İbrahim Karagül'den muhafazakârlara iç hesaplaşma çağrısı...

Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski Başkanı Korgeneral İsmail Hakkı Pekin’in; “Mehmet Şevket Eygi’nin Özel Harp Dairesi tarafından görevlendirildiği”ne dair iddiası yeni bir tartışma başlattı.

Son olarak Yeni Akit yazarı Abdurrahman Dilipak’ın “Hepimizi Kullandılar” başlıklı yazısı ile katıldığı bu tartışmayı, Yeni Şafak Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül biraz daha genişletti.

Muhafazakâr kesime iç hesaplaşma çağrısı yapan İbrahim Karagül, "Dahası bu tartışma; ülkemizin geleceğine dair yol haritasını netleştirebilir, netleştirmeli de. Çünkü Türkiye, bu hesaplaşmayı yapmadan geleceğe dönük doğru bir yol çizemez. Özellikle muhafazakâr çevrenin bu alanda bir iç hesaplaşma yaşamadan bir gelecek inşa etmesi mümkün değildir." ifadelerini kullandı.

İşte o köşe yazısı;

* Evet, hepiniz kullanıldınız.. * Bugün kimler kullanılıyor? * ‘Muhafazakâr vesayetçiler’ kim? * Yeni “içeriden işgalciler” kim?

Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski Başkanı Korgeneral İsmail Hakkı Pekin’in; “Mehmet Şevket Eygi’nin Özel Harp Dairesi tarafından görevlendirildiği”ne dair iddiası, kişilerle değil, konusu itibarıyla çok önemli bir tartışmanın kapılarını araladı. Bu tartışma; Türkiye’nin Soğuk Savaş dönemine ait bütün örtülü ilişkilerini açığa çıkarabilir, çıkarmalı da.

Dahası bu tartışma; ülkemizin geleceğine dair yol haritasını netleştirebilir, netleştirmeli de. Çünkü Türkiye, bu hesaplaşmayı yapmadan geleceğe dönük doğru bir yol çizemez. Özellikle muhafazakâr çevrenin bu alanda bir iç hesaplaşma yaşamadan bir gelecek inşa etmesi mümkün değildir. Bu hesaplaşma yapılamazsa, eskinin vesayet çevreleri yenilenir, yeni örtülü yapılar kurulur, bence şu an kuruluyor da. İşte tartışmayı bu açıdan, eskiyi sorgulamaktan çok, şimdiki ve geleceğe dönük hesaplar açından çok önemsiyorum.

-Eygi’nin cevabı, Dilipak’ın yazısı

O dönem, “Özel Harp Dairesi”ne iş yapıyordu, kimlerle çalışıyordu, kimlerin ajandasına göre iş yürütüyordu, asıl tartışma konusu bu. Ama şimdilik bunu geçelim. Hemen belirtelim ki, Eygi’nin bu iddiaya tepkisi sert oldu. Pekin’e; “İftiralarınızı ispat ederseniz bana, edemezseniz size ait olacak yedi sıfatı tekrar ediyorum: Şerefsiz, namussuz, alçak, müfteri (iftiracı), yalancı, vicdanı ve kalemi satılık veya kiralık, haysiyetsiz, pislik, rezil, saldırgan köpek, fitneci..” gibi çok ağır sıfatlarla karşılık verdi.

Bir süredir “aykırı, şaşırtıcı” çıkışlar yapan Abdurrahman Dilipak’ın bu tartışmaya girmesi ve “Hepimizi Kullandılar” başlığı ile yazdığı yazı konuyu biraz daha genişletti. Elbette bu yaklaşımlar üzerine söyleyebileceğimiz çok şey var. Ama dedim ya; konuyu tartışmak kişiler üzerinden tartışmaktan çok daha doğru sonuçlar verir. Biz de öyle yapacağız.

-Parayı Verdi Düdüğü Çaldı: Bu kitap çok şey anlatıyor

“Parayı Verdi Düdüğü Çaldı” adıyla Türkçeye çevrilen Frances Stonor Saunders’ın “Who Paid the Piper: The CIA and the Cultural Cold War” adlı bir çalışması var. Soğuk Savaş döneminde CIA’nın kimleri nasıl “kullandığını”, görevlendirdiğini, pazarladığını anlatıyor.

