Milenyum dejenerasyonundan kurtulmak mümkün mü?

Bilim adamları, insanlığın son elli yılda, ondan önceki beş bin yıldan daha çok değiştiğini söylüyor. Elbette bunu yapan teknoloji. Ve ne acayiptir ben ve benim kuşağım; bu topyekün değişimin tam da ortasına denk geldik.

Atari’lerle, Commodore 64’lerle başlayan bilgisayar maceramız bambaşka bir boyut kazandı.

Nokia’larla, Ericsson’lar hayatımıza giren cep telefonları, çoktan vaz geçilmez bir uzvumuz halini aldı.

Sorun kendinize kaç saat çevrimdışı kalabilirsiniz? Bir yoklayın bakalım kendinizi, kaç gün internetsiz, sosyal medyasız durabilirsiniz?

Muhteşem bir hız ve haz çağı kuşatmış durumda etrafımızı. Yemekler fast, ilişkiler one night stand. Herkes zamansızlıktan şikayetçi. Süratle sonunu kimselerin kestiremediği bir yerlere doğru gidiyoruz. Ve hatta sürükleniyoruz…

Bu muazzam akışın ortasında durdum, zamanı durdurdum ve kendi hayatıma baktım haftalarca. Hiç acele etmeden, zamanla yarışa girmeden, haddimin çeperlerini asla ihlal etmeden yazdım hikayemi.

İleriye doğru bir akıl yürütme mümkün görünmediği için, en kallavi fütüristler bile birer birer çuvalladığı için geriye, geçmişe, geçmişime döndüm.

Birkaç hafta sonra sizler de tanık olup, okuyacaksınız. Benimle beraber, elli yıllık bir zaman yolculuğuna çıkacaksınız. Ben nasıl özlem duyuyorsam o güzel geçmiş günlerle, biliyorum siz de aynı özlem ve hasretle okuyacaksınız.

Ama elbette kaybetmedim geleceğe dair de umutlarımı; içimde ne mutlu her zaman iflah olmaz müzmin bir ümitvar hayta dolaşıyor.

İlk çocuğum ‘En Çok Ben Eğlendim' artık yayınevinde kitap, zihnim şimdilerde geleceğe dair yepyeni bir hikayenin satır başlarında bambaşka öyküler toparlıyor.

Yazmak, kendini bu ürkütücü akıştan kopartıp yavaşlamak inanını çok iyi geldi. Aslına bakarsanız bu sürreal milenyumun dejenerasyonu ve deformasyonundan korumaya çalışıyorum kendimi. Size de tavsiye ederim…

Tüm yazılarını göster