muhabirlerini de şahane aşağılamış. Alkış.
Dünyanın her yerinde kadınlara yapılan en büyük kötülük, doğdukları andan itibaren bir eş bulmaları, aile kurmaları, çocuk yapmalarının telkin edilmesidir.
Bunları yapamayan kadına “eksik” muamelesi yapılmasıdır kadının trajedisi.
Kadın da kendini birinin eşi, birinin sevgilisi, birinin annesi olarak konumlamayı öğrenir.
Onların “doğru”su budur.
Belki bir gün birileri, bu “doğru” için evlenen kadınların, gece basınca yaşadıklarını anlatan devasa bir eser yazar da yüzleşir herkes.
Tercih etmek değil, tercih edilmek. Onaylamak değil, onaylanmak için yaşamak.
Büyük oranda karşı cins tarafından onaylanma arzusu üzerine döner kapitalizm. Konu biraz karışık.
Ama şurası açık; abartılı makyajlar, seksi giysiler, bakımlı saçlar, yanık tenler, davetkâr gülüşler, model edasında pozlar, estetik cerrahi müdahaleler…
“Beni beğen”in gözcesi.
Daha vahimi, cazip görselliği “kadının özgürleşmesi” yalanıyla paketleyenler var. Yamuk bakış açısı.
Halbuki kadın düşüncelerini, hayata karşı duruşunu güçlendirdikçe özgürleşir.
Biz dünyadaki değişimi teknolojik olarak eşit, felsefi olarak geriden takip etmeye devam ediyoruz.
Artık kadınların cazibesi de seksiliği de, süslenmiş görselliğinden geçmiyor. Erkeklerin de şişirilmiş kaslarından geçmiyor.
Karakter olarak, duruş olarak güçlenen kadınların ve adamların daha seksi bulunduğunu söylüyor araştırmalar.
Ne kadar gösterişli olduğunuzla değil, ne kadar özgüvenli olduğunuzla ilgili seksapel. Doğallaşmak trendini ne sanıyordunuz ki?
LGS’de derece yaparak aileyi gururlandıran Aral’la artık geleceği konuşuyoruz. O bir “Z” kuşağı.
Bizler mesleklerimizi tutku işi olarak seçmişken, “Z”ler olaya kariyer odaklı bakıyorlar.
Dolayısıyla yeni nesil mesleklere dikkat kesilmiş durumdayım.
“Yazılım mühendisliği” diye bir iş var. En çok kazananlar listesinde başı çekiyorlar.
Göcek’teki teknelerde bir Rus oligarklar, bir iktidara yakın müteahhitler, bir de yazılım mühendisleri var!
Sosyal medyada kadının biri durmadan kocasının aldığı hediyeleri paylaşıyor. Mercedes jip almış, içine gül doldurarak “duygularım da var” demeye getirmiş.
Ne aşksa yetinmemiş, karısına pırlanta set almak yerine, pırlanta mağazasını toptan almış!
“Bakın kocam bana ne aldı”nın 4 milyon takipçisi var! Zenginin malı, züğürdün çenesini yorar durumu.
Bu kadar kolay harcayan bir adam ne iş yapıyor olabilir dedim baktım, yazılım mühendisi çıktı iyi mi?
Ailece Aral’a “Sen en iyisi mi yazılım mühendisi ol” dedik, o da bize “Ne olduğunun önemi yok, ne olduysan onun en iyi olmak önemli” demesin mi?
Ne de olsa halasının kuzusu.
Son zamanlarda o kadar sık duyuyorum ki, “çok unutkan oldum” cümlesini.
Cevaplar da hep “Sorma, ben de” oluyor.
Prof. Dr. Restak’a göre iki nedeni varmış; dikkatsizlik ve teknoloji.
Dikkatimizi ne yaptığımız işe, ne de karşımızdaki kişiye vermiyoruz, o sırada kafamızda bin bir şey geçiyor.
Üstelik çoğu zaman ikinci neden olan teknoloji birincinin de içinde oluyor.
Biriyle sohbet ederken aklımız elimizdeki telefonda.
Her şeyi telefona kaydedince akılda tutmaya da gerek kalmıyor, hafıza atıl kalıyor.
Kaydı geçtim, bizim Beris, unutmamak için fotoğraf çekiyor!
Hafızamıza sahip çıkmak zorundayız, kaybedersek geriye bir şeyimiz kalmaz.
Karar verdim, artık;
Alışveriş listesi yapmayacağım, kafama yazacağım.
Arabamda GPS kullanmayacağım, eskisi gibi adresi sora sora bulacağım.
Sohbet ederken cep telefonumu asla masanın üzerinde tutmayacağım.
Pişti oynamaya yeniden başlayıp, çıkan kağıtları aklımda tutmaya çalışacağım.
Oynayacak birini bulursam (ekibe not), çocukluğumun “isim-şehir-hayvan” oyununu yeniden oynayacağım.
Eskiden olduğu gibi şiir ezberleyeceğim.
Yeşim Salkım’ın menajerlerle ilgili sözleri: Salkım, Hürriyet’deki söyleşisinde “Strateji çok önemli” demiş ve devam etmiş, “Bizim kaderimizi menajerler değiştiriyor. Bir menajer, star olabilecek birinin kaderini çizebiliyor. Bu ülkede her şey yetişti ama menajer yetişmedi.” Eklemiş: “Şu an herkes para kazanma derdinde. Doğru menajerler olsaydı, dünyaya açılacak çok isim vardı.” Ben yazmaktan yorulmuştum, sanat ve spor dünyamızda vizyonsuz menajerler ülkeyi erken ölen yetenekler mezarlığına çevirdiler. Altın yumurtlayan tavuğu kesecek kadar kısa görüşlü tiplerin elinde heba olan, iş bağlamayı yol haritası çizmekten önde tutan menajerlerdir sporumuzun da sanatımızın da mahallemize tıkılıp kalmasının sorumlusu.