Kitapta; Marshall Planı ile paralel yürütülen çalışma çerçevesinde, Jackson Pollock, Irving Kristol, Andre Malraux, Reinhold Neibuhr, George Orwell, Bertrand Russell, Stephen Spender, Arthur Schlesinger Jr., Arnoldo Toynbee, Vladimir Nabokov, Jean-Paul Sartre, Herbert Spencer gibi daha birçok yazarın CIA tarafından finanse edildiği, gazete, dergi, kitap ve radyoların nasıl kullanıldığı, Encounter dergisinin 1953-1990 yılları arasında CIA parasıyla çıkarıldığı, Orwell’ın “1984” ve “Hayvan Çiftliği” gibi kitaplarının CIA tarafından basılıp dağıtıldığı, yine CIA’nın “demokratik sol” grupları komünizme karşı kullandığı ve bu çevrelerin yayınlarını finanse ettiği, sinemaya büyük paralar aktarıldığı, onlarca dergi çıkarıldığı, Amerikan yemek kültürünün, giyiminin, şarkılarının ve sanatının teşviki için kültür merkezlerinin, sinemanın, tiyatronun nasıl desteklendiği anlatılıyor. Sol ve Komünist cephede bilinen birçok ismin nasıl CIA’nın “aparatı” haline getirildiğine dair çarpıcı örnekler var kitapta.

-Muhafazakârlar için de “Parayı Verdi Düdüğü Çaldı” kitabı yazılacaktır

2004 ve 2010 yılında kitaplar ve konuyla ilgili iki yazı yazmışım. Bunları okurken üç şey söylemiştim: Peki ABD ve CIA, o dönem Türkiye ve Müslüman ülkelerde, muhafazakâr/İslâmî çevrelerden kimleri böyle kullandı? “Parayı Verdi Düdüğü Çaldı”nın Müslüman aydınlar, siyasiler, kanaat önderleri versiyonunu kimler yazacak? Peki, İslamcılar için de yirmi/otuz yıl sonra bir “Parayı Verdi Düdüğü Çaldı” kitabı yazılacak mı?

Bu sorular önemliydi. Dünya yeniden şekilleniyor, Türkiye yüz yıl sonra yeniden yükselişe geçiyor, sistemik dönüşümünü tamamlamaya çalışıyor, tarih ve coğrafya havzasına dönüyor ve tam bu sırada yeni bir örtülü vesayet teşkilatlanması dikkat çekiyordu.

-Peki CIA sadece FETÖ ile mi çalıştı? “Muhafazakâr vesayetçiler” ne olacak?

FETÖ ve 15 Temmuz’da bunun en acı olayını görüp sarsıldık. Bir beka meselesi olduğunu anladık. Peki, bu adamlar, CIA ya da Atlantikçi çevre sadece devlet içinde mi çalıştı? Sadece FETÖ ile mi çalışıp onu güçlendirdi? Başka hangi çevreler ve kişiler böyle bir yapının, “görevlendirmenin” içindeydi?

Türkiye’de yoğun olarak on yıldır “vesayet”ten kurtulma yönünde çok büyük bir mücadele veriliyor. Sol, ulusalcı ya da liberal çevreler bu anlamda ağır bir eleştiriye tabi tutuldu, sorgulandı? Peki, bu “vesayet”in muhafazakâr/İslâmî çevrelerle ilgili boyutu hakkında tek kelime edilmedi, tek soru sorulmadı? Yok muydu?

-Tehlikeli sorular biliyorum: Kimlere rol ve güç verdiler?

17-25 Aralık öncesi FETÖ bile bu açıdan sorgulanmadı. Bugün FETÖ dışındaki hiçbir yapı, çevre ve kişi bu konuda sorgulanmıyor. Yok mu? İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana, bu adamlar muhafazakâr/İslâmî çevrelerle hiç mi iş tutmadılar? Kimlerle çalıştılar, hangi isimleri öne çıkardılar, kimleri İslâmî çevrelerin nazarında parlattılar, kimlere rol ve güç verdiler?

Tehlikeli sorular bunlar, biliyorum. Ama kimse böyle bir şey yok diyemez. Diyemeyeceğine göre, bir şeyleri hâlâ gizliyor olmak, bu ülkenin, milletimizin geleceğini bir kez daha ipotek altına almakla sonuçlanacaktır. Türkiye’nin tarih ve coğrafya havzasına dönüşü bu hesaplaşma yapılmadan mümkün olmayacaktır.

-Masonlar listesindeki muhafazakâr isimler

1990’larda FETÖ’nün “istişare heyeti” listesine bakıyorum. Heyette bulunanların yüzde yetmişi, resmi olarak hazırlanan Masonlar listesinde de yer alıyor? Yine o masonlar listesine bakıyorum; şaşırtıcı isimler var. Muhafazakâr camianın saygı gösterdiği, öncü gördüğü isimler bile var. Bunları nereye koyacağız?

