'Ne alırsan 1 TL!'

Nuran Yıldız nuran@nuranyildiz.com

Her on yazıdan birinde iletişim sektörünün gecekondulaştığını yazıyorum.

Türlü nedenleri var;

Eski ve köklü iletişim şirketleri yeni bilgiye uyum sağlayamıyor.

Daha yeni olanların önemli kısmında ambalaj içeriğin önüne geçiyor.

Bir gecede iletişim şirketleri kuruluyor, müşteriye özel.

Gecekondular da öyle ortaya çıkardı eskiden.

İletişim mezunları ise ne iş olursa yapar durumdalar. En son dün, iyi öğrencilerimden biri ilaç mümessilliği için başvuru yapmış.

Marangoz olanı, fırında çalışanı var.

Sonuç?

Özel ya da resmi fark etmez, kurumların iletişimleri dökülüyor. O da yetmezmiş gibi kendi krizini kendin yarat durumundalar.

İşte son örnek.

Bir sabah kalktık, Çin aşısı vurulacağımızı öğrendik.

Ara sokakları Çin malı ucuz, kalitesiz ürün satan “Ne alırsan 1 TL” afişleri asılı dükkânlardan geçilmeyen ülkemde.

Elektronik mağazalarında tezgâh altı “Abi bunun Çin malı olan var daha ucuz, işini görür” diye kalitesiz ürün satılan ülkemde.

Çin malının ucuz, kalitesiz ve kanserojen olduğu algısının değil zihinlerine, kemiklerine kadar işlendiği 85 milyona “Çin aşısı” deyince…

O güne kadar uslu uslu aşı bekleyen halkım, veryansın etmeye başladı.

“Çin aşısı vurulmam” diyen, “Bize çip takacaklar” diyen, “zenginlere Avrupa aşısı, yoksullara Çin aşısı” diyen!

Uslu uslu “salgın bitse de hayata dönsek” diye bekleyenler ses yükseltmeye başladı.

Neden?

Sağlık Bakanlığı pandeminin iletişim işini, Bakan Koca’nın attığı tweet’lere ve kamu spotlarına hapsetti de ondan.

Ortalık karşınca uzmanları ekrana çıkarıp Çin aşısının kalitesi anlatılmaya başlandı.

İşin yoksa şimdi, Çin aşısının ne kadar pahalı olduğunu anlatarak yüz yıllık “ucuz Çin malı” imajını yıkmaya uğraşıyor.

Kemikleşmiş algıyı kaç uzman konuşturarak yıkabilirsiniz?

Oysa bu kriz çıkmayabilirdi.

İletişim yönetimin ilk aşaması “dinlemek” ise, ikinci aşaması “pro-aktif olmak”tır.

Olasılıkları önceden görmek, önlemleri ona göre almak ya da taşları ona göre döşemek lazımdır.

Bu da iletişimcinin vizyon sahibi olmasını gerektirir.

Ben kendi krizini kendi yaratmakta usta, başka bir ülke bilmiyorum.

HABERTÜRK’E CEZA YARGIDAN DÖNMEZSE

Bir tartışma programı.

Konuk milletvekili Türk Ordusuyla ilgili hayli çirkin bir söz sarf ediyor.

Ordumuz gözbebeğimiz. Gözümüz gibi korumamız gerekiyor.

Moderatör uyarıyor. Milletvekili sözünü geri almıyor.

Sonuçta RTÜK, Habertürk’e en üst sınırdan ceza veriyor.

Her kesimden tepkiler artınca RTÜK açıklama yapıyor. Açıklamada bir cümleye takıldım:

“(RTÜK) Bir izleme uzmanının raporunu gündeme alarak kararını vermiştir.”

Böylesi büyük bir ceza için bir uzman raporu yeterli olur mu?

Dahası “suçun şahsiliği” diye bir ilke yok muydu?

Habertürk en geniş yelpazeyle yayın yapan neredeyse tek kanal.

Ceza yargıdan dönmezse, ölüsü ortada duran medyamızın toprağı da üzerine örtülmüş olur.

DÜNYAYI GÖÇMENLER YÖNETİYOR

Kimse doğduğu yerde ölmüyor artık.

Meclisimizde Covid 19 aşısını Almanya’da bulan Özlem Türeci ve Uğur Şahin’e “şeref madalyası” verilmesi öneriliyormuş.

Ne saçma.

Beyin göçü, size mevcut durumdan daha iyi olanak sunan tarafa doğru olur.

Gelişmiş ülkeler göç eden beyinlerden beslenir.

ABD’nin yeşil kart uygulaması, görünürde kura çekimi gibi sunulsa da işine yararları götürür.

O nedenle ABD’yi göçmenler yönetiyor.

ABD’de, Time Dergisi’nin “yılın çocuğu” seçtiği 15 yaşındaki Gitanjali Rao Hindistan asıllı.

Bizim bir beyin göçü politikamız yok. Ne gidecek olanları durduracak, ne de gelecek olanlara cazibeler sunacak politika yok.

Suriyeli göçmenler konusunda da seçilenler gitti, çaresizler kaldı.

Eğitim için gittiği Paris’ten dönen Timur Selçuk ne güzel demişti:

“Öğrendiğimiz her şey bu ülke için olmalı ve bu ülke için olan her şey dünya için olmalı.”

