"Ne biz sizi alalım, ne de siz bizi alın!"
SuperHaber yazarı Mete Yarar, 'AB normlarının' uygulamadaki halini sıralayarak Avrupa'nın Türkiye'ye bakış açısını tüm çıplaklığıyla ortaya koydu.
Yarar, Karar gazetesindeki yazısında, "Siz bizi nasıl hazmedeceğinizi düşünüyorsunuz ama açıkçası biz sizin yaptıklarınızı nasıl hazmedeceğiz, onu bilmiyorum." yazdı.
İşte o satırlar:
İçlerinden okumuş olanlarını, bizimle beraber yaşama kültürüne uygun olanlarını seçelim. Diğerlerini anlaşma yapıp geri gönderelim veya sınır hatlarında yeni barikatlar kurarak almayalım. Bu ülke, hazmedemeyeceğimiz kadar büyük bir ülke. O yüzden Türkiye’ye ortaklık teklif etmek yerine onu kapıda tutmanın, oyalamanın ve bu sayede ona zarar vermenin zeminini oluşturalım. Değer yargılarımız, yapılarımız, kültürümüz birbirinden çok farklı. Hatta kendilerine serbest dolaşım hakkını vermeyelim.
Türkiye lehine çalışan yapılarla ilgili özellikle sıkı araştırmalar yapalım. Haa, Türkiye’nin aleyhine çalışanlar varsa bir çağırın bakalım, konuşalım herhangi bir desteğe, yardıma veya başka bir konu hakkında konuşacak bir şeyler ihtiyaçları var mı bakalım. Varsa destek verelim. Özellikle sığınmak istiyorlarsa veya başka konularda bizden istedikleri varsa muhakkak dinleyelim. Özellikle NATO’nun içerisinde PKK bir suç örgütü ve terör örgütü olarak görülmesine rağmen onun amblemini, onunla bağlantısı olan grupları Avrupa’da yasaklamak için çok da fazlasıyla ısrarcı olmayalım. Bu konuda bizden iade talepleri olduğunda bu talepleri çok da fazlasıyla yerine getirmeyelim. Bununla ilgili herhangi bir ısrar olduğunda da “Burası bir hukuk devleti. Bizim normlarımız, sistemimiz farklı. Bu konuda bizi fazlasıyla zorlamayın.” çıkışını yapalım.
***
İslamofobi konularını gündeme sıklıkla getirelim. Bölgedeki IŞİD yapılanması ile ilgili konular gündeme geldiğinde Türkiye’yi IŞİD ile ilgili suçlayalım. Türkiye’nin IŞİD’le mücadele yapmadığı şeklinde söylemlere destek verelim. Eğer Türkiye, IŞİD’le mücadelesini ön plana çıkartıp daha fazla talepte bulunursa da bunu engellemek için elimizden gelen bütün gayreti gösterelim. 15 Temmuz darbesinden sonra Türkiye, NATO üyesi bir ülke olmasına, uluslararası hukukta da bağlayıcı anlamda birçok faktör olmasına rağmen bize kaçan darbeci askerleri teslim etmeyelim. Hatta sığınma taleplerini alalım. Bunlar siyasete müdahale etmiş olsalar dahi, bunlara basının önünde rahat gezebilecekleri “demokratik” ortamlar yaratalım.
Biz siyasetçilerin alanı olmaması, tarihçilerin araştırma sahası olmasına rağmen meclisimizden sözde Ermeni tasarısını özellikle geçirelim. Üstelik buna itiraz edecek olan kişiler varsa da bunları engelleyelim, “karşı çıkan tutuklanır” yasaları çıkaralım. Bize bununla ilgili soru sorduklarında “Arkadaş geçmişle ilgili konular, geçmişte kalamayacak kadar önemlidir. Bunun yansımaları bugün de devam ediyorsa bunu hatırlatmak bizim görevimizdir” diyelim. Haaa, bize geçmişimizi hatırlattıklarında ise “bize asla Nazi veya başka türlü benzetme yapmayın” diye de kızalım. İşimiz olmamasına rağmen meclisten yasa çıkartalım ama geçmişi anımsatan önemli örnekler verildiği anda da kıyameti kopartalım, “Böyle bir konuyu açamazsınız” diyelim. Hatta bu konuda içerideki adamlarımızdan da yeteri kadar destek alalım.