Bu demektir ki; sadece FETÖ üzerinden çalışmamışlar. Başka çevrelere de yatırım yapmışlar. Bugün FETÖ dışında ihtimalleri göz ardı edersek benzer müdahalelerle yeniden karşılaşabiliriz. Çünkü Türkiye’nin yükseliş mücadelesi, Türkiye için bir mesele değildir, küresel ölçekte bir güç hesaplaşmasıdır. Öyleyse cephe her yerdedir. Bunun İslâmî ya da gayri İslâmî çevresi veya ideolojik ayrımı olmuyor, yok zaten. Bu, tarih, coğrafya ve güç hesaplaşmasıdır.

-Osmanlı’dan günümüze o ‘vesayetçi’ damar hep aynı

Osmanlı’nın son dönemindeki mandacı/vesayetçi yapılardan bugüne uzanan bir damar, bir gelenek var. O zamanın vesayetçileri ile Soğuk Savaş dönemi vesayetçileri ve bugün yeniden biçimlendirilmeye çalışılan vesayetçiler arasında güçlü bir silsile, bağ var. O zaman neye yakınlarsa bugün de o güçlere yakınlar. O zaman neye karşılarsa bugün de ona karşılar. Soğuk Savaş döneminde kimler nasıl kullanıldıysa bugün de başkaları benzer şekilde kullanılıyor, yeniden yapılandırılıyor.

Muhafazakâr/İslâmî çevreler Türkiye için, coğrafya için güçlü bir özgürlükçü söylem üretmeden Türkiye’nin gelecek yürüyüşü tamamlanamaz. Bu çevreler kendilerini yerlilik testinden geçirmedikçe, zihinsel ve organik olarak vesayetçi rollerden koparılmadıkça yeni yeni FETÖ tehditleri bu ülkenin karşısına dikilecektir.

-“Muhafazakâr Muhalefet”, “Muhafazakâr Müdahale” dediğim işte bu tehlikedir

Mesela bugünlerde Türkiye’nin millileşmesine, kendini dönüştürmesine, tarihi yükselişine karşı pozisyon alanların, Erdoğan’a muhaliflik altında gizledikleri vesayetçi bağlantıları, ülke için bir tehdit haline gelebilir. Bu yönde bir arayışın, hareketlenmenin, çalışmanın varlığı ortadadır.

Bu ülkeyi yeni bir çokuluslu müdahaleye açık hale getirmek isteyenler kesinlikle bağımsız, yerli değildir ve başkalarının ajandasını servis etmektedir. İki yıldır, “Muhafazakâr Muhalefet” ve “Muhafazakâr Müdahale” ile anlatmaya çalıştığım budur. Bu, yeni bir vesayet ekseni inşa etme girişimi çerçevesinde bir tartışmadır. Dün birileri nasıl kullanıldıysa bugün de ikame çevreler o şekilde kullanılmaktadır.

-Bugünkü vesayetçi yapılanmayı otuz yıl sonra mı tartışacağız yani!

Osmanlı’nın son dönemi, Soğuk Savaş dönemi ve Türkiye’nin millileşme/vesayetten kurtulma mücadelesi verdiği bu dönemi iyi kıyaslayın. Kimlerin nerede durduklarına dikkatle bakın. Çok çarpıcı örnekler göreceksiniz.

Bu konu kişisel tartışmalara indirgenemez. Çünkü bu, Türkiye’nin bekâ meselesidir, öyle ele alınmalıdır. Geçmişle hesaplaşmadan bir gelecek kuramazsınız. Bu hesaplaşma yaşanmazsa aynı direnç odakları, “iç işgalciler” yeni bir yapılanma ile Türkiye’nin karşısına dikilir. Şu an böyle bir çalışma yapılıyor zaten. Siyasette, medyada, iş dünyasında, sivil toplum kuruluşlarında bu yönde büyük bir çalışma var zaten.

Geçmişte kimlerin, hangi çevrelerin ne amaçla kullanıldığını açıkça ortaya serelim. Bunu yapmazsak, bugünü ve geleceği göremeyiz. Bugünkü vesayetçi yapılanmayı da otuz yıl sonra tartışırız o zaman!

Ayhan Bora Kaplan davada savcıyla tartıştı! İşte detaylar... Trabzonspor bir açıldı pir açıldı, evinde gol oldu yağdı! HURSAB Genel Kurulda birlik çağrısı
Sonraki Haber