Nasıl bir milliyetçilik, nasıl bir gelecek?..
Ercan Yıldırım Star Açık Görüş'e yazdı: Türklerin atası diyerek Sümerleri, Hititleri, Orta Asya’yı işaret etme, 5 bin yıllık kafatası kemikleriyle Anadolulu olduğumuzu ispatlama çabası Malazgirt’in varlığıyla sonuçsuz kalır. Bir yandan ırkçılık-etnikçilik yapmadığını söyleyip öte taraftan kafatası genetiğiyle meşgul olma arkaikliği, Malazgirt’in belirginleştirdiği millet bağının altında ezilir.
Tarih Malazgirt ile başlar!
Malazgirt 1071, alelade bir tarih yerine konulamaz, milat gibi görülmesinin arka planında Türkiye’nin nomosunu oluşturan temeller, yani İslam-Türk-ehli sünnet-gaza omurgası vardır.
Malazgirt Savaşı üzerine Türk düşüncesinin ciddi biçimde eğildiğini söylemek çok zor. Meseleyi sadece bir muharebeye teşmil etmekten ziyade Türkiye’de düşüncenin, siyasal alanın, iktisadi arayışların, ideolojilerin yönlerini belirlemede mikyas kabul etmek gerekir.
Malazgirt Savaşı yalnızca Anadolu’yu Türklere vatan yapmakla kalmamış Haçlı zihniyetinin doğmasına vesile olduğu gibi İslam ile Haçlı zihniyetinin çarpışmasını da başlatmıştır.
Anadolu toprakları bu yüzden İslam ve küfrün tefrik edildiği satıhtır, hattır, zihindir! Malazgirt Savaşı, Türk tarih yazımında ihmal edilen hadiselerin başında gelir. Malazgirt Türkler için olduğu kadar İslam ve Müslümanlar için de belirgin dönüm noktalarından biridir. Osmanlı tarih yazımında anlamlı bir yer işgal etmeyebilir ama 1071 tarihini “milat” alma görevi esasen Cumhuriyet’e aitti. Halbuki Cumhuriyet döneminde bu mühim hadise unutuldu, unutturuldu. Malazgirt’in varlığı Cumhuriyet’in tarih yazımı açısından “sorun” teşkil eder çünkü… Zira bu olay Cumhuriyet’in yeni tarih, insan, vatan, millet inşasında kuvvetli engellerin başında gelir. Malazgirt milattır; Cumhuriyet idaresi ise yeni devleti “milat” almak istiyordu, iki milat arasındaki yarışı Batı etkisi kazandı. Malazgirt’in milat vasfını, Cumhuriyet’in görmezden gelmesini anlayabilmek için 1071’in tesirlerine bakmak gerekir.
Yeni vatan, yeni millet
Malazgirt Savaşı sonunda Anadolu Türklerin vatanı oldu, bilinenin aksine Anadolu’nun kapıarı zaten Türklere açıktı. Anadolu’ya 5. asırdan sonra sürekli göçler yaşanıyordu. Fakat Malazgirt kendilerine yeni bir yurt, yeni bir umut, “yeni bir dünya” kurmak isteyen Türklerin beklentilerini karşılayan belde oldu. Anadolu Malazgirt’ten sonra “İslam beldesi” haline geldi.
1071’in akabinde Anadolu’da İslam ile küfür karşılaşmasında Müslümanların son büyük galibiyeti, üstünlüğü kuruldu. Asya içlerinde Müslüman olanlar kaderin sevkiyle kendilerini bu topraklara attı. adeta kader Batıyı, küfrü tefrik edecek, İslam’ın kudsiyetini dünyaya yayacak bir zihniyeti burada yeşertti. Malazgirt sonrasında Anadolu’da kurulan yapı bir kere çok farklı boyların, soyların, anlayışın terkibinden oluşur; Anadolu sentez değil pürterkibdir! Nurettin Topçu’nun dediği gibi “Türk ırkından yeni millet inşa eden” bu anlayış, Asya’da Müslüman olan unsurların kendilerini ifade edebilmeleri için bu topraklara gelmelerine, belirgin bir misyon edinmelerine, gazayı “ideoloji” olarak belirledikten sonra sürekli Batı’ya yönelmelerine vesile oldu.
1071 küfrü geriletme fikrinin sadece Anadolu’ya değil Avrupa’ya yayılmasının başlangıcıdır. O yüzden bu topraklarda küfürle sentez kurmaya, Batı medeniyetini uyarlamaya, İslam dışı herhangi bir inancı yahut yönelimi yerleştirmeye çalışanlar başarısız oldu. Remzi Oğuz Arık bu nedenle Türkmenlerin Anadolu’ya gelme sebebini sadece “din” vurgusuyla açıklar. Belki de böylece Bizans’ın yenilmesinden hemen sonra Avrupa’da Papa, dini otoriteleri toplayıp bir Haçlı ordusu kurmaya yeltendi.