IŞİD’le mücadele kapsamında özellikle müttefikimizden destek isteyelim. Onun üssünü kullanalım. Arkasından müttefikimiz bize ait olan keşif uçaklarının görüntülerinin paylaşılmasını istediğinde de açıkça bunu kabul etmeyelim. Bize orayı açmazlarsa “Bu nasıl müttefikliktir!” diye itiraz edelim ama bizden görüntü istediklerinde vermemenin sebebini söyleyelim, “askeri gizlilik” gerekçesini öne sürelim. Çünkü Türkiye o sırada PYD’nin bölgedeki faaliyetleri ile ilgili keşif uçuşlarından görüntü talep etmektedir. İsimlerini vermediğimiz vatandaşlarımız IŞİD’e katılmak için Türkiye’ye gittiklerinde, oradan Suriye’ye geçtiklerinde ve arkasından da Avrupa’ya döndüklerinde “neden Türkiye bunları engellemiyor” diye dünyayı ayağa kaldıralım. Türkiye “isimlerini özellikle sormama rağmen neden bu isimleri vermediniz” dediğinde de sessizliğe gömülelim, tek bir açıklama bile yapmayalım.
Türkiye, “PYD ve PKK eşdeğerdir. Bunlara vermiş olduğunuz silahlar Türkiye’ye geçiyor ve benim askerimi, polisimi öldürüyor” dese ve bunun belgelerini gösterse bile bu örgütlere silah yardımını kesmeyelim. Yurtdışında her türlü faaliyet serbestken ve Türkiye’de terör örgütünün faaliyetlerinin yasaklanması konuşulurken “Burada ifade özgürlüğü var. Biz kişilerin ifade özgürlüğünü engelleyemeyiz.” diyelim. Arkasından devletin yetkilileri, halkıyla buluşması için gittiklerinde “siz gelemezsiniz” diye önlerine set çekelim, “gerekirse ateş” emri verelim. Sorduklarında yanıt da vermeyelim. PKK’ya sağladığımız ifade özgürlüğünü müttefikimize tanımayalım.
Özellikle Türkiye’nin göndermiş olduğu imam, öğretmen gibi personelin “Türk ajanlığı” ile suçlanması için araştırma yapalım ama Türkiye’nin PKK listesinde kırmızı bülten ile aradığı kişilerle ilgili talepleri konusunda ise tek bir adım atmayalım. Türkiye’nin görevlendirdiği imamları, özellikle Fetullahçıların onları Türk ajanı diye suçlamasını ciddiye alalım ve binlerce insanın ölümünden sorumlu olan, ispatlı katillerin ülkemizde ellerini kollarını serbestçe sallayarak gezmesini sağlayalım.
***
Eğer sizin Avrupa Birliğiniz, normlarınız böyleyse gerçekten ne bizi siz alın ne de biz sizi alalım. Çünkü bu söyledikleriniz, yaptıklarınız ne ifade özgürlüğü ne demokrasi ne insan hakları ne vicdan ne de müttefiklik ve dostlukla bağdaşmıyor. Siz önce ülkenizde Solingen’de, Backnang’da ve daha nice yerde kundaklamalar sonucunda katledilen, haraca bağlanan Türklerin haklarını koruyun. Önce 6 aylık Murat Soykan’ı, 3 yaşındaki ağabeyi Ahmet Soykan’ı, 5 yaşındaki Saime Genç’i, 6 yaşındaki Yasin Soykan’ı, 9 yaşındaki Hülya Genç’i ve nicelerini korumayı başarın, ondan sonra bize dönün akıl verin. Bir kez daha söylüyorum: Ne biz sizi alalım ne de siz bizi alın. İşin kötü tarafı da ne biliyor musunuz: Siz bizi nasıl hazmedeceğinizi düşünüyorsunuz ama açıkçası biz sizin yaptıklarınızı nasıl hazmedeceğiz, onu bilmiyorum.