Meclis, şeref madalyası önereceğine beyin göçü politikası üzerine kafa yorsa daha iyi olur. Hep şekil, hep şekil.

AH O GÜNLER O GÜNLER…

Şimdilerde bir Ferdi Özbeğen furyasıdır gidiyor.

Onun üzerinden eskiye ilgi tartışılıyor.

Ne görkemli isimlerden ne tuhaf açıklamalar okudukça şaşırıyorum.

Halbuki gerekçe basit.

Bugünün olumsuzluklarıyla baş etmenin yolu, geçmişin ruhunu çağırmakta aranıyor.

Aşk Yüzyılı Bitti’de ayrıntılı yazmıştım.

Bir de Cüneyt Arkın gibiler var, çoğunluğumuz öyle.

“Koyunların arasında, tezeklerin üzerinde uyuduğum tatlı uykuyu sonra en lüks otellerde bile bulamadım” demiş.

Bir şeyin keyfi, verdiği tatmin duygusu kıyaslama noktamız tarafından belirlenir.

Siz siz olun mihenk noktanızı doğru belirleyin.

MAĞARA DEVRİNE DÖNÜŞ

İlkel toplumlarda davranışı ihtiyaçlar belirlerdi, duygular değil.

Acıkırsan avlanırsın, üşümemek için örtünürsün.

Genç kızın biri Güzin Abla’ya yazmış.

“Sevgilimi eski sevgilimle aldattım.”

Devam etmiş.

“Sevgilim şahane biri, onu çok seviyorum. Ama eski sevgilime de işim düştü.”

Devam etmiş.

“Eski sevgilim de onunla birlikte olmam koşuluyla işimi halledeceğini söyledi.”

Devam.

“Kabul ettim. Aklıma sevgilimi aldattığım, pişmanlık falan gelmedi.”

Adamla birlikte olmuş ama ihtiyacı olan işi de yapılmamış. Bizimki üzgünmüş.

İşi yapılsa sorun yok yani.

Hep diyorum da, insanlar inanmakta güçlük çekiyor. Kimilerinin gelişme dediği şey bana göre mağara devrine dönüş.

BU ÜLKEDE İYİ OLMAK YETMİYOR

Transfer olduğu Lille’de harikalar yaratan Burak Yılmaz için “Futbol yaşamının sonunda yeteneğini fark etti” demiş spor yorumcuları.

Bence sorun Burak’ta değildi. Ülkemin yetenekleri yönetemeyen spor dünyası sorunlu.

Zira ben, hep üzülerek Burak’ı takip ettim.

Yedi yıl önce, Haziran 2013’te yazmıştım.

“Burak Yılmaz’a dikkat” demişim, “Son zamanların parlayan yıldızı. Yakışıklı çocuk. İyi oyuncu. Futbolcu avcısı kadınların gözdesi.

Bu ülke iyi futbolcu mezarlığıdır.

Bluğ çağından yeni çıkmış çocuklar, çok parayla medyanın önüne atılıyor.

Sonra da onların can çekişmesine bakılıyor. Üzücü.

Futbol ömürlerini uzatmak için yurt dışına gitmeleri gerekiyor. ”

Sonra Eylül 2014’te yazmıştım:

“Burak Yılmaz. Her zaman iyi karakterli, çok iyi futbolcu olduğuna inandım.

Ama hep kötü yönetildi.”

En son, Haziran 2019’da yazmıştım:

“Altı yıl önce köşemde yazmıştım. Burak Yılmaz doğru yönetilse dünya starı olur diye.

Yönetilemedi, Galatasaray’dan koptu. Çin’e gitti. Yazık oldu.

Kendisini iyi yönetemediği için, cahil cühelanın elinde heba olan kaç yıldızımız var bir bilseniz…”

Sonuç: Ülkem iyi sporcu mezarlığı.

YAPAMADIĞIM ŞEYLER

Oldum olası yapamadığım şeyler var;

Türk kahvesini asla kıvamında pişiremem. Suyu ayrı telvesi ayrı durur.

Domatesli, biberli kıvamında bulgur pilavı yapamam. Ya çok katı olur ya da çok sulu.

Internet alışverişi yapamam. Internet bankacılığı işlerini hiç yapamam.

Teknolojik aygıtları kullanamam. Bilgisayarı televizyona bağlayamam.

Bisiklete binmeyi hiç beceremem. Dengemi koruyamam.

AKLIMDA KALAN

Medyasız salgınla topyekûn mücadele olur mu sorusu: Medya devekuşu tutumu almış. Haberler dışında salgın yok gibi. Diziler öyle, magazin programları öyle. Topyekûn mücadele anlayışı var içerisinde medya yok. Dijitalde de farklı değil. Bir BluTv sokağa çıkma yasağı olduğu günlerde ücretsiz. Devletin kablo tv’si bile sokağa çıkma yasağını desteklemek için ücretli kanallarını ücretsiz yapmıyor. GSM şirketleri salgında kâr artırmayı biliyor, sokağa çıkma yasağı olan günlerde ücretsiz internet erişimi sağlamıyor. Okula giden çocukları olan ailelere ücretsiz erişim vermiyor. Reklama gelince Turkcell gibi, “Birbirimize bağlıyız” demeyi biliyorlar ama.

Tüm yazılarını göster