1071’den sonra artık Batı’nın bir “Türk ve İslam tehlikesi” boy verdiğinden olacak Arap tarihçiler Alparslan’ın zaferini Kadisiye ve Yermük Savaşı’na denk görür. Malazgirt Anadolu’nun İslamlaştırılmasının ötesinde Avrupa’nın İslamlaştırılması açısından da bir kapı araladı; donmuş Endülüs tecrübesini ileriye götürmek mümkün olabilirdi. Fakat bu imkan Viyana önlerinde “medeniyet” hevesi nedeniyle heba oldu; Endülüs medeniyet haline geldikten sonra “fethi-fütuhatı” unutmuştu. Viyana’da “şehrin güzelliği” bozulmasın diye kuşatmayı uzatınca Merzifonlu, Avrupa’nın İslamlaştırılması imkanını tamamıyla yitirdik!
1071 tarihi vatan ve millet kavramlarının oluşumu açısından değil Türklere bir misyon bahşetmesi bakımından da mühimdir; Yahya Kemal’in Malazgirt’in “kudsiyyetinin hududu olmayan bir hadise” tarifi bütünüyle “gaza”yı tanımlar çünkü. Türkler uçlarda mücadele ettiği, Batı’ya yöneldiği sürece beka kaygısından uzaklaşmıştı, Timur’un Yıldırım’a mesajı biraz da bu hakikati ihtiva eder. Türklerin misyonu gazayı sürdürmektir, Osmanlı’yı medeniyet yapıp dondurmak değil!
1071 miladı
Anadolu’yu Türkler kadar benimseyen, sahiplenen başka millet olmadı; genellikle “geçiş güzergahı”, “köprü” olarak algıladılar. Zaman zaman bizde de Anadolu “köprü” metaforuyla anlatılır. Bu yüzden de Topçu’nun dile getirdiği gibi Turancılığın anavatan olarak gösterilmesi Batı’nın “Orta Asya’ya gönderme” çabasına zemin hazırlar.
Anadolu köprü ya da güzergah değil, vatandır; İslam’ın vatanı… Hatta küfür ile İslam arasındaki “tampon”dur… Son yıllarda dünya sisteminde husule gelen meseleler bu tamponun ortadan kaldırılmasına yönelik; Haçlılık 1071 yılından sonra Batı medeniyetinin esaslı ideolojisi haline geldi. Bush’un 11 Eylül akabindeki “Haçlı Savaşı” çıkışıyla Ortadoğu’ya müdahalesi, Trump’ı destekleyenlerin “Haçlı ordusu” talepleri bunun bir göstergesi. Malazgirt mezkur yönelimler açısından da tam bir milat, Anadolu’da sahiden bir “başlangıç”… 1071 Türklerin “sıfır noktası”.
Malazgirt’in pek çok sonucu bulunur bunların başında da farklı boyların “aynı müşterek amaç, müşterek kader” etrafında toparlanarak “dili dilime, dini dinime” vecizesindeki dil ve din temelleri üzerinde bir millet teşekkül ettirmesi gelir. Müşterek gelecek, İstiklal Harbi’nde de vuku bulduğu gibi modern ulus devlet mekanizmasında da etkilidir. Kabul etmek gerekir ki Anadolu’da inşa edilen İslami nizam, yeni pazar, yeni iktisadi düzen kapitalizmin doğuşunu 400 yıl engelledi!
Batı’nın Türk ve İslam korkusunun, düşmanlığının nedeni, Batı’yı küresel hegemonya haline getiren kapitalizme karşı hala tek alternatif olmasından… Şunu unutmamak gerekir ki, Türkler İslami hassasiyetlerini merkeze alıp Batı’ya gittikçe, İla’yı Kelimetullah’ı hedefledikçe varlıklarını korudu. Batı’da, Anadolu’da kök salabilmelerinin en başta gelen nedenlerinden biri de irfanı, tasavvufi bilgiyi, irşadı öne çekmelerindendir.
Malazgirt 1071, alelade bir tarih yerine konulamaz, milat gibi görülmesinin arka planında Türkiye’nin nomosunu oluşturan temeller, Büyük Müesses Nizamın ilkeleri yani İslam-Türk-ehli sünnet-gaza omurgası vardır.
Malazgirt Savaşı üzerine Türk düşüncesinin ciddi biçimde eğildiğini söylemek çok zor.
Meseleyi sadece bir muharebeye teşmil etmekten ziyade Türkiye’de düşüncenin, siyasal alanın, iktisadi arayışların, ideolojilerin yönlerini belirlemede mikyas kabul etme gereği var. Türkiye “milliyetçilikler”, “ulusçuluklar”, “muhafazakarlıklar” arası kavgayı sık yaşayan, kendine göre kökler bulmada mahir olan pek çok yönelime sahip.
Köken meselesi Türk düşüncesine vurulan darbelerin en ciddilerinden… 2200 yıllık devlet geleneği övgüsü akabinde “öncesizliği” de getirirken, Asya içlerindeki herhangi bir tarih, topluluk üzerinden efsaneler üretip kökler geliştirmek mümkün.
