Bugün olduğu gibi dün de Filistin halkı, Türkiye ve Türk halkına, kendisine karşı göstermiş olduğu sevgi ve ilgiden ötürü gönlünü hep Türkiye’ye bağlamıştı. Şüphesiz ki Filistin halkı bu bağlılığında ya da istikbaline dair Türkiye’den ümit var olmasında hiç de haksız değildi.
Osmanlı padişahları, başta Kudüs şehri olmak üzere, Filistin’e bir hayli hizmetlerde bulunmuşlar ve muhtelif eserler inşa etmişlerdi. Kanuni Sultan Süleyman’ın inşa ettirdiği surlar, onca asırlık ömrüne rağmen, bugün Kudüs’te Harem-i Şerifi hala kuşatmakta ve kucaklamaktadır. Sultan Abdülaziz tahta geçtikten kısa bir süre sonra Süleyman Mabedi’nin restorasyona başlanılmış ancak tamamlanamamıştı. Süleyman mabedinin restorasyon çalışmaları Sultan İkinci Abdülhamid döneminde tamamlanmıştı.
Cumhuriyet döneminde Filistin’in taksimi kararına Türkiye karşı çıkmıştı. Türkiye, Birleşmiş Milletler Filistin Komitesi’nde Filistin’in paylaşılması kararı aleyhinde oy kullanmaktan hiçbir surette çekinmemişti. Türkiye’nin bu tutumu Arap ülkelerinden gelen teşekkürler ile takdir görmüştü. Lübnan, Suudi Arabistan, Suriye, Yemen, Irak ve Mısır delegasyonları Türk delegasyonuna şükranlarını ifade etmişlerdi. Söz konusu devletler delegasyonları müştereken göndermiş oldukları mektupta, Filistin davasında Arap memleketlerine destek çıkmamıza teşekkür ettiklerini ve bu hareketimizin ebediyen minnettarlıkla anılacağını vurgulamışlardı.
Filistin’in taksimi haberi Şam’da büyük bir heyecana sebebiyet vermiş, öğrenciler ve halk Amerika elçiliği önünde gösteriler yaparak, elçilik otomobillerini yakmış, Türk elçiliği binası önünde ise dostluk gösterilerinde bulunmuşlardı. Beyrut’taki nümayişlerde ise göstericiler Türk elçiliğinin önündeki bayrağımızı selamlamak suretiyle Türkiye’ye olan sempatilerini izhar etmişlerdi. Taksim aleyhinde oy vermiş olmamızdan ötürü, Filistin’in muhtelif mahallelerinde Araplarca yapılan toplantılarda alınan karar gereği, teşekkürlerinin hükümetimize bildirilmesi ricası ile Kudüs Başkonsolosluğumuza müracaat olunmuştu.
Kudüs Başkonsolosluğunun Dışişleri Bakanlığı aracılığı ile İçişleri Bakanlığı’na ulaşan bir yazısında İngiliz boyunduruğu ve Yahudi istilasından çok ıstırap çeken Filistin gençliğinin, yurdumuza ve büyüklerimize karşı derin sevgi beslemekte ve kurtuluşlarının müdahalemizle mümkün olabileceğine iman ederek, bu duygularını, basın da dâhil olmak üzere, alenen açıklamaktan çekinmemekte oldukları ifade olunmuştu.(1)
Türkiye, Cumhuriyet’in ilk yıllarından beri Filistin davasına sadece uluslararası siyasi arenada veya Birleşmiş Milletler nezdinde sahip çıkmakla kalmamıştı. Kudüs’teki Harem-i Şerif ile Mescid-i Aksa’nın tamirine de ilgi göstermiş ve harekete geçmişti.
Cumhuriyet Arşivi’nde yer alan 21 Eylül 1923 tarihli bir belgede Filistin Meclis-i Âlî-i Şer‘î-i İslâmiyye Başkanlığı, Türkiye’den mimar ve malzeme talebinde bulunmuş, TBMM bu talebe olumlu surette yanıt verilmiş ve gerekli tamiratın yapılması için ihtiyaç duyulan malzeme ve ustaların teminini istemişti.
Esasen Kudüs’te Harem-i Şerif’te yapılması gerekli olan restorasyon çalışması daha Birinci Dünya Savaşı öncesinde gündeme gelmişti.