Orhun Yazıtları’nı yine bir başlangıç vesilesi görsek bile, yazıtların dikilişinin İslam sonrasına rastladığını gözlerden kaçırmak isteriz. İslam öncesi mitlerin Anadolu’da kurduğumuz bu devlete, Türkiye’ye ne faydası olabilir… Hiç düşünmeden kök arayışını başka kıtalara kadar götürürken beka kaygısıyla karşılaştığımızda anında “ezan-bayrak” retoriğine sarılırız. Çünkü Anadolu İslam demektir!
Yıllarca İslamsız Türklük alt yapısı kurmaya çalışanlar Malazgirt’i, gazayı dikkatlerimizden kaçırmak için gayret sarfetti. Sonuçta Maveraünnehir Havzası’ndan Otranto Kalesi’ne Leh coğrafyasından Yemen’e kadar yayılma stratejisinden bahsetsek bile Anadolu’yu anamız, babamız, vatanımız olarak görürüz, görmeye mecbur kalırız; haliyle Malazgirt’teki ruh zaten yeni bir vatan, yeni bir düzen ve dünya arayışının sonucudur.
Keşfettiğimiz Malazgirt!
Son yıllarda Malazgirt’in öne çıkmasını yeni tarih yazımı şeklinde değerlendirmek elbette mümkün. Fakat bu yönelim, 1071 vurgusu bazı kanaatlerin foyasını da meydana çıkardı. Türklüğü sadece ırka-etnik kimliğe bağlamak, kafatası ölçümleri yapmak ile yalnızca “tavır” biçiminde içeriksiz ve menşeisiz bırakacak okumalara girişmenin anlamsızlığı belirginleşti. İslamsız Türk gayretleri kadar, kimliği sadece mesela Moiz Kohen gibi “hissetmeye” indirgeyen anlayışların da yersiz bir duyarlık, içeriksiz ve gelip geçici bir yönelimden ibaret olduğu anlaşıldı.
Türklerin atası diyerek Sümerleri, Hititleri, Orta Asya’yı işaret etme, 5 bin yıllık kafatası kemikleriyle Anadolulu olduğumuzu ispatlama çabası Malazgirt’in varlığıyla sonuçsuz kalır. Bir yandan ırkçılık-etnikçilik yapmadığını söyleyip öte taraftan kafatası genetiğiyle meşgul olma arkaikliği, Malazgirt’in belirginleştirdiği millet bağının altında ezilir.
Son yıllarda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Malazgirt yönelimi Kemalist elitlerin ayrıştırıcı kimlik projelerini boşa çıkardı; millet zaten her daim İslam ile Türk kimliğini bir arada gördü, kendini düzelten resmi anlayış oldu! Yine bu elitler devleti de, milleti de Batı’nın bir parçası yapmaya, Batılılaşmanın mecburiyetine ikna etmeye çalışıyordu. 1071’in milada dönüşmesi Batı düzenini reddederek Avrupa’yı hedef alan tavrı kuvvetlendirdi.
Osmanlı’yı inkar eden, İslam alemini Türkiye’den soyutlayan, başta Araplar olmak üzere öteki Müslümanları hain kompartımanına yerleştiren, Anadolu’yu İslamlaştıran-vatanlaştıran tasavvufu hurafe-bidat kıskacına alıp İslam düşmanlığına dönüştüren, Türkleri İslam aleminin öncüsü yapan ufku seküler-Batıcı ulusalcılıkla bastıran Kemalist elitin, Cumhuriyet idaresinin tarih yazımı böylece iflas etti.
Kemalizmin tarih öğretisinde, inşa ettiği tarih anlayışında Malazgirt’ten çok İslam öncesinin yeri bulunur. Türk Tarih Tezi, Güneş Dil Teorisi, Mavi Anadoluculuk gibi projeler yeni tarih yazımlarıyla yeni millet inşasına girişti. Fakat bu çabaların hiçbirisinden bir yeni millet oluşturulamadı. Malazgirt’in kurucu millet inşası bugün asli yerine kavuştu. Malazgirt sonrasındaki Büyük Müesses Nizamın ilkeleri çok daha geçerli hale geldi.
Malazgirt ilgisi özellikle son yıllarda artış gösterdi. Bunun ‘kerim devlet’e, ‘güçlü devlet’e dönüş talebi, Kürt meselesi, dünya sisteminin yeniden kurulurken bilhassa bizi tehdit eden yönleri, ülke içindeki etnik-mezhep-gayrimüslim fay hatlarımızın sürekli hareketlendirilmesiyle yakın ilgisi var.
Ne Güneş Dil Teorisi ne Türk Tarih Tezi, vatanımızı Orta Asya, atalarımızı Hitit-Sümer gösteren anlayış millet bağımızı kurdu, kurabildi. Beka sorunu Malazgirt sonrasında ikame edilen Türkiye’nin logosu/nomosu ile giderildi, giderilmeye gayret gösteriliyor.
Türkiye gelecekte büyük bir ülke olacak, Batı dışı bir hayatı kuracaksa, milletimizi, vatanımızı, devletimizi yok olmaktan kurtaracaksak bunun yolu Malazgirt’ten sonra inşa ettiğimiz kapitalizm-Batı dışı, bize özgü İslami yolu yeniden yürümekten geçer.