Dünya eserleri ve dini mimarisi arasında süsleme sanatı ve tarihi kıymeti itibarıyla seçkin bir mevkide bulunan kutsal Harem-i Şerif’in gerek mukavemet unsurları gerekse tezyinatı yönüyle imara muhtaç hale gelmiş olduğunun anlaşılması üzerine Filistin Meclis-i Âlî-i Şer‘î-i İslâmiyye Başkanlığı derhal harekete geçmişti. Ancak bu büyük İslam eserinin yine İslam’ın sanat ve marifet eliyle imar ve ihyasına karar verilmişti.
Birinci Dünya Savaşı öncesine tekabül eden bu kararların alınması sonrasında kapsamlı incelemelerde bulunması ve sahip olduğu bilgisi gereği yegâne salahiyet sahibi olduğuna inandıkları ve Müslüman mimarların üstadı olarak kabul ettikleri Mimar Kemaleddin Beyefendiye müracaat etmişlerdi.
Hakikaten son dönem mimarlık tarihimizin en güzide isimlerinden birisi olan ve bugün kullanmakta olduğumuz kâğıt 20 liraların üzerinde, gerçekleştirdiği hizmetlerden ötürü kendisine duyulan şükran borcunun bir göstergesi olarak, resmi bulunan Kemalleddin Bey de bu mühim vazifeyi üstlenmiş ve 1 Ekim 19222de Kudüs’e giderek işe başlamıştı.
Öncelikle kubbe ve şerefe çinilerinin tamiri ve yenilenmesi ve Mescid-i Aksa kubbesinin güçlendirilmesine ait mühendislik incelemeleri için lazım gelen çizimleri hazırlamıştı. Ancak araya giren dünya savaşı başlanılan işin tamamlanamadan yarım kalmasına sebebiyet vermişti.
Savaş sonrasında Filistin Meclis-i Âlî-i Şer‘î-i İslâmiyye Başkanlığı tarafından Türkiye Millet Meclisi Hükümeti Heyet-i Vekile ve Riyaset-i Mecmuasına hitabıyla gönderilen ilgili yazıda bütün bunlar ifade edildikten sonra;
Allah’ın inayeti ve hazret-i peygamberin imdad-ı ruhaniyeti ile inşaata başlanılmak üzere olunduğundan söz edilmiş ve Kütahya fabrikalarına sipariş edilecek olan tüm çinilerin imal şekli ve sevkine ve bu tamiratta çalışacak olan çinici, alçıcı, kurşuncu Türk ustalarının Kudüs-i Şerif’e gönderilmelerine muvaffak olmak üzere Kemaleddin Bey ile Kudüs eski milletvekili ve memleketin eşrafından Said el-Hüsnü Beyefendinin, ilmi ve mali konularda tam salahiyet sahibi olarak, Türkiye’ye gönderilmiş oldukları belirtilmiş ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin bu muazzam İslam eserinin imarı ve ihyası ve hayır işinin gerçekleşmesine iştirak buyuracağından emin olunduğu dile getirilmiş ve dolayısıyla da Meclis Başkanlığı’na 24 Mayıs 1923 tarihiyle gönderilmiş olan yazı ile kendilerine yardımda bulunulması ve kolaylık gösterilmesi rica ve istirham yollu saygı ile arz olunmuştur.
Müslümanların ilk kıblesi ve Hazreti Peygamber Efendimizin Miraç’a çıktığı mübarek Mescid-i Aksa’nın dini, kültürel, medeni ve insani yönlerden bir hayli hususiyetlere haiz bu yerlerin tamiri için Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti de onay vermiş ve Mimar Kemaleddin Beyin de çalışmaları neticesi yenileme tamamlanabilmişti.
Kemâleddin Bey, Mescid-i Aksa ile Kubbetü’s-Sahra’nın tamiratına olan katkılarından dolayı 1925 yılında İngiliz Kraliyet Mimarlar Akademisi’ne (RIBA) şeref üyesi olarak seçildi. Ancak Mimar Kemâleddin Beyin de restorasyonuna katkıda bulunmuş olduğu Mescid-i Aksa maalesef 21 Ağustos 1969 Perşembe günü fanatik bir Yahudi genci tarafından yakılarak harap edilmişti.
(1) Cumhuriyet Arşivi, Belge No: 607-102-13.